17.9 C
İstanbul
23 Kasım 2024, Cumartesi
spot_img

BÜTÜN ANNELERİN GÜNÜ KUTLU OLSUN

Mayıs ayı Gediz Ovasının en güzel zamanıdır. Sabahleyin bağlar taze yaprak kokar, filiz kokar. Taze biçilmiş yonca kokar. Acımsı, uçarı ve serinlik kokar. Papatyalar gece kapanan yapraklarını güneşe açar. Serçeler yuvaları ile tarlalar arasında mekik dokur. Sarı gagalı yavrular hep çığlık çığlığa, hep açtır. Kırlangıçlar göz açıp kapayıncaya kadar uçup kaybolurlar. Caminin çatısındaki leylek ailesinin en yaygaracı zamanı gelip çatmıştır. Sabah takır takır, öğlen ve akşam…
 
Yine anneler günü gelip çatmış. Sana hiç çiçek vermedim ben. Lokum aldım, helva aldım, çilek ve kiraz… Ama çiçek almadım. Çünkü bizim oraların deyişiyle böyle bir adet yoktu. Sarılmayı, kucaklaşmayı da sevmezdin. Elini öpüp geri çekilirdim. Kederini de neşeni de sadece gözlerinden anlardım. Mırıl mırıl mırıldandığın türkülerden. Ve ben o türkülerin tek bir kelimesini bile anlayıp aklıma yazamadım.
 
Onlarınki yokluk ve kıtlıklardan, salgın hastalıktan, Balkanları saran İkinci Dünya Savaşından sağ kalabilenlerin kuşağıydı. İçlerinde okul yüzü gören hemen hemen hiç yoktu. Erkekler biraz daha şanslıydı. Onlar askerde okuma yazma öğrenmişlerdi. Evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak herkes gibi onlar için de olağan bir yazgıydı. İçlerinde birbirini görüp beğenerek, severek evlenen neredeyse hiç yoktu. Büyükler bu işleri kendi aralarında halletmişler, onlara da razı olmak düşmüştü. Bizim üç çocuğumuz, beş çocuğumuz olsun gibi bir planları olmamıştı. Olan ile ölen sadece yaradanın bileceği bir işti. Tek dertleri yakmadan, üşmeden büyütmekti. (çocukların karınlarını doyurmak, kör, topal olmadan büyütebilmek) Okurlar mı? Çoban mı olurlar? Büyüyenin kader kısmeti olarak bilinirdi.
 
Ben şanslıydım. Tarlaya gitmek istemedim. Okula gideyim, dedim. Kimse önüme durmadı. Benim kuşağımdan bütün çocukların böyle bir seçme hakkı yoktu. Ve bunun için ömrüm boyunca onlara minnet duydum. Yaşamımla ilgili kararları almayı küçük yaşta bana bıraktılar. Bu hem iyi hem kötüdür. Düşüp kaldığımda veya duvara tosladığımda suçu kimseye atamıyorsunuz. Senin yüzünden, sizin yüzünüzden böyle oldu, diyemiyorsunuz.
 
Mayıs gelince gelincikler kanal boyunu ateş kırmızısına boyar. Mor çiçekleri büyür dikenlerin. Ilgınlar püskül atar, ayıtların kokusu akşama karışıp geceye akar. İlkyazın rengi , toprağın kokusu insanı sarhoş eder. Yaşadığınızın tadına varırsınız.
 
Canım annem, sana hiç gelincikler toplamadım ben. Gül demetleri arasına fesleğenler koymayı akıl edemedim. Çiçeği, yeşili, dalı sadece Hıdırellez sabahı için bilirdik biz. Bunlar şehirli adetleriymiş. Öyle duyup, öyle görmüştük. Sadece filmlerde böyle şeyler olurdu. Film başka, gerçek başka…
Kadifeler, yıldızlar, hatmiler, horoz ibikleri, beyaz sabun çiçekleri açardı bahçemizde. Kimisi soğanların kıyısında, kimisi domates ve biber karıklarının arkasında… Ne açandan haberimiz olurdu, ne kuruyandan. Kedi tırnakları uçarı pembe bakardı duvar diplerinden. Aldırmazdık.
Canım annem, Sana bir kez olsun zambaklar almadım ben. Kenarları dantel dantel karanfillerden getirmedim. Hangi çiçeği severdin, hangisinin kokusunu… Öğrenemedim. Mimozaları, manolyaları bilmezdin ama gül severdin belki… Hanımeli hayatın direğine tırmanırdı ve etrafını kuşdilleri sarardı.
 
Yine anneler günü gelip çattı. Sana bir kez bile çiçek getirmedim ben. Ayıp değildi elbet ama makbul de sayılmazdı. Öyle görmüş, öyle duymuş, öyle öğrenmiştik. Alıp getirsen kim bilir ne derdin. Göze alamadım. Anneler günün kutlu olsun. Işıklar içinde uyu.

Mayıs 2020 – İzmir
Seyfullah

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler