Olta atmaya gece yarısından sonra başlamıştık. Şimdi ise yavaş yavaş denizin üzerinde gün ağarmaya başlamıştı. Limanın açığa bakan iri kayalarından geceden beri olta atıyorduk. Ne çıkarsa bahtımıza. İstavrit, Karagöz, İspari, İksire veya çarpan… Ara sıra küçük süprizler de oluyordu. Bazen kuyruğunda zehirli iğnesiyle bir dragana çekiyorduk. Bazen de oltaya izmarit, kefal, barbun, hatta dil balığı takılıyordu.
Saatlerce bir kayanın üzerinde pineklemenin bazı sıkıntıları da vardır. Acıkıyordunuz örneğin, ya da susuyordunuz, arada sırada çişiniz geliyor. Gelirse, gelsin, denize çöğdürüveririz hallolur. O sabah Rıza da bunu yaptı. Balık kesilmişti. Yarım saattir misinalar kıpırdamıyordu. Yavaş yavaş canımız sıkılmaya başlamıştı. Bize makara lazımdı. Rıza’nın denize çöğdürmesi kaçırılmaz bir fırsattı.
– Oha be Rıza, çüş yani. Denizi köpürttün.
– Birazdan bütün balıklar ters dönüp suyun yüzüne çıkacak.
– Neymiş efendim bizim kasabada turizm gelişmiyormuş.
– Gelişmiyorsa Rıza gibiler yüzünden. Adamdaki idrar torbası değil, benzin tankeri mübarek…
– Bizde neden hiç mavi bayraklı plaj yok. Tabi ki Rıza yüzünden…
– Turizm bacasız sanayi diyene aldırma. Turizm sidiksiz sanayidir. Önüne gelen hıyarın suyunu denize sıkarsa…
Şakalar bir yana Sinop son on yıl içerisinde turizme balıklama daldı. Kurban Bayramı tatilinde bu küçük kasabaya üç yüz bin kişi gelmiş. Gelene mi yansam, sürekli kalana mı?
Kararsızım. Bu kasaba yabancı nedir bilir. Yıllarca Amerikalılarla birlikte yaşamış. Yine de başka illerden böylesine yoğun bir ziyaretçi akını hafızalarında hiç yer tutmaz. Sinop’ta doğup büyümüş, doğduğu yerden doyduğu yere savrulmuş insanlar genellikle yazları anasının, babasının evine gelirdi. Eskiden de yazın sokaklar kalabalıklaşır, çay bahçeleri dolar, çarşıya bir canlılık gelirdi. Ama hepsi o kadar.
Kimse dillendirmek istemezdi ama bu yaz misafirliği her geçen sene daha da sıkıntılı olmaya başlamıştı. Bir evin dört çocuğu var diyelim. Bunların eşleri ve iki de çocukları olsun. Hadi kolaysa gel şimdi bunları bir eve sığdır. Ne oda yeter, ne masa da oturulacak yer vardır. Yatak falan yazın kolaydır ama bunlara ne ekmek dayanır, ne de su… Hele de evin en küçük oğlusunuz, diyelim. Gurbete falan gitmediniz, baba evinde nohut oda bakla sofa yaşamayı sürdürüyorsunuz. Küçük oğlan, sen ne talihsiz adamsın. Ben sana yanmayım da kimlere yanayım. Gurbetten gelen bütün kardeşlerin ve onların eşleri, çocukları yazı senin sırtında geçirecektir. Karın çamaşır, bulaşık yemek, sen Pazar bakkal, kasap ve illa ki balıkçı. Yaz gelince size tatil değil eziyet mevsimi başlar. Yorgunluğun bir yana, maddi yükün üstesinden gelinecek gibi değil. Ben halden anlarım. Gel otur yanıma da birlikte ağlayalım. Dedim ya söylemesi ayıp… Susulurdu.
Üç yüz bin insan, saysan bitiremezsin. Bütün evleri pansiyona versen yatak yetmez. Arabaları sokaklara sığdıramazsın. Anlatanlara bakılırsa sığmamış da zaten. Biz sokağa bile çıkmadık. Denize gitmeyi bıraktık. Sahilde adım atılmıyordu. Plajlar da alışık olmadığımız bir kalabalık. Üstelik gelenlerin çoğu sahil, deniz kültüründen habersiz… Gürültü, şamata, deve güreşi, yerlere atılan çöpler… Tam bir curcuna… Kalabalık çekilinceye kadar pazara bile gitmedim.
Sinop’ta turizm ile ilgili olumsuz bir şey söylemek büyük günah. İnsan yediği ekmeğe nankörlük eder mi? Esnaf halinden memnun. Fiyatlar on beş günde bir değişmeye başlamış. Oteller, pansiyonlar ateş pahası. Bodrum’da Marmaris’te konaklama buradan daha ucuz diyenler var. Oteller büyümüş, sahillere inen falezlere plajlar yapmışlar. Bu kadar masraf edince bedava olacak değil ya. Para peşin, kırmızı meşin… Bi arkadaşa bakıp çıkıcam, ayakları sökmez burda. Neyse ki kadınlar denizi bedava, arka denizin tamamı ta Akliman’a kadar.
İki çeşit insan vardır. Ağzı açık aval aval bakanlar. Yazın ve kalabalığın bereketinden yararlanalar. Madem yazın fırsatlarını tepiyorsun hiç olmazsa başkalarına laf söyleme. Bırak vatandaş ekmeğini turizmden çıkarsın. Zaten topu topu iki ay. Göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor. Sen de bir tezgah aç, para yap. Senin gibiler bu şehrin gelişmesini istemiyorlar. Bizimki kara düzen turizmmiş. Turizmden gelir elde etmek isteyen yatırım yapmalıymış. Gelenin suyu, ekmeği, yatağı, arabasının park yeri, hastanesi, planlanmalıymış. Bu şekliyle turizm bu küçük şehrin insanlarına eziyetmiş. Sahiller çok kalabalıkmış. Sen de denize sabahtan git. Akşam yemeğinden sonra Aşıklar Caddesi’ne inme. Gün torbaya mı girdi. Sakin zamanları kolla. Bunlar esnafın yüzü gülsün istemiyor. Bu şehre para girsin istemiyor. Bunların hepsi boş laf… Paranın tadını alan hiç öyle demiyor. Kavlağan gölgesinde boş boş konuşacağına sen bir kazanın bir kulpuna yapış.
Ben Sinoplu değilim. Esnaf ne zaman ağlar, ne zaman güler? Bilmem. Ayrıca esnafa karşı ne olağanüstü bir sevgim vardır, ne de nefretim. Örneğin bu yıl Sinop’a doğalgaz geldi. Tüp satan veya odun kömür işi yapan, soba, boru, ızgara, kova ticaretiyle ekmeğini kazananlar için Sinop oturup topluca ağladı mı? Bu güzel kasabayı (Benim gözümde hiçbir zaman şehir olmadı.) sadece esnaf ve ticaret erbabı olarak görüyorsak ne mutlu bize. Esnaf için iyi olan Sinop için de iyidir.
Biz eski kafalılar her değişimi maddi bir yaklaşımla değerlendiremiyoruz. Fayda maliyet ilişkisini anlayamıyoruz. Tatlıca Şelalesi giriş ücretinin mantığını çözemiyoruz. Adam sen de çıkarıp beş lire versen ölmezsin ya. Şimdi bir de Akliman ve Hamsilos koyu için giriş ücreti koymuşlar. Bir gürültü, bir patırtı çıktı. Sormayın. Gazeteler, internet, sosyal medya, eylemler, yürüyüşler, pankartlar falan… Hadi buyur buradan yak. Eğer para tek ölçü olacaksa bunda anlaşılmaz ne var? Sinop’a giriş de paralı olsun. Tersaneye inmek ayrı para, Sakarya Caddesinde yürümek ayrı, Aşıklar caddesinde turlamak ayrı olsun. Cezaevinin taş duvarları için para ödemenin mantığı ile bunun arasında ne fark var.
Dilin kemiği yokmuş. Rıza denize çöğdürmese bütün dikkatimi oltama verip sus pus oturacaktım. Kancanın ucundaki yemi kontrol edecektim. Bu akşam birkaç bira alıp gelelim diyecektim. Rıza, polis devriye atıyor. Burada bira içilmesine izin vermiyorlar, diyecekti.
Karanlıkta bizi kim görecek oğlum?
El feneri ile geziyorlar. Kayaların arasını, çantaları hatta balık kovasını bile kontrol ediyorlar.
Hay ben böyle Sinop’un… Memleket ne hale gelmiş.
Burası halka açık alanmış, kabahatler kanunu diye bir şey varmış.
Bütün kanunlar bize bir şeyler yasaklamak için zaten.
Hay ben böyle…
Çüş, tövbe de ulan, yerin kulağı vardır…
Eylül 2019 – Sinop / İzmir
Seyfullah