“Düşen bir çığda hiç bir kar tanesi kendisini olup bitenden sorumlu tutmaz.”
Oscar Wilde
”Nankör insan, her şeyin fiyatını bilen fakat hiçbir şeyin değerini bilmeyen insandır.”
Oscar Wilde
Tarihçi Kitapevi’nde Necip Azakoğlu’nun başkanlığında Erol Manisalı’nın birey toplum ilişkisinde az gelişmişlik ve gelişmişlik söyleşisi vardı.
Saat dörtte başlayacak sohbet bir saat erken başladı ve ben bu büyük insanla tanışma şansına eriştim.
1940 doğumlu akademisyen, yazar, Kabataş Lisesi’ni bitirmiş, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde otuz beş yaşında profesör olmuştur. Küreselleşme ve Avrupa Birliği ile ilgili yazılar yazmıştır. İstanbul Üniversitesi, iktisat fakültesinde hocalık yapan yazarın; “Dışsal Ekonomi, İktisadı Gelişme, Dünden Bugüne Kıbrıs, Türkiye ve Küreselleşme, Uluslararası Ekonomi” üzerine yazıları vardır.
Bunun yanında deneme ve anı kitapları da vardır.
Sohbete başlarken Beyazıt’taki sahaflardan ve Babıali’den bahsetti Erol Manisalı.
Eski İstanbul’un en önemli simgelerinden biriydi sahaflar ve kitapçılar.
O dönemde şimdi ki gibi çok yayınevi yoktu ama okuyan kişi sayısı fazlaydı. Kitaplar öğrenciler arasında elden ele dolaşıyordu. Satırların altında farklı kalemlerin izleri vardı.
Ve tabii ki “Çınaraltı Sohbetleri.” Edip Cansever, Turgut Uyar, Salah Birsel…
Bizim şimdi sadece kitaplarını okuyabildiğimiz bu insanları, o kuşaklar canlı olarak dinliyordu. Derslerine giren hocalardı bunlar.
Şimdi teknolojinin insan üzerindeki baskısından dolayı “e-kitaplar” çıktı.
İnsanın kitaba dokunması, satırlar arasında koşması ve sararmış yaprakların kokusu…
Bunları veremedi bize cep telefonları, son model tabletler ve e-kitaplar.
Programda kendi yaptığı bastonu gösteren yazar eski bir perde tahtasının başını kehribarla süslemiş bu bastonu icat etmişti. Kendi yaptığı kehribarlı baston, bin dolar edecek kadar değerliymiş.
Bunu anlatırken aslında ekonomiden bahsetti. Bazen hiç bir şey gibi gözüken bir şey biraz emekle her şey olabilir, demek istedi.
Ama biz her şeyin fiyatını bilen ama değerini bilmeyen bireyler olarak yetiştiğimiz için bu dönüşümü gerçekleştiremedik.
Daha düne kadar, dizleri örgü pantolon giyen, kefen bezi bulmak için basma fabrikalarında sıra bekleyen bir milletken bir anda ne oldum delisi olup, kendimizi kaybederek borç içinde yüzen bir millet olduk. Bu kolaycılık bizi üretmekten vazgeçip her şeyi ithal etmeye zorladı.
Teknolojik aletler, kumaşlar, kıyafetler herkesin hoşuna gitse de aslında yaptığımız borçla düğün yapmaktı, paramızın dışarıya çıkmasıydı.
Programın ilerleyen saatlerinde Erol Bey aile yapısının bozulması, toplumsal iletişimsizlik ve karmaşadan bahsetti.
Toplumun temelinde birey vardır, aile vardır. Aile bozulunca toplum da bozulur.
Parçalanmış ailelerin çocukları soluğu sokakta alır, bunları bekleyen uyuşturucu ve fuhuş çeteleri onları av yapar. Sahipsiz çocuklar onların işine gelir ve onlar için en büyük rant kapısıdır.
Kadına şiddet, küçük çocukların istismar edilmesi bu parçalanmışlığın sonucudur.
Aile ortamında yetişmeyen çocuklar, sevgi görmedikleri için şiddete başvururlar. Maçtaki insanların birbirine saldırması buna en güzel örnektir.
Uygar toplumlarda düzen vardır, birbirinin haklarına saygı vardır. Bu tür karmaşalar, kavgalar ilkel ve cahil toplumlar da olur.
Ve dış güçler, kendi çıkarları doğrultusunda Ortadoğu planlarını uygulamak için kasıtlı olarak kargaşa çıkartırlar.
İran, Irak savaşında iki buçuk milyon insanın ölmesi bu planın bir parçasıdır.
Konuşmasında Erol Manisalı, günümüz sorunlarından küreselleşmeye de değindi.
Kapitalizm ve küreselleşme adı altında insanlar ezildikçe ezildi. Patronların daha çok üret, daha çok maden çıkar, baskıları altında işçiler haklarını bile arayamaz hale geldi.
Toplumsal çıkarlar, bireysel çıkarların önüne geçince tek kalan birey haklarından habersiz kaldı. Sendikalaşmaları engellendi. Bugün işçilerin %5 sendikalıdır ancak.
Patronların sigortasız işçi çalıştırdığı, karşı gelenlerin işsiz bırakıldığı günleri yaşıyoruz. Gelir dağılımdaki adaletsizlik, çocukları köşe dönmeci yaptı. Çünkü başka türlü haklarını alamayacak, ezik kalacaklardı.
Ve Kafka okuyan kızla gergedan…
Erol Manisalı’nın “Kafka okuyan kızla gergedan” yazısında iki tezat olay vardı. Gergedan doğanın tahrip edilmesini temsil ediyordu. Oysaki doğada her şey bir düzen içinde devam eder. Sürekliliğin devamı saygıyla olur.
Yılan kurbağayı yer, kurbağa böcekleri yer ve döngü devam eder, doğanın kuralı budur.
Fakat insanoğlunun açgözlülüğünden olacak bu denge bozulmuştur. Açlıktan kurtların şehre inmesi buna en iyi örnektir.
Bireyin toplumla kavgası olduğu gibi doğayla da kavgası vardı. Bu da ekolojik dengenin bozulmasına sebep olur.
Kafka okuyan kızla gergedan, yazısı bana lisede; “Dava”yı okuduğum günleri hatırlattı.
Dava, hukuk sistemini eleştiren bir kitaptı. Franz Kafka bundan yıllar önce bu günleri
görmüş gibi bu kitabı yazmış ve bizim sistemimizi eleştirmişti.
Programda birçok konu konuşuldu, tartışıldı, aile yapısından, toplumsal iletişimsizliğe
kadar pek çok şey üzerinde duruldu. Aslında güncel olan bu olaylar hayatın karmaşası içinde yok sayılan gerçeklerdi.
Erol Bey her zamanki hoca üslubuyla bunları çıkarıp bize gösterdi. Bu anlamda sohbet çok güzel ve öğretici oldu.
Bizi aydınlattığı için Erol Manisalı’ya, böyle değerli insanlarla tanışma imkânı sunduğu için de Tarihçi Kitabevi’ne teşekkür ediyorum.
Neslihan Minel