14.1 C
İstanbul
1 Nisan 2025, Salı
spot_img

22 MART DÜNYA SU GÜNÜ

“Kâinatta ne varsa suda yaşadı önce;
Üstümüzden su geçer doğunca ve ölünce.”
Necip Fazıl Kısakürek

Necip Fazıl’ın bu dizelerini okuduktan sonra “su” geldi aklıma. 22 Mart’ın Dünya Su Günü olmasından dolayı ben de bu konuda yazmaya karar verdim.
Her an elimizin altında olduğu için, farkında bile değiliz, onun yokluğunun felaket olacağından.
Sabah elimizi yüzümüzü yıkamaktan, yediklerimizin yıkanmasına kadar her yerde değil mi su?
Dünyamızın %70‘i sudan oluşur. Okyanuslar, denizler…
Peki, vücudumuzu kaplayan kana ne demeli, onun ana maddesi de suya dayanmıyor mu? Kanımızın %83’ü sudan oluşur.
İnsan vücudunun % 60’ından fazlası sudur.
Suyunun formülü H2O’dur. Hidrojen ve oksijen karışımıdır. İçilecek suyun pH değerinde dikkat edilir. Mineralli su, kaynak suyu vardır. Şehir şebekelerinin arıtılmasıyla içilecek su elde edilir. Avrupa’da gazlı su içilir. Çocukların “bum bum” sesi, susadım, demektir.
Yağmurdur, berekettir, temizliktir, şifadır su.
Moleküller insanın ruh haline göre şekil değiştirir. Kristaller, siz mutluysanız mutludur. Enerjisi suya geçer insanın. Çay olunca renklenir. İçinde çaycısının enerjisini taşır.
Su moleküleri yaşam kaynağıdır. Dağdan gelen sular geldikleri yerden beslenir. Ülkelere, milletlere göre su tat alır. Uzak yerden gelenler şifalıdır. Bu suyun rengi, tadı farklı olur.
Ayazma suyu, vardır kısmet açan. Zemzem suyu vardır mikroları öldürür, kendi kendini mayalar. Çeşmelerden akan sular vardır, şifa olsun diye dağıtılan. Eskiden şerbetler akan çeşmeler vardır.
Bazen şerbet bazen gazoz olur su.
Bir de kar suyu vardır pekmezle yenilen.
Kaplıca suları vardır Karlovarsky’de akan. İnsanlar burada tatil yaparken şifa bekler.
Sodalı göl suları vardır. Tatlı suda yaşayan balıklar vardır.
Tuzlu sular sprey olarak kullanılır bazı evlerde.
Nisan yağmurlarının bahar suyu vardır, şifa dağıtan.
Su için çeşmeler, kemerler, köprüler, kanallar, barajlar yapılmıştır. Kervanlar su kenarında toplanır. Çamaşırlar dere kenarında yıkanır. Paul Cezanne’nin “Yıkananlar Tablosu” meşhurdur.
Fuzuli’nin, Su Kasidesi’ni herkes bilir. Nuh Tufanı’nda su basar her tarafı, geminin içine sığınanlar kurtulur sadece.
Su berekettir nehirdir, göldür, denizdir. Su çölde seraptır, cennette Kevser’dir. Yunus peygamber suyun içinde yaşam mücadelesi verir. Denizden kurtuluşunu insanlar sevinçle kutlar.
Musa peygamber asasıyla dokununca Nil Nehri açılır. Asasını vurunca su çıkar, susuz çöllerden.

Suya yazar ebru zen nakşını. Suya nakış tutturur nakkaşa.

Doğumda su vardır, yıkanma vardır. Vaftiz suyu vardır. Teneşirde suyla paklanır insan.
Su kavuşmadır, su özlemdir. Yağmur duasına çıkılır. Suya okunur dualar.
Uyandığında: “Rüyanı suya anlat!” derler. Rüyalarını suya anlatır insanlar, kötülüğü alsın götürsün, diye.
Falcı bacı, suda gördükleriyle açar falını.
Değerli inci suyun içinde yaşar. İstiridyenin karnında bekledikten sonra büyük bir sancıyla inciye dönüşür.
Bazen sıkılınca dostlarla, havadan sudan konuşuruz.
“Su gibi aziz ol!” derler, bir bardak su verene. Ya da “Su verenlerin çok olsun!”
Çeşmelerde akan sular için hayırsever kadınlar, çeşme vakfederler. Sebiller vardır bakır bardaklı, susuz yolcuları bekleyen.
“Bir Sebile Dökülen Beyaz Güvercinler” vardır, Ziya Osman Saba’nın şiirine konu olan.
“Peynir ekmek değil ama acı su bedava” der Orhan Veli, Bedava şiirinde.
Bir de şarkı sözü vardır: “Yağdır Mevlam su!…”
“Bana su verdi!” diye sevinir, kambur Quasaimodo, Victor Hugo’nun kitabında. Su merhametin, sevginin timsalidir…

Susuzluktan ölen insanları, yanan toprakları düşünün bir de!… Kuruyan ağaçları!… Ya yiyeceklerimiz!… Su olmasaydı ne yerdik? Bitkiler nasıl yetişirdi? Hayvanlarımız nasıl yaşardı?

Bazen bunları hiç düşünmüyoruz bile, önemsiz bir şey gibi, açıveriyoruz musluğu sonuna kadar, sanki hiç tükenmeyecek, sonu gelmeyecek gibi…
Bir de bunu bulamayan insanları düşünün, çölleri düşünün! Serap olarak su gören insanları.

Su olmasaydı, o mavi büyüsü ile bizi hayrette bırakan, denizler de olmazdı, yüzmek de olmazdı. Balıklarımız, denizyıldızlarımız, yunuslarımız da. Çocukların kuleler yaptıkları kumlarla, sahillerimiz de olmazdı.

Ya derelerimiz, onların güzelliği, yeşilliği… Yosunlarımız, onların üzerinde yüzen nilüferlerimiz… Dere kenarlarında balık avlayan, yalın ayak çocuklar… Onlar olur muydu?

Peki denizler olmasaydı, İstanbul olur muydu? Orhan Veli olur muydu? Ayaklarını denize sallamış şiirler yazan. Boğazın görkemli şehri, tarihe bu kadar güzel bir şehir olarak, geçebilir miydi?

Osmanlı’nın mozaik çeşmeleri olur muydu? Tarihe ün salan, mavi beyaz desenleri ile musluklarından gece gündüz su akan.

Su, deyip geçtiğimiz, çeşmeleri açık bıraktığımız, önemsemediğimiz, hoyratça hiç bitmeyecek gibi harcadığımız, değerli hazinemiz, insanoğlu için o kadar önemli ki!…

Su olmasaydı ne biz olurduk, ne bu dünya, ne de evren!…

Yani kısacası, beşikten mezara kadar su!…

Neslihan Minel

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,370AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler