Ben buraya daha önce de gelmiştim. Yine bu mevsim… Otlar kurumuş, çamlar sıcaktan gölgelerine reçine damlatıyordu. Şimdiki gibi arabamız falan da yoktu. Sabahın erken saatlerinde minibüslerin kalktığı yere gitmiştik. Çünkü öğleye kalınca geri dönmesi zor olurmuş. Şimdiki gibi vızır vızır araba işlemiyor. Sivri burunlu eski bir minibüse binmiştim. Pala bıyıklı şoförü hala anımsıyorum. Hayatımda onun kadar kıl yumağı başka birini görmemiştim. Siyah kıllarından derisi görünmüyordu. Sigarayı aralıksız içip duruyordu. Biten sigaranın ateşiyle yenisini yakıp içmeye devam ediyordu. Fakat görünüşüne inat sakin ve sıcak biriydi. Yolculardan para bile istemedi. Bu duruma pek alışık değildim. Genellikle minibüs şoförleri atmaca gibidirler. Para ödemeyeni aynadan göz hapsine alırlar. Haydi beyler, biletsiz yolcu kalmasın diye bağırırlar. Aslında ortada ne bilet vardır, ne de bilet kesen. Para ödemeyenler, gözüm üzerinizde. Haberiniz olsun demeye getirir.
O küçük kasaba artık kocaman bir şehir olmuş. Ama gezilen, dalaşılan, oturup dinlenilen mekânlar hep ayrı. Taş binalar boyunca uzayıp giden tek bir sokak. Zamanla sokağa açılan köşelere birkaç dükkân daha ilave edilmiş. Hepsi bu. Tek bir meydanı var. Güneş altında kavrulduğu için daha çok geceleri açılıyor. Eski taş yapılardan düzenlenmiş mekanlar ya lokanta, ya butik veya hediyelik eşya satıyor. Aralarına küçücük banka şubeleri konmuş. Birkaç kuyumcu da var. Aynı zamanda yüksek komisyonla döviz bozuyor. Kesme taş döşenmiş yol ve daracık sokaklar her zaman kalabalık. Elini, kolunu başıboş bırakıp sallayarak gezilebilecek türden bir yer değil. Neyse ki sokaktaki insanlar da birbirine saygılı. Gezip dolaşanlar arasında en çok gençleri görüyoruz. Yeni evliler, nişanlılar, belki sevgililer… Çocuk arabasıyla dolaşanlar tek tük. Kırk yaşın üzerindekiler de öyle… Hava sıcak, dondurma satanlar bayram ediyor. Su ve limonata ile bira satılan dükkânların da keyfine diyecek yok. Çay ocakları, kafeler de günün her saatinde müşterisiz kalmıyor. Peki insanlar en çok ne alıyor biliyor musunuz? Alaçatı ile ilgili magnet süslerden. Üç tanesi on lira veya tanesi beş lira… Belki de en makul ürün fiyat ilişkisinde oldukları için tercih ediliyorlardır.
Ben buraya daha önce de gelmiştim. Yıllar önce, tam da öğle üzeri… Deniz kıyısında bir yer sanıyorduk. Şimdi üşenmedim baktım. Turizm rehberlerinde denize kıyısı vardır yazıyor. Kasaba merkezi sayılan tarihi yapılar ve çarşı denize uzaktır. En azından yürüme mesafesinde değildir. Turizm bu güzelim kasabaların hepsini kırıp, bozup bir kenara fırlatmıştır. Son yirmi yıl içinde tarihi çarşıdaki dükkânların çoğu el değiştirmiştir. Emlak fiyatları her sene istisnasız yüzde yirmi beş artar. Eski esnafın yerini daha bıçkın, acımasız ve fırsatçı bir işletmeci türü teslim almıştır. Böyle bir değerlendirmeyi sadece bu turizm hormonlusu kasaba için söylemek haksızlıktır. Turizm tanıtımları ile son yıllarda yüksek talep yaratılmış bütün yerleşimler için geçerlidir.
Ben bu kasabanın begonvillerini severim. Narçiçeğinden beyaza, kan kırmızısından bordosuna kadar hepsi birbirinden eşsizdir. Sokağında gezen insanını severim. Adamakıllı güzeldirler hatta. Gece başka gezerler. İki dirhem bir çekirdek… Gündüz tiril tiril uçuşur uçuk yumuşak renkli şile bezleri, pamuklular, viskonlar. Bu kadar güzel insan nasıl bir araya gelir? Aklım şaşar. Sanki kasabanın kapısından seçip içeri almışlar. Tavsiye ederim, illa ki gidin, görün… Gitmeden bana yapılan uyarıyı sızın için yineleyeyim. Sakın bir şey yemeyin. İlla bir şey yemek içmek zorunda kalırsanız fiyatını baştan sorun. Çünkü sürprizle karşılaşma olasılığınız çok yüksek. İçeceklerinizi marketlerden alın. En azından üzerinde yazan fiyat bellidir. Biz üç çay içtik, bir de limonata. Yirmi yedi lira elli kuruş ödedik. Özellikle en sade, en basit mekânı seçmiştik. Herhangi bir belge verilmediği için de hala çay kaç lira veya limonata. Dört üniversite, bir lise mevzunu kafa kafaya verip hesaplamadık. Dönünce eşe dosta anlattım. Bizimkisi ucuzmuş meğer. Çok utandım. Ben ne haybeci, ne beleşçi biriymişim meğer.
Son bir tavsiye daha… Arabanız varsa akşam gidin. Gecesi gündüzünden güzel… Rüzgârsız bir günü denk gelmek neredeyse imkânsızdır ama Ilıca’nın denizi harikadır. Üstelik upuzun belediye plajı da ücretsiz… Duşlar, tuvaletler, soyunma kabinleri ile birlikte.
Benim gibi adamların evden çıkmasına izin verilmemeli. Ne gittiği yeri beğenir, ne de yediğini içtiğini? Karikatür dergisinin birinde kıllanan bir adam çizerlerdi. Her gördüğünü, her duyduğun eleştirip dururdu. Yaşlılık belki iyiden iyiye damgasını vuruyordur aklıma. Huysuz ihtiyarlara dönüyor olabilirim yavaş yavaş… Şimdi ben çıkıp eleştirdim diye hizmet ve ürünler daha gerçekçi bir fiyatlandırma ile mi sunulacak sanki. Ama elimde değil. Ne aklım söz dinler, ne de dilim…
Ağustos 2019 – İzmir
Seyfullah