5.4 C
İstanbul
24 Kasım 2024, Pazar
spot_img

İZMİR’DE BİR SABAH

Tatilden yorgun argın döndük. İzmir’in sıcağı, güney kıyılarımızı aratmıyor. Kapıyı pencereyi açıp çoluk çocuk seriliyoruz evin en serin bulduğumuz köşelerine. Sağa dön, sola dön…Uyku yok. Gece yarısını geçerken meltem esmeye başlıyor;uykuya dalıyoruz.
Sağ olsun, evimize en yakın caminin müezzini güzel ezan okur.
Müezzinimiz, en dokunaklı sesiyle saba geçmeye başlayınca
gözlerim aralanıyor. Ardından sağımızdaki, derken bir öteki camiinin müezzini başlıyor ezana; birbirine karışıyor sesleri: pes, tiz, baygın…
Haydi diyorum, kendi kendime:Erken kalkan işine, geç kalan düşüne.
Uyku gözden akıyor. Kıvrılıp kalıyorum divanın üstünde.
– ü ü ü rü ü ü ü !..
Hay Allah unutmuşum, Kurban Bey’in horozunu.
Reyhan Hanım’ın çillisinin yanıtı gecikmiyor:
– ü ü ü rü ü ü ü !
Ve 80’lik Nevaser Hanım’ın Marki’si günaydın diyor konu komşuya:
– Blaf Blaf…
Öfkeyle fırlıyorum balkona. Saten sabahlığı içinde Nevaser Hanım:”Hoş geldiniz.” diyor.” Marki sıcaktan uyuyamıyor da.”
Haydi diyorum, kendi kendime:Erken kalkan işine,geç kalkan düşüne.
Bilgisayarı açıyorum. Yaşadıklarını yazmaktan kolay ne var?Öfkeleneceğine, yaz işte: ‘İzmir Gürültüye Teslim, İzmir’de Ses Kirliliği, Komşu Hakları…
“Aralarında uyum olmayan sesler gürültüdür. 90 desibelden daha yüksek sesler sağlığımız için tehlikelidir, uzmanların açıkladığına göre sağırlık, sinir hastalıkları , kalp ve kan dolaşımı hastalıklarına yol açmaktadır.”
Ne yapıyorum ben? Bir tıp makalesi gibi bu yazı.
“Da dii da!..”
Köşe başındaki kamyoncu kardeşimiz gece vardiyasından döndüğünü hanımına haber veriyor olmalı.
Balkona oturuyorum. Karanlık, İzmir’in üstüne bir sis perdesi bırakarak dağılıyor. Körfez gümüş. Sahilevleri, İnciraltı, Bahçelerarası… siyah lekeler yeşile dönüşüyor; seraların çatıları ışıldıyor.
Deniz mi bizden gizleniyor, biz mi denizden uzaklaşıyoruz? Birkaç gün önce ovanın bir köşesini süsler bıraktığım bir top melengici ya da servi kümesini yitiriveriyorum. Her geçen gün daha çok kızarıyor mandalina bahçeleri. Mantar gibi bitiyor evler.
Bir dostum anlatmıştı.
Bir ‘İngiliz arkadaşı ziyarete gelmiş. İzmir’in görülebilecek tüm güzelliklerini konuğuna göstermiş arkadaş. Sonra da sormuş:
– Eee, İzmir’i nasıl buldunuz?
Adam:
– Güzel, demiş, çok çok güzel.
Dostum, konuğuna İzmir’i beğendirmenin gururunu yaşarken konuk, eliyle Susuz Dede’nin yeşilliğini göstermiş ve eklemiş:
– Orayı niye unuttunuz, anlayamadım.
Göz ufkumda Çiğli, Bostanlı, Karşıyaka…çıplak dağlara bir bulut gibi ağan beton yığınlarını görmemek için gözlerimi kapatıyorum:
1910’lu yıllar. Kordon’dayım. Cafe de Paris, Ahmet Haşim ve Yakup Kadri’yi ağırlıyor. Haşim, Halkapınar sazlıklarında Göl Saatleri’nin şiirlerinden birini daha avlamış. Bir yandan nargilesini fokurdatıyor,bir yandan da Yakup Kadri’ye duygularını anlatıyor:
” Şu İzmir’in garip bir büyüsü var. Her saat bir başka renge giriyor;hoşa gitmek için kâh ipeklere, kâh tüllere bürünen şuh bir kadın gibi…Hele şu denize bak. İzmir’de deniz, ufuklar, şu karşı sahiller dâhi bir ressamın kendi ruhundan bir şeyler katarak meydana getirdiği tablolar gibidir.”
Neden sonra daldığım düşten uyanıyor; ” Haşim gibi güç beğenir bir ozana bu sözleri söyleten İzmir’den ne kaldı ki geriye? ” diye düşünüyorum :
” Bir gemi geçiyor Kale önünden Batı ‘ya doğru ağır ağır; ışıkları hâlâ yanık.” Sonra sokaktan geçen pırıl pırıl giyimli aydınlık yüzlü kızları, oğlanları görüyorum.
İzmir’i neden sevdiğimi bir kez daha anlıyorum. Biliyorum ki İzmir, her şeye rağmen ülkemin çağdaşlığa çevrilmiş en aydınlık yüzlerinden biri.

Genç Mektuplar, Hamdi Topçu
Fotoğraf: Halkapınar, Diana hamamı

Hamdi Topçuoğlu

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler