Toplumlar, tarihsel değerleri sayesinde ulusal kimlik kazanır; bu kimliklerini yarattıkları yeni değerler sayesinde geleceğe taşıyabilirler. Ulusların değer yaratma ve yaşatmada kullandıkları en önemli araç da “devlet”tir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de değerler sistemi vardır. Bu değerler, kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve çalışma arkadaşları tarafından belirlenmiştir.
Bu Cumhuriyete, yüzyıl önceki sömürgeci, himayeci veya mandacı anlayışlarla gelecek çizmeye çalışanlar, unutmamalıdırlar ki bu devlet, bize birilerinin bağışı değildir.
Dünya biliyor ki bu haritanın bedeli fazlasıyla ödenmiştir.
Bu devletin düşmanları, bugün, geçmişten çok daha planlı ve daha korkusuz olabilirler.
Bizler, Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde söylediklerinin, kâhin sözleri gibi bir bir gerçekleştiğinin elbette farkındayız.
Bilinsin ki andımız vardır:
Mustafa Kemal’in çağdaşlık ve uygarlık ışığını çocuklarımız ve torunlarımız da alınlarında hissedeceklerdir.
Unutulmamalıdır ki her devletin kendi varlığını sürdürme hakkı vardır. Bu hak, Atatürk ilke ve devrimleri üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de geçerlidir.
Bugün, “barış” sözcüğü en acımasız savaşçıların “bahane”si olmuş.
Bu ülkenin bayrağını bayrak, İstiklâl Marşı’nı,ulusal marş olarak benimsemeyenlerin: Bu ulusun kederini kederi, sevincini sevinci olarak bilmeyenlerin, bu devleti yıkmak için kan döke döke geldikleri noktada, Atatürk’ün; “Milletin hayatı tehlikeye düşmedikçe harp bir cinayettir.” sözünü defalarca düşünmelerinde yarar vardır.
Bugün yazık ki “adalet” sözcüğü en büyük adaletsizliklerin kılıfı olmuş.
İnanıyoruz ki, bu devlete kurşun sıkanların ayağına yargıç gönderenlerin; devlet düşmanlarıyla kelle koltukta savaşanları hapislerde çürütenlerin; yargıyı olmadı bir daha diye diye kendi emir erlerine çevirenlerin, bir gecede kendileri için yasa çıkaranların, kör gözüme parmak misali vicdanları kanata kanata suç aklayanların adalet duygularını, Atatürk’ün: “Milletlerin yargı hakkı, bağımsızlığının birinci şartıdır. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin, devlet olarak varlığı kabul edilemez.”sözü eşliğinde adalet terazisinde tartmalarında yarar vardır.
Bugün bu ülkede herkes demokrasiden yana; herkes “demokrat”…
Bir yandan Atatürk’ü tek adamlıkla, diktatörlükle suçlarken Cumhuriyetin 95. yılında tüm seçilmişleri ve atanmışları belirleyen “tek adam”ı, halka demokrasi havarisi olarak yutturmaya çalışanlar, “demokrasi”nin ne olduğunu anlamak için Atatürk’ün: “Unutulmamalıdır ki, milletin egemenliğini bir kişide veyahut sınırlı sayıda kişilerin elinde bulundurmakta çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır.” sözünü bir kez daha değerlendirmelerinde yarar vardır.
Söze gelince “bağımsızlık” en onurlu sığınağımız.
Ancak; “Bağımsızlık benim karakterimdir.” diyen bir liderin kurduğu cumhuriyetin tüm değerlerini yabancılara peşkeş çekenler; ülke geleceğini, Okyanus ötesinden gelen emirlerle biçimlendirenler;“bağımsızlık” sözcüğünün anlamını, Süleymaniye’de Türk askerinin başına çuval geçirenlerle aynı masada yemek yerken bir daha, bir daha düşünmelidirler.
Elbette 95 yıl bir devlet için çok kısa bir ömürdür. Bir devlet elbette, onu kuran ulusun o devletin varlık değerlerini savunduğu sürece yaşar.
Bu bilinçle diyoruz ki onca karmaşaya ve kuşatmaya karşın Türkiye Cumhuriyeti Devleti sonsuza dek yaşayacaktır. Bu söz, ne bir önyargının, ne de ham hayalin ürünüdür. Çünkü bu cumhuriyetin sahip olduğu değerler sistemi çağdaştır, devrimcidir, ilericidir. Çünkü barış, adalet, bağımsızlık ve demokrasi bizim varlık nedenimizdir.
Bu bilinç ve inançla tüm cumhuriyet sevdalılarının bayramını, aydınlık gelecekler dileyerek kutluyorum.
Hamdi Topçuoğlu