Güneş, gecenin yorganını henüz üstünden atamamış. Gökyüzü haza irin dolu dev bir yara. Dünden bu yana yağan küllerle yaprakları kırlaşmış asmalarda çıt yok. Tam da olgunlaşmaya yüz tutmuş salkımlar şaşkın. Bense çaresiz, üzgün dahası öfkeliyim.
Bağın içinde bunca zamandır üzümlerini besleyip büyüten asmalara ne diyeceğimi bilemeden dolaşıp duruyorum. Her kül yüklü yaprakla öfkem daha da büyüyor. Öngörüsüz ve sorumluluklarından habersiz, her felakette başkalarını suçlayarak kendilerini aklamaya çalışan yöneticilere sözlerim hem çok hem çok ağır.
Çözüm olmadığını bilsem de asmaları tek tek silkeleyerek yaprakları, salkımları küllerden arıtmaya çalışıyorum. Gökten yağan felaketi elle temizlemeye çalışmak, doğa karşısındaki aczimizi göstermek için eşsiz bir örnek…
Olmuyor. Gücümüz öylesine sınırlı ki…
Baharda bağ budama, dallara su yürüdükten sonra yapılırsa makas vurulan yerlerden damla damla su gelir. Çocukluğumda babam; “Bak, budamayı zamanında yapmadığımız için asma ağlıyor. Bu da onun dili.” derdi. Bu sabah asmalar ağlayamıyor bile. Hani bebeğini tam da kucaklamaya hazırlanırken yitiren annenin çaresizliği olmalı bu.
“Ah ben asma dilini niye bilmiyorum ki! “
Kulaklarıma gelen kanat şıpırtılarıyla irkiliyor ve gökyüzüne bakıyorum.
İşte oradalar. Bir alay gökçe güvercin dönüyor yükseklerde. Yorgunlukları o kadar belli ki öndekilerin rüzgârından daha çok yaralanabilmek için neredeyse birbirlerine yapışık uçacaklar. Bir an o yorgun kanatlara rüzgâr olasım geliyor.
Onlar buraların kuşları değil.
Onlar günlerdir yanan dağların gökçe güvercinleri.
Yuva belledikleri mağaralar, kaya kovukları birer külhan artık. Beslendikleri bitkiler yandı. Su içtikleri pınarlar, dereler kurudu.
Bağın ortasındaki küçük göleti merkeze alarak her seferinde biraz daha alçakta ve daha küçük daireler çizmelerini izliyorum.
“ Haydi inin, korkmayın. Yangınlardan kaçıp geldiniz. Hem yorgun, hem aç hem susuzsunuz. Bu su tertemiz. İçin haydi!” diye mırıldanıyorum.
Bizim yaylada bağlar bahçeler, sonbahar yağmurlarıyla göle döner. Bütün kış su altındaki toprak mayısla birlikte suyunu derinlere çeker, tava gelir. Artık kuyuların dışında su bulacağımız ne bir dere ne bir pınar vardır.
Biz, tarlayı drene ederek suların bir yerde toplanabileceği bir çukur açmıştık. Amacımız yağmur sularını burada toplayarak kışın kök çürümelerini önlemek, yazın da bu suyu sulamada kullanmaktı. Doğrusu bu suyun kuşların da imdadına yetişeceğini hiç düşünmemiştik.
“Nihayet suya iniyor alay
Kanatlarında son gayret
Önce içlerinden biri
Belki en cesuru,
Belki bilgesi
Daldırıp gagasını
Kana kana içiyor
Nefes bile almadan.
Ardından diğerleri
Su su olmaktan memnun
Hazır yeniden tırmanmaya herkes
Hayat denen merdiveni.”
İçimde, öngörmeden de olsa iyi bir iş yapmanın sevinci ışıldıyor. Bir an asmaları unutuveriyorum.
Hani dilimi anlasalar, acılarını yüreğimde hissettiğimi söyleyeceğim en önce. Böyle bir felaket yaşattığımız için yönetenlerim adına, insanlık adına özür dileyeceğim onlardan. “Gitmeyin!” diyeceğim. “Kalın buralarda. Bu bağ bahçe, size de yeter, bize de…”
Bir an içlerinden biri başını kaldırıp bana bakıyor. Sanki benim oradaki varlığımı hep biliyormuş gibi. Bir şeyler anlatır gibi ötüyor.
Irrk uu!
Uu ! Uuu!
Irr u…
Ürperiyorum. Hem de çok…
Sonra hep birlikte ötüyorlar:
“Uuuu Uu, Uuuu u,
Rııırr ır u,
Rrr u, rrr u ırrk u!
“Burası el yurdu
Burası yaban
Yangınlar sarmış olsa da kapızları
Küle dönse de belenler
Barınmaya yeni kaya kovukları
Uçmaya uçurumlar bulmak gerek”
Korkularım dağ, içim ezik.
Onlar, alafı hâlâ yanaklarımı yalayan rüzgârları yararak dağlara doğru uçup giderlerken dilimden,
“Çöktük yurtlarına kurdun kuşun
Sürdük bayırlara,
Sürdük başı karlı boranlı dağlara
Şimdi yine kuşatmalardayız
Ormanları yakarak
Parça parça doğrayarak kayaları
Sulara ağılar katarak.”
dizeleri dökülüyor. Bağda ne kadar korkuluk varsa topluyor, kırıp atıyorum.
Şimdi kuşları korkuluklarla korkutmak zamanı değil.
Şimdi suyumuzu, bağımızı bahçemizi son yurtlarını da yaktığımız cümle mahkukatla paylaşma zamanı.
Bugün onlara dünden çok ama çok daha muhtacız. Çünkü bana “Yangınlar Çağı”na girdiğimizi söyledi o gökçe güvercinler.
Hamdi Topçuoğlu