8.2 C
İstanbul
22 Kasım 2024, Cuma
spot_img

SYLVİA PLATH’I ANLAMAK

‘Deniz Kızın Aşk Tanrısı’yla tanıdığım ‘Babacığım’ şiirini sesinden dinlediğim, ne büyük insan dediğim kadın şairlerdendir Sylvia Plath.
‘Ariel’ kitabının satırlarını defalarca çizdim, defalarca okudum. Eşelercesine okuduğum satırların arasındaki imge gücüne hayran kaldım. Gizdökümcü, duygusal, imgeli satırlarının arasında kayboldum. Uçurumun kenarında gibi yazdırmıştı satırlarını. Sanki kendi seyahatinin içinde beni de uçurumun kenarına götürmüştü.
Onu bu hale getiren Ted’in olumsuz tavırları olduğu kadar, babasını sekiz yaşında kaybetmesi de olmuştu.
Otoriter babası ölünce ilk şiirini yazmıştı. Sonra onu küçük bir yoldan geçerek ziyaret etmişti. Bu yola kendisi, açelya patikası, demişti.
Hayat onu zorluklarla karşılamıştı. Babasının ölümü sonra yaşadığı diğer hayal kırıklıkları…
Hayatında hep bir hesaplaşma vardı. Gergin ve intiharcı bir kişiliğe sahipti.
Bir dönem yazarlık kursuna kayıt olmak istemiş ama kabul edilmemişti. Geçici işlerde çalışmış, muhabirlik hatta garsonluk bile yapmıştı.
Yaşadığı inişli çıkışlı hayatta çok kere intihara teşebbüs etmişti. En son denemesini 1963 yılında yapmıştı. O an yaşadığı ev İngiliz şair William Buther Yeats‘in yaşadığı evdi. Uğurlu gelecek diye girdiği ev sonu olmuştu. O yıl kış çok uzun geçmiş adeta geçmek bilmemişti.
Yine ne gariptir ki onun üzerine tez yazan Nilgün Marmara’nın kaderi de aynı olmuştu. O da bir sonbahar günü intiharı seçmişti.
Marmara’da Plaht gibi iyi okullarda okumuş, Boğaziçi’nde eğitim almış “Sylvia Plath’ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi” tez çalışmasını bitirdikten sonra ölümü seçmişti.
Onunda karanlıktan çıkma, kendini kırma çabaları olmuştu. Genç bir kızken cıvıl cıvıl yaşamıyla dikkat çekmiş bu enerjisiyle Zelda Fitzgerald’ı çağrıştırmıştı. Özgür ruhlu, bohem hayatı Zelda Fitzgerald’ınkiyle aynıydı.
Sonraki dönemlerde içine kapanmış, şiirler yazmış ama kimseyle paylaşmamıştı ta ki yirmi dokuz yaşında evinden atlayıncaya kadar.
Ölümünden annesi onun yazılarını ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ olarak yayımlatmıştı.
Marmara’nın bu kadar gizemli olmasını, yazılarını saklamasını merak edip intiharını hep sorgulamışımdır.
Acaba bu tez konusunda çalışmasaydı kaderi değişir miydi?
Daha önce ‘Sylvia’ filmini izleğim zaman Sylvia Plath’ın ne kadar sıkıntı çektiğini görmüştüm. Annesiyle yaşadığı sorunları, eşinden ayrılmasını, tek başına ayakta kalmaya çalışmasını. Bu süreçte yanında kalan küçük çocukları da ayrı bir sorundu tabii.
Hayatını yazmaya adamış bir kadın için özgürlük ne kadar önemliyse, iki çocukla ortada kalmak da o kadar zordur.
Yaşadığı sorunlar, intihara sürükleyen en önemli etmenlerdir. Bunun yanında babasını erken kaybetmesi, kusursuzluk anlayışıyla yetişmesi, kırılgan, duygusal bir yapıya sahip olması da etkili olmuştur.
O yaşamın zorluğunu, geçmişin ağırlığını kalemiyle dışa vurmuştur. Geçmişteki hastalıkları, babasızlık özlemi, annesinin mükemmellik arayışı, Ted Hughes’ın sürekli aldatması…
Bu ağırlıktan olacak ki satırlarında hüzün biraz da kırılmışlık vardır. Bu sebepten dolayı iç dünyasındaki çalkantıları şiirleriyle dışa vurmuştur.
Bilge olduğu kadar acılı, zeki ve güçlü olduğu kadar da kırılgan bir kadındır.
Yaşadığı kısa hayatta kendi benliğini oluşturmaya çalışmış son güne kadar da bu arayışını sürdürmüştür. Zeki ve ideolojik bir kadın olarak, atom bombasına, toplumsal eşitsizliğe, cinsiyetçiliğe karşı çıkan sağlam bir kişiliktir.
Ölüme bakışı farklıdır. Biraz korku, biraz sığınak biraz da kaçıştır ölüm onun için. Sırça Fanus’u okurken bunu yoğun hissettim. ‘Sırça Fanus’ tek romanı olmasına rağmen en güçlü eseridir. Bu kitabıyla Kafka’ya yaklaşmış onun karanlık dünyasına ışık tutmuştur. Ne yazık ki aynı kaderden olacak ikisi de çok erken yaşta hayatını kaybetmiştir.
‘Ariel’ şiirinde duygularını ortaya çıkarmış, Günlükler’iyle bütün sırlarını açmış, Kiraz Hanımın Mutfağı’yla güçlenerek devam etmiştir.

“Yakında, çok yakında
Evim olacak
Çürüyen etimi yiyen mezar çukurum.”

“Ölmek
Bir sanat tıpkı öbür şeyler gibi
Ben son derece iyi yapıyorum bunu.”

“Küllerimden
Kızıl saçlarımdan doğuyorum yeniden
Ve insan yiyorum nefes alır gibi.”

Diyen Plaht, kendi olmak için mücadele vermiş, içindeki sesi susturmak için yazmayı seçip, duygularını gizdökümcü bir şekilde satırlarına dökmüştür. İçindeki sesi satırlarına akıtırken aralarına ölüm imgesi katmıştır. Aslında bu imge kalbinde biriktirdiklerini akıtmak da olmuştur.
Diğer yazarlar, ölümden ve böyle yazarlardan korkarlar. Oysa onunki korkusuzca yürümektir. Ölüm bir yolculuktur. Belki de ulaşılamaz hedeftir.
Otuz yaşında hayatına son veren bu zeki kadın, ne kadar zayıf gibi görünse de satırlarıyla güç kazanmış, fikirleriyle yüzyıllar sonrasına ışık tutmayı başarmıştır.
11 Şubat günü aramızdan ayrılan Sylvia Plath’ı saygıyla anıyorum…

Neslihan Minel

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler