9 C
İstanbul
26 Aralık 2024, Perşembe
spot_img

DÜŞÜNDÜM KALDIM

Onu pazarın bir köşesinde kenger satarken tanımıştım. Kenger boyalı; ama temiz mi temizdi elleri. Başörtüsü de entarisi de top donu da öyle. Yıllardır, bu mevsimlerde dağlardan kazdığı kenger dikenini pazarda satarmış. Beni ona götüren arkadaşım:
“Emeğiyle geçinmenin erdemini bilir” dedi.
“Ben, dedi, öyle pis yerlerden diken kazmam. Pis sularda ayıklamam kengeri. Kızlarımı bunun parasıyla okuttum, meslek sahibi yaptım. İşini yavuz tutan da, işine hile hurda karıştıran da karşılığını alır.”
O, kengeri tartarken, onu tütün, pamukta; ekinde, harmanda binlerce kez gördüğümü fark ettim.
Dünya, neden böylesine yaşanası diye düşündüm kaldım?

***

O, Alsancak’ta bir büroda temizlik işçisiydi. Sabahın er vaktinde kalkar, iki oğlunun kahvaltısını hazırlar, onları kaldırır, kahvaltılarını yaptırır, okula gönderir göndermez işe koşardı.
Akşam yine koşa koşa gelir sofrayı kurardı. Bir taraftan bulaşıkları yıkarken bir taraftan da yarının yemeklerini yapar ve oğullarının derslerine yardım ederdi. Yılmazdı hiçbir işten. “Dinçliğimi çalışmama borçluyum” derdi.
Onu televizyon haberlerinde gördüm. On yıl birden yaşlanıvermişti sanki. İşten çıkarma yasağı yüzünden yakasına “ahlaksızlık” yaftası asılarak işten çıkarılmıştı. Onu bu kadar kısa sürede böyle çaresiz kılan neydi? Düşündüm kaldım.

***

O, bu kez çadırlar içinde ağıtlar yakıyordu. 6 şiddetindeki depremde kaybetmişti sevdiklerini.
Daha birkaç gün önce uzaklarda 8.8 şiddetinde bir depremde bile insanlar, sevdiklerini bu denli çok yitirmemişti. Oysa kendi evi, bir anda nasıl da toprak yığınına dönüşüvermişti?
Farkında mıydı acaba yoksulluğunun, 60 yıldır iktidarda olanların yalanlarının, talanlarının? Yoksa tevekkülün ve çaresizliğin dışavurumu muydu bu ağıtlar, düşündüm kaldım.

***

Çığlıkları beynimin içinden çıkmamıştı kaç zamandır. Acımı yeni yeni bastırıyordum ki yeni bir grizu patlamasından sonra gördüm onu. Elleri böğründe, ağıtlar yaka yaka derelerden maden ocağına doğru koşuyordu. Belki kardeşi vardı içerde, belki oğlu, belki kocası… Vardiyalara uğurlarken onu, yüreğinin bir köşesine ilişiveren bir daha görememe korkusu gerçeğe dönüşmüştü işte. İnsan, sevdiğini bile bile ölüme gönderir mi hiç?
Başka ülkelerin maden ocaklarında, bu kadar sık kaza olmaz da neden benim ülkemde olur diye sorgulamış mıydı? Yoksa büyüklerimiz bilir deyip yazgısına boyun mu eğmişti; düşündüm kaldım.
***
Mart ayının sağı solu belli olmaz. Bunu bilirdi bilmesine de yine de gönlü bahara aldanırdı. Bir lale, bir papatya, zamanı hayra yormasına yeterdi.
Az kaldı derdi içinden. Oğlu bir şafak sayıyorsa, o kimselere belli etmeden bin şafak sayardı. Diyarbakır mı demişlerdi haberlerde, Şırnak mı, Hakkari mi yoksa? Mayın mı, PKK, eşkıya, terörist, gerilla, kaza…Ne önemi vardı bu sözcüklerin?
Yanan onun yüreğiydi. Kalan ömrünün yükünü sırtlamıştı işte.
Acaba o da “Vatan sağ olsun!” deyip köşesine mi çekilecek miydi? Yoksa ona bu acıları yaşatanlar, sınırlarda kahramanlar olarak karşılanırken, bu vatan uğruna savaşanların, bir bir göz altına alınmasının nedenini bir kez olsun sorgulayacak mıydı; düşündüm kaldım.

***

Bütün gün, bir daireden ötekine koşturmaktan yorulmuştum. Dolmuşa bindim kendimi en arka sol koltuğa bıraktım. Dolmuşun bir köy kavşağında durduğunu bile hissetmemiştim:
– Cümleten hayırlı yolculuk dedi bir kadın.
Kafamı kaldırdım. Otuzlu yaşlarda başı bizim ora işi kar beyazı örtülü bir köylü kadındı. Teşekkür ettim, yalnız kendimin duyabileceği bir sesle. Doğrusu başka bir ses de duymadım.
Bir sonraki köy kavşağında dolmuş, yine durdu. Kadın bu kez inerken:
– Uğurlar ola, dedi. Yolunuz açık olsun
Karma okullara şiddetle karşı çıkan; kadının görevi çocuk doğurmak, yeri kocasının dizinin dibidir, diye TV’lerde nutuk çekenleri anımsadım; düşündüm kaldım.

***

Televizyonlarda 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilgili konuşmaları izlerken aklımda kenger dikeni parasıyla kızlarını okutan; tütünden, pamuktan, harmandan; atölyelerden, fabrikalardan; okullardan, hastanelerden tanıdığım, ekmeklerini kazandıkları için mutlu olan kadınlar vardı.
-Yarın sokağa yine çıkma yasağı var, dedi eşim. Çıkıp sahilde biraz yürüyelim.
Lodos, denizin yüzeyinden topladığı tuzlu suları evlere sokaklara serpiyor, yat serenlerinin uğultusunu tepelerden tepelere aşırıyordu. Tam bir cadı düğününün içinden geçiyorduk.
Eşim; “Sıkı tutun bana. Nice yıkıcı olursa olsun, tüm fırtınalar yatışır. Hele bahar böylesine yakınken” dedi. Düşündüm kaldım.

Hamdi Topçuoğlu

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,340AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler