Bazı zamanların şerri, hayrından daha çok oluyor sanırım. Tarihin tozlu sayfalarını çevirdiğimizde ocak ayının son haftasının özellikle toplumumuz için hiç de hayırlara vesile olmadığını görüyoruz.
24 Ocak’tan başlayarak bu son haftada ülkemizde yaşanan cinayetler tarihine şöyle bir bakalım:
24 Ocak 1993 Gazeteci ve yazar Uğur Mumcu otomobiline yerleştirilen bombanın patlaması sonucu yaşamını yitirdi.
24Ocak 2001 Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, 4 koruması ve şoförü, silahlı saldırıda şehit edildi.
26Ocak 1973 – Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ve Konsolos Bahadır Demir Ermeni terör örgütü ASALA tarafından öldürüldü.
29 Ocak 1983 Sol görüşlü Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan ve Mehmet Kambur İzmit’te idam edildi.
29 Ocak 1921 Mustafa Suphi ve on dört arkadaşı öldürüldü.
31 Ocak 1990 Atatürkçü Düşünce Derneği ve Türk Hukuk Kurumu Başkanı Prof. Muammer Aksoy, evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.
Ancak ben bu yazımda toplumumuz için bir farklı cinayete, Türkiye Cumhuriyetinin en kökten aydınlanmacı eğitim girişimi olan Köy Enstitülerinin 27 Ocak 1954 tarihinde kapatılmasına değineceğim.
Köy Enstitüleri 17 Nisan 1940’ta 3803 sayılı kanunla kurulmuştu. Amaç sosyal değişim ve eğitim seferberliğini gerçekleştirmekti. Dr. Fay Kirby bu amacı “… tek tip bir idealist ya da üstün insan yetiştirmek değil, çağdaş bir iş bölümünün gerçekleştirilmesini kolaylaştırmaktır. Bu, Kemalist devrimin özlem ve gereksinmeleri ile uyum içinde olacak türlü kişilikler ve meslek adamları yetiştirmek demektir.” sözleriyle açıklamaktadır.
CHP içinde Köy Enstitülerinin kurulmasına karşı çıkan bir kesim vardı. Oylama sırasında 426 milletvekilinden başta Celal Bayar, Adnan Menderes olmak üzere, sonradan Demokrat Partiyi kuracak olan 148 milletvekili meclise gelmemiş; ama yasa, gelen 278 vekilin oyuyla kabul edilmişti.
Yasaya karşı çıkanlar daha sonra da enstitülere karşı propaganda yapmaya devam ettiler. Bunların arasında Van Milletvekili Kinyas Kartal gibi Aşiret reisleri, Eskişehir Milletvekili Abidin Fotuoğlu gibi toprak ağaları da vardı.
Kinyas Kartal, yıllar sonra, Köy Enstitülerinin neden kapatıldığına ilişkin bir soruya şu yanıtı verir:
– Köy Enstitüleri kesinlikle komünist uygulama değildi. Doğuda en yüksek eğitim gören insan benim. Köy Enstitüleri, bizim devlet üzerindeki gücümüzü kaldırmaya yönelikti. Bunu içimize sindiremedik. Benim Van yöresinde 258 köyüm var. Bunlar devletten çok bana bağlıdırlar. Ben ne dersem onu yaparlar. Ama köylere öğretmenler gidince benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. DP ile pazarlığa girdik, kapattık.
Abidin Fotuoğlu’nun Köy Enstitülüler için söylediği “Bunlar yetiştiklerinde bizim kafamızı keserler” sözü de bu gerçeğin bir başka ifadesidir.
Şu anı da yukarıdaki görüşleri desteklemesi bakımından önemlidir: İnönü, Kızılçullu’ya partinin sağ kanadındaki eğitimci R. Şemsettin Sirer’i de alarak gider. Amacı Sirer’in görecekleri ile Enstitüler hakkındaki olumsuz düşüncelerini etkilemek ve yanındaki heyetle bir tartışma ortamı yaratmaktı. Yolda Sirer, Tonguç’a:
– Bindiğim atın benden akıllı olmasını istemem. Kapımıza kazma kürekle dayanmalarını mı istiyorsun bu köylülerin, der.
Akşam yemekte Tonguç bu konuşmayı İnönü’ye aktarır. İnönü kahkahayı koyuverir.
– Nerede o günler keşke öyle gelseler, der.
İnönü’nün Savaştepe ziyaretiyle ilgili şu anısı da Köy Enstitülerini kapattırmak için her türlü yolu deneyenlerin neden korktuklarının güzel bir açıklayıcısıdır:
“İsmet İnönü, Savaştepe Köy Enstitüsünü gezerken, kümes nöbeti tutan öğrenci Hatice Kolukısa’yı görür. Hatice, boz tulum giysisi, boynuna asılı torbası, kalın Sümerbank ayakkabısı ile İnönü ve yanındakileri selamlar. İnönü, Hatice’ye:
– Ne var torbanda, diye sorar.
Hatice:
– Ekmeğim, peynirim ve köftem var, der.
İnönü:
– Başka, diye sorar bu kez.
Hatice, torbasından MEB klasiklerinden Sofokles’in Antigone’si çıkarır.
İnönü’nün gözleri dolar. Tonguç’a dönerek:
– Daha Ankara’da bile okumuyorlar bunları, der.
Hatice:
– Bunları, yalnız ben değil, bütün okul okuyor, diyerek enstitülerde okumanın niteliklerini ve boyutlarını gözler önüne serer.
Bizler, Isparta Gönen İlköğretmen Okulunda, kütüphanede dünya klasiklerini yutarcasına okurken, laboratuarlarında bilimi tanıyarak, spor sahalarında sporun her çeşidiyle uğraşarak, müzikhanede Mozart’ı, Brahms’ı dinleyerek, piyano çalmayı öğrenerek, resim atölyelerinde Degas’dan, Monet’den röprodüksiyonlar yaparak yetişmiştik. Tüm bu olanaklar, enstitülü büyüklerimizin emekleriyle oluşturduğu bir kültür mirasıydı.
Doğu batı ayrımı yapmadan köylere dağıldık. Öğrendiklerimizi çağdaş uygarlığı yakalaması için halkımızla paylaşmaya çalıştık; ama başarılı olamadık. Aydınlanmaya karşı çıkanlar, öğretmen okullarına bile tahammül edilemedi. Ağalar, beyler, şeyhler, dervişler, işbirlikçiler enstitülerden öylesine korkmuşlardı ki öğretmen okullarının kökünü kazımak, köylerden öğretmenleri uzaklaştırmak için gerekeni yaptılar.
Bugünlerde binbir emek kurduğumuz cumhuriyeti kör gözüme parmak misali yanlış üstüne yanlış yapan arkasından “Yanıldık, kandırıldık. Allah bizi affetsin.” diyen birine teslim etmek için gece yarılarında parmak kaldıranlar yerden göğe kadar haklıdır. Çünkü bu halk, şeyhlerinin, aşiret reislerinin, medya patronlarının ve din bezirganlarının işaretine ve efendilerin verdiği sadakalara göre oyunu veren, okumayan, araştırmayan, sorgulamayan, tam da onların istediği bir halktır.
Yıllarca savunduğumuz, uğruna sürgünlere gittiğimiz, hapislerde yattığımız; hatta öldüğümüz demokrasi, özgürlük, çoğulculuk gibi kavramlar; şimdi enstitüleri kapattıranların torunlarının elinde ümüğü sıkılmış tahnide hazır kuştan başka bir şey değildir.
Bilelim ki çocuk tecavüzleri, çocuk anneler skandalları, Diyanet’in akla ziyan bilgilerle ortalığı karıştırması, ana okullarına inen tarikat eğitimleri, 15 Temmuz dinci darbe girişimi, devletin her kademesini İmam Hatiplilerle doldurma çabalarıyla yukarıdaki andığımız cinayetler ve Köy Enstitülerinin kapatılmasının ardındaki gerçek aynı siyasal ve sosyolojik pazılın birbirini tamamlayan parçalarından başka bir şey değildir.
Ben, işte bu gerçeği iyi bildiğimden, daha 11 yaşında söylemeye başladığım bir marşı, ömrüm oldukça söylemeye devam edeceğim.
Candan açtık cehle karşı bir savaş
Ey bu yolda ant içen genç arkadaş
Öğren öğret halka hakkı gürle coş
Durma durma koş!
Şanlı yurdum, her bucağın şanla dolsun;
Yurdum seni yüceltmeye antlar olsun.
Hamdi Topçuoğlu
Facebook Yorumları