2 sene önce evi taşırken Fatoş ve Su kütüphanemi ayinlerle, törenlerle taşıma fikrime itiraz edip her şeyi nefes almadan kutulara doldurdular. Çok akıllı kadınlar olduklarından benim o işi 2 aya uzatacağımın farkındaydılar ve gerekli önlemi aldılar. Taşındığımız anda ise her işi bir yana bırakıp hızla kitapları kütüphaneye tepiştirdiler. Çünkü yine iyi biliyorlardı ki elimi değdirdiğim an haftalarım orada geçecekti. İki senedir bulduğum her fırsatta homurdanıyorum. Sınıflandırma yok, düzen yok, aradığımı bulamıyorum, kayboldu mu acaba anksiyeteleri çekiyorum, bunun gibi daha onlarca olumsuz duygu. Öte yandan, Ahmet Şık misali “dokunursan yanarsın” sezgisi. Yorulursun değil, başaramazsın değil sadece “yanarsın”.
Gündeme, olaylara, siyasete hep akıl gözüyle, serinkanlı, slogansız, merak ve öğrenme arzusuyla ve insan odaklı bakmaya çalışma düsturum son günlerde mahalleyi saran histerik furya karşısında daha fazla direnemez hale gelince bulduğum en makul çözüm kütüphaneyi indirmek oldu. “Aklına geleni ertelemeyeceksin, hem de harika bir sığınak bulmuş olursun” motivasyonuyla işe koyuldum. Günlerdir toz, pas, karmaşa ama daha da önemlisi bir duygusal fırtına içinde oradan oraya savruluyorum. Tatlı gözyaşları durmak bilmiyor.
Anılar, hayatımız, tüm yaşanmışlıklar, acılarımız, umutlarımız, korkularımız, kavgalarımız, isyanlarımız, yenilgilerimiz, zaferlerimiz, aşklar, bulduğumuzu sandığımız çözümler, devrimlerimiz, annanemin vatanı, benim vatanım, geçmişimiz, kısacası ömre dair her şey ağır-çekim bir geri-sarımla karşımda, içimde, yanımda.
İlk aşk günlerimde bana yoldaşlık eden ama bugün öfke duyduğum Ahmet Altan çelişkimi “Türk Yazarlar” rafına bir gülümseme olarak yerleştirmek, sonra vazgeçip onu “gazeteci yazarlar” rafına almak, ayyyy burada da olmadı en iyisi ben bunu “siyaset” rafına alayım demek, bir insanı sınıflandırmanın imkansızlığını görmek ve bu gelgitler içinde onunla barışmak, uzlaşmak, bağışlamak. Elime alıp da kapağını açtığım her kitap bana içindeki öykünün ötesinde okunduğu dönemdeki duyguları, o tarihe eşlik eden insanları mütevazı bir çiçek gibi sunup durdu. İşte Lütfiye’nin Madımaktan sonra yazdığı ilk kitap, Behçet bunu imzalarken nasıl gülümsemişti, Ahmet Telli ile taş koklama sohbeti bu kitabın başında olmuştu, Adalet hanım o gece yemekte şunları demişti, ahhh benim güzel Mehmet abim bu kitabı çevirirken otuzuncu sayfada ne kadar uzun tartışmıştık, işte şu kitabı çevirirken babam ölmüştü de her sayfası gözyaşlarıyla yıkanmıştı, bu yazarı bana Ömür tanımıştı da sonradan cemaatçi olsa bile ne çok yalnızlık paylaşmıştım onunla, Mehmet abinin şu kitabını bileğimde Şiva bileziğiyle okumuştum, Zülfü bunu yazdığında sürgündü……………… Yüzlerce hayat, yüzlerce bedel…
Bir rafı en derin sızıma, göç kitaplarına ayırdım. Mübadiller, muhacirler. Her satırından iktidarların ucuz buğday taneleri gibi rüzgara savurduğu insanların acısının sızdığı kitaplar. Tek tek her yurtsuzun yürek yangınına su bastığımı sanarak her kitabı okşayarak yerine yerleştirdim.
Evet Ahmet Şık haklı. Dokundum ve yandım. Ama yürek yangınından korkarsak, bir köşeye saklanır yüzleşmezsek nasıl insan olacağız?
Bitmedi….. Bitecek gibi de değil. Bitmesin de zaten… Benim ömrümün tarihi olmasının bir anlamı yok. Anlamı olan şey; ülkenin tarihi olması. Yüzlerce insan yazarak çizerek bu yurt için kendince çaba gösterdi. Hepsi haklı mıydı? Hayır. Düştük, kalktık, saptık, dolandık, dayak yedik ama bir kez birbirimizin gözünün içine bakar, dokunursak belki yanarız ama severiz de belki.
Ben ömrümü sevdim bu yerleşme sürecinde. Bir kez daha yurdu sevdim. Çok kararlı olduğum halde bir tek kitap bile atamadım. Beyaz tülbentli annanemi çağrıştırdığı için Yasin risalesine bile yer buldum. Daha da ileri giderek koltuklardan birinden kurtulup yeni bir kütüphane eklemeyi bile düşünüyorum.
Okuyan insanın hayalleri olur. Ne demişti Haluk: Ütopyasızlık çağı işe yaramadı yeni bir çözüm lazım. Bir romantiklik yapsak, hepimiz her insanın bir kitap olduğunu bir kez daha hatırlasak, bir göç temizliği yapabilsek. İşte o zaman anlarız belki de aynı yurdun insanları için göç falan olmayacak, her şey içimizde, bizimle, insanca, bir yerlere yerleşecek. Kitaplar öyle söyledi. Ben inandım. Şimdi Levent’e sohbet, Haluk’a da komisyon kitabı imzalayacağım. Biz bir avuç insan “ortaklık” aramaktan vazgeçmeyeceğiz. Kitaplarınıza dokunun, cevaplar onlarda.
Ayşen Tekşen