Bugün, kullandığımız alfabenin kabulünün 94. yıldönümü.
Ne yazık ki iktidar partisinin -artık eski -grup başkan vekili Mahir Ünal’ın “Cumhuriyet, bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir?” sözü hâlâ gündemde.
Cumhuriyet, gerçekten onun/o kesimin dediği gibi: “Bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi hasılı bütün düşünme setlerimizi yok (mu) etmiştir?”
Kuşkusuz lügat( sözlük), alfabe ve dil gibi üç ayrı alanda görüş bildirmek bir köşe yazısının boyutlarını aşar. Bu nedenle biz, bu yazıda yalnızca Harf Devrimi üzerine bir iki söz etmekle yetineceğiz.
Öncelikle belirtelim ki yazı, dil değil; bir dilin saptanmış işaretlerle ifadesi için insanoğlunun icat ettiği bir sistemdir.
İlk olarak Sümerlerin icat ettiği bu sistem tarih içinde farklı diler için geliştirilerek insanlık değerlerinin yaşatılmasına, yaygınlaştırılmasına ve geliştirilmesine büyük katkılar sağlamıştır. “Yazının icadı, insanoğlunun kendi varlığı için gerçekleştirdiği en önemli sıçramalarından biridir.” denmesi bundandır.
Türkler de başka uluslar gibi tarih boyunca değişik harf sistemlerini kullanmışlardır.
Bilindiği gibi bu sistemlerden ilki Göktürk/ Orhun Alfabesidir.
Atalarımızın kullandığı diğer alfabe Uygur alfabesidir.
Kaşgarlı Mahmut bizim ilk sözlüğümüz Divan-ı Lügat it Türk’ü bu harflerle yazmıştır.
Fatih’in Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan’a 1473’te gönderdiği yarlık bu alfabenin 15. yüzyıla dek Osmanlı sarayında da kullanıldığını bize gösterir.
Türklerin gerek Uygur alfabesinin, gerek Arap alfabesinin kabulünde temel gerekçe “din” dir. Uygur alfabesinin kullanımında Maniheizm’in ve Budizm’in etkisi neyse, Arap alfabesinin kullanımında da İslamiyet’in etkisi odur. Amaç dini metinlerin okunmasının ve paylaşımının kolaylaştırılmasıdır.
Kuşkusuz bu ulus, yüzyıllar içinde Arap alfabesiyle yazılmış dini olsun din dışı olsun çok değerli eserler üretmiştir. Ancak kolaylık, öğretilebilirlik ve özellikle dilin fonetik özelliklerini karşılamak açısından görülen uyumsuzluklar nedeniyle Arap harfleri daha kullanılmaya başlandığı tarihlerden itibaren hep tartışılmıştır.
Örneğin 16. Yüzyılda Çağatay edebiyatının en değerli eserlerinden Babürname’nin yazarı Babür Şah, Hatt-ı Babüri adını verdiği bir alfabeyi geliştirmiştir.
Arap harfleriyle ilgili tartışmalar, Osmanlıda kültürü tabana yayma çabalarının arttığı; halk – millet – vatan gibi kavramların gündem oluşturduğu Tanzimat’la birlikte yoğunlaşır.
Mustafa Efendi adlı bir görevli Edirne telgrafhanesinin ilk açıldığı gün (16 Ağustos 1855), kendi hazırladığı Latin harfleri sistemine dayanan Mors alfabesiyle ilk Türkçe telgrafı devlet merkezine çeker. Bu alfabenin Harf Devrimine kadar Türkçe haberleşmelerde kullanılması sürecin anlaşılması açısından önemlidir.
Yine aynı yıllarda Münif Paşa, Mirza Fethali Ahondzade, Ali Suavi bu alanda çalışmalar yaparlar.
1909’da ilk resmi girişim “İmlâ Komisyonu” kurulur. Recaizade Ekrem tarafından 1911’de kurulan “Islah-ı Huruf Cemiyeti”, Enver Paşa’nın girişimi cumhuriyetten önceki son çalışmalardır.
Bize göre Atatürk’ün; “ Her vasıtadan evvel büyük Türk milletine onun büyük emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek lazımdır. Büyük Türk Milleti cehaletten az emekle, kısa yoldan; ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyırabilir. Bu okuma yazma anahtarı, ancak Latin esasından Türk harflerinin Türk diline ne kadar uygun olduğunu, şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlatlarının ne kadar kolay okuyup yazdıklarını, güneş gibi meydana çıkarmıştır.” sözleri, Harf devriminin gerekçelerini ve amacını anlamak için yeterlidir.
Harf Devriminin temel amacı bu halkı, kendi kültürel değerleriyle buluşturmaktır. Sonucu da Sayın Ünal’ın dediği gibi halkı kültürsüz bırakmak olmamıştır.
Geçen yüz yılda eğitimde, bilimde, kültür ve sanatta alınan yol , üretilen eserler, bu devrimin gerekliğinin en somut kanıtıdır. Ancak aradan bir yüz yıl daha geçse biat kültüründen beslenenlerin bu gerçeği asla kabul edemeyecekleri de acı bir gerçektir.
Hamdi Topçuoğlu