Daha pankartı da hazırlamadık. Sprey boya çabuk kuruyor. Ama önce bezin ölçülerine uygun büyüklükte harfler belirlemek lazım. Hiç olmazsa karakalemle basit bir taslak çıkarmalı. Ben satırın sonuna sığmadığı için gittikçe küçülen, yer bulabilmek için yukarıya veya aşağıya yönlenmiş yazılardan nefret ederim. Tedariksiz taharete giden … çını ısırganla silermiş. Tek renk mi olacak, yoksa birkaç farklı renk mi kullanacağız? Bunların hepsini kararlaştıralım da işe öyle başlayalım. Sloganımız ne olacak. Çok uzun olmasın. Reklam yazarlarının söylediği gibi en kısa ve en çarpıcı cümleyi bulmak lazım. “Savaşmak için çok genciz. Suriye’ye yaşlılar gitsin.” Böyle slogan mı olur? Neden savaşa yaşlılar gitsin. Zaten ömürlerinin çoğunu yaşadılar. Geriye azıcık kalmış. Ölseler de olur gibi bir mantık kurgusu hiç insani değil. Biz yaşamı savunmalıyız. Bu nedenle insanlar değil köpekler gitsin bile diyemeyiz. Hiçbir canlının ölmesini istemiyoruz. Ağaçların, otların hatta amiplerin bile. Tek bir canlıyı feda etmek zorunda kalsam belki Corona Virüsü ölsün diyebilirim.
Eylemden sonra bizi hapse atabilirler. Hapse girmesek bile gözaltında günlerce kalabiliriz. Azıcık da döverler. Ben diyeyim yüz yumruk, elli dirsek, kırk tekme. Sen de yüz cop, kırk yumruk, iki tüp biber gazı… Şaka yaptım. Suya atlayan adama biber gazı sıkmazlar. O daha çok kalabalık gösterilerde kullanılıyor. Biraz da söverler. Tekme atarken “vatan haini o… çocukları,” diyenler olur. Arkamızda gizli bir örgüt bile bulabilirler. Biz sadece iki salağız desek, kendimiz planladık, kendimiz karar verdik ve eylem yaptık diye yalvarsak bile inanmazlar. Üstelik biz sadece iki salak değiliz. Çok iyi iki arkadaşız. Biraz çılgın, biraz romantik ve duyarlıyız. Aktivist, maktivist de değiliz.
Savaşı zenginler çıkarır, fakirler ölür. Bu hiç orijinal bir slogan değil. Sarte bunu söyleyeli belki altmış yıl olmuştur. Üstelik biz kimsenin sözünü çalamayız. Pankartın altına John Jean-Paul Sartre yazmak gerek. Bu iyi bir görüntü vermez. Aklımıza gelen tüm sloganları bir kağıda listeleyelim. Sonra tek tek ele alıp on üzerinden değerlendirelim. En yüksek puan alanlar arasından da birinciyi belirleriz. Üzgünüm, annenden savaş karşıtı slogan bulmasını isteyemezsin. Onları huylandırırsak eylem planımız suya düşer.
“Savaş insanların değil yönetimlerin seçimidir.” Geçelim bunu. Ben beğenmedim. Çünkü yönetimleri insanlar seçer. Üstelik savaş çığlıkları atan yönetimler genelde oy oranlarını yükseltir. Sıradan insan bazen kasabını seçen öküze benzeyebiliyor. Hitler barış ve demokrasi çağrısıyla iktidara gelmedi. Öteki diktatörler de…
“Öldürme, soldurma, yeşert, büyüt…” Bu slogan da güzel değil. Çevreci çağrışımları var. İnsanda sloganın ardından “Akdeniz Foklarının soyu tükenmesin,” deme isteği yaratıyor. “Savaşa dur de. Analar ağlamasın, babalar da…” Bu da güzel değil. Analar ağlarken babalar bıyık altından mı gülüyor? Gençlerin ölümünü sadece analarının gözyaşına ve acısına denk görmek, yitirilen yaşamı tek bir resimle anlatmak bence haksızlıktır. Gencecik bir bedenin toprağa düşmesi geride kalanların acısından daha büyük bir kayıptır. “Savaş cephedekilerin değil, sadece iktidarların ömrünü uzatır.” Bu cümle slogandan çok sözlükte yazılı bir açıklama gibi duruyor. Çok bilgilendirici. Biz kimseyi bilgilendirmeyeceğiz, eğitmeyeceğiz, değiştirmeyeceğiz veya bir fikir oluşturmayacağız. İnsanların umursamaz ve çok uzağında gördüğü savaş halini günlük yaşamınım içine taşıyacağız. Bunu da basit bir eylemle ortaya koyacağız. Vapurdan buz gibi suya atlayacağız. Ve pankartımızı açacağız.
Vapura binmeden önce evde prova yapalım. Bir iki üç… Sen de say. İçinden değil, sesli say. Hadi şimdi ikimiz birlikte. Bir iki üç… Tıp mı dedin sen? Lütfen biraz ciddi olalım. Şakanın hiç sırası değil. Sayarak başladığımız her şey aklımıza biraz oyun ya da yarışma gibi yerleşmiş. Dağlıyoruz. Saymayalım o zaman. Sayıların yerine isimler kullanalım. Örneğin elma armut, portakal… Muz demeyelim bence. O biraz zengin meyvesi. Erik, şeftali, kiraz da olur. Mevsim salatası gibi illa aynı mevsimin meyvesi olacak diye bir kural elbette yok. Böyle bir dizilim belki de insanın aklında daha kolay yer ediyor. Mango, ananas, muz da olur. Avakoda, kivi, Hindistan Cevizi. Konu nasıl da saçma sapan bir yere geldi. Amacımızdan savrulmuşuz resmen. Bizim şimdi bunları konuşmak yerine yarın öğleyin Karşıyaka vapurundan deniz atlamayı planlamamız gerek. Pankartın turnikelerden geçirilmesi sorun değil. Dedektörler sadece metal eşyalara ötüyor. Önemli olan onu denize düşünce açmak… Giysilerimiz ıslanınca yüzmek zorlaşıyor. Üstelik su da soğuktur. Pankartı açmadan bizi denizden çıkarıverirlerse çuvallarız. Boşu boşuna kışın günü denize atladığımızla kalırız. Bu konuda içim rahat aslında. Bizde her şey telaş içinde rasgele yapılır. Bir sürü sakarlık, bir sürü beceriksizlik yaşanır. Hemen çıkaramazlar. Hipotermiden ölmeden önce çıkarsalar yeter.
“Oğlumu bana ver, git kendin savaş…” Düşündük, taşındık, tartıştık, sıkıldık, ofladık, pufladık. Ancak bu sloganı bulabildik. Beyaz bez üzerine kalın harflerle kırmızı boyayla yazdık. Başkaları ne düşünür bilmem ama yazı da çok güzel oldu. Öğleyin vapurlar sakin oluyordu. Eylemin saatini öğlenden akşama aldık. Saat on altı otuzdaki Karşıyaka vapuruna bindik. Filikaların yanından korkuluğa tırmandık. Pankartı poşetten çıkarıp bir, iki, üç diye bağıra bağıra sayıp atladım. Eylem, atlamadı. Güvertedekiler denize biri düştü diye bağırdılar. Hâlbuki denize iki kişi düştü diyeceklerdi. Eylem, atlamadı. Yüzerek pankartı açmaya çalıştım. Ucundan tutan olmayınca pankart tam açılmadı. Ben açmaya çalıştıkça o da peşimden yüzerek gelip durdu. Paltoyu çıkarmak aklıma gelseydi belki başaracaktım. Atlamadan bunu neden düşünemedim sanki.
Polisler gelmeden körfezden geçen küçük bir balıkçı teknesi beni aldı. Pankartı da topladılar. Neden böyle saçma sapan şeyler yapıyorsun? Kötü zamanlar bunlar, dediler. İstikbalin kararır, hayatın kayar. Yapma böyle şeyler. Üşüyordum, cevap vermedim. Sahile çıkarıp bıraktılar. Pankartımı da vermediler. Bir saat sonra Eylem bize geldi. Neden atlamadın?” dedim. Dalgalı denizde yüzemezmiş. Şaka gibi, insanın inanası gelmiyor. Ağzına su kaçarmış, körfezin lağım suyu… Önceden söyleseydi ona uygun bir hava seçerdik. Sonra ne mi oldu? Yolcuların çektiği videolar internete düştü. Günlerce en çok izlenen ve gülünen videonun kahramanı oldum. Bu rezillikten ötürü trend topik oldun dediler. Akşam haberlerine çıkamadım. Denize atlayıp pankart açmak hiç ses getirmedi. Polis peşime düşmedi. İfadeye bile çağırmadı. Sanırım uğraşmaya değer görmediler.
Mart 2020 – İzmir
Seyfullah