Ve korkulan oldu… Pandemi, iklim krizi derken yakınımız da bir yerlerde bombalar patlamaya başladı. 2022’de böyle bir şey olur mu olmaz mı, derken medeniyetin beşiği Avrupa’da halk sokaklara döküldü, çocuklar perişan oldu.
Rusya’ya gelen yaptırımlarla petrol fiyatları arttı çünkü artık petrolü işleyemeyecek.
Bu gidişle Rus şirketlerinin tahvil hisseleri iptal edilecek. İhracat ve ithalatta da sınırlandırıldı. Küresel büyüme risk altında. İhracatçı zor durumda. Hipereflasyon her şeyi vurdu. Bu gidişle de fiyatlar düşecek gibi durmuyor. Sebze, meyve alımı durdu. Fiyatlar arttı. Bu hem turizm hem de ticarette kriz demek.
Rusya merkez bankası, faiz oranlarını yükselti. JP Morgan petrol fiyatları için 150 dolar olacak dedi.
Avrupa’da doğal gaz fiyatları %50 arttı. Deniz sektörü de bu işten payını aldı. Mahsur kalan gemiler ve personel gibi… İnsanı koridor ve güvenlik gibi yeni önemler almak gerekiyor. AB hava sahasını Rusya’ya kapattı… Rus bankalarının SWIFT sisteminden çıkarılmasıyla ekonomisi bozuldu. Kargo şirketleri, lojistik, turizm bu işten zarar gördü. Ayçiçek yağının %80’ini, buğdayın %19’unu ihraç eden bu ülkeler zor durumda kaldı.
Sadece bu değil doğalgaz ve çip yapımında kullanılan paladyum da pahalandı. Bu ülkelerdeki savaş tedarik zincirini olumsuz etkilediği için dünyayı etkileyen küresel bir kriz oluştu. Avrupa gaz sorunu çekerken, kömür piyasası da arttı. Petrol, Palm yağı da bundan nasibini aldı.
Belçika’da halk iyot haplarını stokladı. Bu süreç de savunma ve havacılık yatırımları önem kazandı.
Bizim de durumumuz farklı değil. Enflasyon zirve yaptı.
Enerji olarak dışarıya bağımlıyız, bunun yanında samana kadar her şeyi yurtdışından alıyoruz. Bu da bizi doğal olarak krizin içine çekiyor.
Somonu Rusya’ya satıyorduk, domatesler, portakallar da elimizde kaldı. Turizm felç oldu. Üç saatlik uçuşlar beş saate çıktı. Altın, gümüş tavan oldu daha da olmaya devam edecek.
Petrolden, gaza kadar her şey arttı. Ayçiçek yağı kırmızı alarm veriyor. Demir, çelik sıkıntısı başladı. Samanı, buğdayı ithal ederken düşeceğimiz durum ortada. Yakında ekmek bulup yiyemeyeceğiz.
Sanatçı evrenseldir…
Bu krizden sporculardan, sanatçılara, yazarlara kadar bütün aydın kesim etkilendi.
Sporcular o kadar yoğun çalışmışken bir anda bütün hayalleri yok oldu. Onların alın teri nereye gidecek?
Eurovision’dan çıkarıldığı gibi sanatçıların konserleri de iptal edildi. Anna Karenina filmi durduruldu. Rus yazarların eserleri de bundan payını aldı.
Taras Şencevkon’un suçu ne?
Nikita Kadan, Maryna Er Gorbach’ın suçu ne?
Valery Gergiev, Mariinsky Orchestra’nın suçu ne?
Kuğu Gölü’nün, Uyuyan Güzel’in, Fındıkkıran’ın suçu ne?
Rus Kedileri’nin, Rus pastasının suçu ne?
Floransa’daki Dostoyevski heykelinin suçu ne?
Sanki heykel yıkılınca kocaman Dostoyevski dünya edebiyatından silinecek mi?
Palto’yu unutacak mıyız?
Tolstoy’a küsecek miyiz?
Sanatçılar, yazarlar, birleştiricidir, uzlaştırıcıdır kan döken, ağlatan değildir, mutluluk verendir. Sanatçı evrenseldir, bütün insanlığın iyiliği için çalışır. Bütünleştirir parçalamaz, yaşatır öldürmez.
Dostoyevski’yi, Tolstoy’u, Puşkin’i, Gogol’u bu his yazdırmıştır… İnsanlığa hizmet etmek. Okunurken var olmak, var oldukça insanlara bir şeyler vermektir. Onları uykusuz kılan, yoksulluk içinde öldüren bu duygudur. Hümanist düşüncelerle insanlığı yaşatmaya çalışmak genel amaçtır.
- Dünya Savaşı’nı en iyi anlatan eserlerden biri Picasso’nun ölümsüz eseri; ‘Guernica’dır; karmaşıklığı, içindeki şifreleri, acıları ve küçük barış işaretiyle.
Yaşadığımız bugünlerden sonra onun ne kadar doğru bir resim çizdiğini anladım. Öfkesini siyah beyaz tablosuna aktarmıştı. Belki bir isyan bir başkaldırıydı bu.
Uygar insanlar başkalarını gasp ederek, evlerini yakarak, hak elde etmeye çalışmaz. İnsanları ülkesinden, topraklarından koparmak kadar kötü bir şey yoktur.
Ya ölen masum çocuklara ne demeli?
Başkalarının kanlarıyla yükselmeye çalışmak, barbar insanların tercihidir. Masum insanların ölümleri üzerinden strateji oluşturmak ne kadar acımasızca bir yöntemdir.
Lev Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını okuduktan sonra savaşın ne olduğunu anlamıştım. Leningrad, Stalingrad da aynı duygularla izlemiştim.
Anatevka’da geçen, Damdaki Kemancı filmindeki, Sütçü Tevye karakteri hâlâ aklımdadır. Beş kızının farkı insanlarla evlenmesine içerlediği için söylediği şarkıyı hâlâ hatırlarım; “Güneş doğar, güneş batar akar mevsimler…”
Damdaki Kemancı, baba kız ilişkisini anlattığı kadar dönemin Ukrayna’sını da anlatan bir filmdi. Orada da kaçış ve göç vardı. Hayalleri olan ülkelere göç ediyorlardı.
Tarih tekerrür mü ediyor?
Ukrayna işgaliye tarihin tekerrürden ibaret olduğunu bir kez daha anladım.
Birinci, ikinci derken, üçüncü dünya savaşı mı geliyor?
Canlı yayında patlayan bombalar. Evlerinin koridorunda hapis yaşayan öğrenciler; Zeynep, Ayşe bunlardan bazıları.
On bir yaşındaki çocuk kaç kilometre yürüyerek Slovakya’ya sığınıyor.
Zenginler gökdelenlerin tepesinde hayatın tadını çıkarmaya çalışırken, Ukrayna’da halk metro istasyonlarında yaşamaya çalışıyor. Birileri dünyanın bir yerlerinde tatil yapıp bugün ne yesek, diye düşünürken metro istasyonunda bir bebek dünyaya geliyor, Mia.
Bombalar altında doğan Veronica.
Kimi çocuklar yemyeşil kırlarda dolaşırken birileri yüzendeki kanı silmeye çalışıyor, Suriye işgalindeki küçük İmran…
Ve Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de başlarına bomba yağan diğer çocuklar…
Peki, bu kadar şeyini bedeli kim ödeyecek, yoksul halk mı? Masum çocuklar mı? Soğuk kış gününde yurdundan göç etmeye çalışan insanlar mı?
Başka toprakları da kök salmaya çalışmak ne kadar zordur bilir misiniz?
Bunları izlerken Hayat Güzeldir, Piyanist filmlerini hatırladım.
Hayat bu kadar acımasız olmamalı!!!
Medyanın gücü…
Siper cephe savaşları başladı. Kurumların şirketlerine saldırılar düzenlendi…
Rusya’da yabancı medya susturuldu… Medyanın sansürlemesinin amacı neydi? İnsanlar bilinçlenmesin…
Teknolojiyle birlikte herhangi çiftçi de haber kaynağı oldu. Bu da habere ulaşmada halkın rolünü gösterdi. İnsanlar halkı için savaşıyordu. Siviller sokaktaydı. Paylaşımlarıyla, yazılarıyla katkıda bulunuyorlardı. Halk medyası susmadı.
NATO şemsiyesi…
Bu süreçte Nato’nun popülaritesi arttı. NATO’nun önemi ortaya çıktı. NATO şemsiyesinin koruyuculuğu arttığı için İsveç ve Finlandiya gibi ülkeler bu şemsiyeye sığınmaya çalışabilirler. Çünkü onun şemsiyesine ihtiyaçları var.
Küresel barış önemli…
NATO, G7, AB Rusya’ya karşı nasıl tavır alacaktı? Olaylar bununla kalacak mı, yoksa diğer ülkelere de sıçrayacak mıydı? Özellikle de ülkelerin korkusu olan ekonomik güç Çin’e?
Yatırım kıskacında kalan Rusya zayıflar mı bilinmez ama zor günlerin geldiği kesin…
“Yurtta barış dünyada barış”
Montrö Antlaşması 20 Temmuz 1936 yılında Tevfik Rüştü Aras tarafından imzalandı. Savaş zamanında savaş devletlerinin savaş gemilerini kısıtlayan hükümler vardı. Burada; “Türkiye savaşan tarafsa savaş gemilerinin geçişi tamamen Türk hükümetinin uhdesindedir” ifadesi kullanılmıştı.
Buna dayanarak boğazlar güvence altına alınmıştı.
Montrö Anlaşması’nın ihlali savaşın büyümesine sebep olacağı gibi kaynayan Karadeniz ’in savaş gemileriyle dolması demekti.
Umarım böyle gaflet içine düşmeyiz ve cephe olmayız…
Ukrayna Savaşı, yenidünya düzeninin habercisi mi?
Umarım AB Ukrayna’yı yem etmez. Çünkü olay buradan diğer ülkelere de yayılır bu da yenidünya düzeninin habercisi demekti. II. Dünya savaşı adım adım geldi, Polonya altı günde ikiye ayrıldı.
En kötüsü de nükleer silahlar. Çernobil’i hatırlamak bile istemiyorum. Dünyanın tek bir ülke olduğunu anlatan korkunç bir gerçek. Ekosistem, iklim krizi derken bir de bu başımıza gelmemeli.
Ağırlaşan ambargolar, yaptırımlar Putin’i Hitler’e dönüştürmez. Devletler parçalanmaz ve III. Dünya savaşı çıkmaz.
Gelecek günler daha neler getirir bilemiyor ama umarım bir an önce her şey yoluna girer ve tarih tekerrür etmez…
Neslihan Minel