Aşağıdaki yazım, Karya’dan İyonya’ya Güneşli Yağmurlar Ülkesi adlı kitabıma adını veren yazıdır. Bugünlerde bir daha yayımlamam gerektiğini düşündüm. Sevgili arkadaşım Kadir Vargı’nın fotoğraflarıyla birleştiğinde bir Karyalı olarak buralara Güneşli Yağmurlar Ülkesi ülkesi tanımını neden yaptığım biraz daha anlaşılacaktır.
Ege kıyılarında bir tepeyi tırmanırken, denizi arkada bıraktığınızı sanırsınız; oysa tepenin arkasında da deniz vardır.
Burada adalar, komşu evlere benzer; deniz de mahallenin sokakları… Guletler, tirhandiller yelkenlerini şişirip adalar arasında saklambaç oynar.
Sanmayın deniz hep mavidir. Bakarsınız camgöbeği, bakarsınız gümüş, bakarsınız turkuaz; bakarsınız ak köpüklere kesivermiştir.
Bir bardak adaçayı içeyim şuracıkta, kokusunu balıklar da duysun, dersiniz. Çayınızdan bir yudum almadan, bir karaşın bulut, bir dağın üstünden hoplayıvermiştir mavinin üstüne.
Durun şimdi! O, denizle gökyüzü arasında size ne oyunlar oynayacaktır, ne oyunlar!
He heyyy!
Biri diyecektir ki sirtaki, ötekisi zeybek. Ben derim ki bu bulut oyunudur; hem adalara yeter hem anakaraya. Karia’dan alır şalını, uzanır Ionia’ya. Yayılır ebruli, durur birden, eğilip denizden tasını doldurur. Yıkar dağları, ovaları; kayaları, ormanları… Denizin dudağında kum eler eleğinde. Sonra bağları, bahçeleri güneşin kucağına atıp “Emzir!” der. Ama duramaz. Güneş, emzirirken sokulur usulca ve inciler yağdırır dala, yaprağa ve çiçeğe.
Ona, kimileri çobanaldatan der. Ne var ki ben, onun çobanları aldattığına inanmam. Çünkü onun sayesindedir ki sürüler, akşamları tok döner ahırına, ağılına. Üstelik çoban, evi sırtında gezen adamdır. Bırakın güneşli yağmuru, dövülmüş ham keçeden kepeneği çekti mi üstüne, kar boran bile değemez tenine.
Ha, bakın! Güneşli yağmurların ahmakları ıslattığı, doğrudur. Çünkü o, yağmaz; çiseler. Aklını dünya gailesine kaptıran, farkına bile varmaz göklerden dökülen gelin tellerinin. Oysa aklı olan, ömründe bir kez olsun, takar sevdiğini koluna, bir yağmurlu türkü tutturur:
“Yağmur yağar şıpır şıpır buz gibi,
Eriyorum günden güne tuz gibi,
Kocan ile geçincemen yok ise
Boşan da gel, kabulümsün kız gibi.”
Çıplak ayak dolaşır, kırda bayırda, ıslanır. Ama bu ahmaklık değil, gözünü budaktan sakınmayan, sevincin ve coşkunun çıldırtıcı tanrıları Bakkhos’ların (zeybek) ruhlarını şad etmektir.
Eskiler, “Nisan yağmuru zemzem suyu gibidir, uğurludur. Bu yağmurunda ıslanmak insana sağlık verir.” derlermiş. Mevlevilerin, ”nisan tası” dedikleri kaplara bu yağmur sularını toplayıp dergâha gelen konuklarına sunması da bundan olsa gerek.
Bütün kış yağmur yağsa da Ege çiftçisi “Nisan yağmuru, ambara yağar.” ,“Nisanda yağmur yağarsa öv kileni, yağmazsa döv kileni” der. Çünkü otlar onun sayesinde boy atar, başak onun sayesinde evinlenir.
Anadolu’da bu aya otların yeşillenmesi ve çiçeklerin açmasına bağlı olarak “kırçan ayı” denirmiş. Dil bilinci olan, ha “nisan” ha “kırçan” deyip geçebilir mi hiç! Orak ayı, kırkım ayı… Bizim ay adlarımızın biri bile neden denizle ilgili değildir acaba?
Ben, bu yağmurlarda bazen Knidos’tan Karaburun’a ada, burun, koy, körfez şehirlerinden şarap ve zeytinyağı toplayan bir ilkçağ gemicisi olurum. Aklımda Herodotos’un “Ionlar, kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurdular.” cümlesi vardır.
Bazen Yarengüme’den Bozdağlara zeybeklerin yeri göğü kutsayan türkülerini dinlerim. Bilirim ki Paskalya (nisan) yumurtasının öyküsü de bu topraklardır.
Halikarnas Balıkçısı, “Omega, Ana Tanrıçanın ilkbaharda doğurduğu dünya yumurtasının gene ilkbaharda ikiye bölünerek iki ayrı “ o” olmasıdır. Bu yarılan yumurtadan bütün yaratıklar ve bitkiler çıkmış.” der ve sözü; “Böylece de “obekkhos” – “to bekos –ve ibakkhi” sözleri “zeybek” oldu.” diye bağlar.
Burası “Güneşli Yağmurlar Ülkesi”dir. İnanmayan Milas Çomakdağ’da çemberlerine çiçek sokulu kadınlara baksın. Daha da inanmadılarsa Yatağan’da, Bozdoğan’da, Ödemiş’te, Sardes’te zeybeklerin baş çemberlerini incelesin. Onlar güneşli yağmurlarla renklenen ve kokulanan ve meyveye duran çiçekleri ve dalları baş üstünde taşırlar.
***
“Sarı zeybek şu dağlara yaslanır
Yağmur yağar silahları ıslanır
Deli gönül bir gün olur uslanır”
Atatürk, hasta halinde bile ne güzel oynamış Sarı Zeybek’i. Diz vuruşu, toprağın ve göklerin uyumunu kollarıyla anlatışı… “Zeybek, yürek oyunudur. Onda kararlılık, özgüven, cesaret, gurur dile ve tele gelir.”der gibi.
Televizyonda akşam haberlerini izlerken; “Bu Güneşli Yağmurlar Ülkesi’nde Atatürk’e ‘diktatör’ deyip demokrasi kılıfı içinde otokrasiyi yutturmaya çalışan ‘Ahfeş’in keçileri’ne mecbur olmadan yaşasak hayat ne güzel olurdu.” diye söyleniyorum. Ama boşa konuştuğumu iyi biliyorum. Çünkü duvarlar sağır, insanlar, duvarlardan da sağır.
Karya’dan İyonya’ya – Güneşli Yağmurlar Ülkesi’nden
Hamdi Topçuoğlu