1.8 C
İstanbul
23 Kasım 2024, Cumartesi
spot_img

BASRİ DEDENİN PENCERESİ

Basri dedenin evinde çok uzaklardan gelen misafir bir çocuktum. Tek katlı eski evin bir sürü odası vardı ve bu odalardan birinde ne kadar zaman misafir olacağımızı bilmediğim günlerde annem babam ve ablamla birlikte kalıyorduk. Bu eski evin ağaçlarla komşu olmuş güzel pencereleri vardı. En çok sevdiğim ön bahçeye bakan oturma odasının penceresiydi. Evin zemini ahşap kaplı olduğundan yürüdükçe gıcırdadığını hatırlıyorum. Tavan da beyaz boyalı ahşap döşeliydi. Oturma odasında duvara dayanmış yemek masası, onun karşısında yan yana konulmuş iki çekyat vardı. Basri dedeyi çok seven insanlar misafirliğe geldiğinde burada oturtulur ve ağırlanırdı. Evin giriş kapısının arkasında demir borusu tavana uzanan silindir yapıda odun sobası, yanında yatmak veya oturmak için desenli örtülü şilte vardı. Bizden yaşça çok büyük Basri dedenin üç kızından en küçük olan Emine abla, uzun bacaklarını karnına doğru çekerek hep o şiltenin üzerinde otururdu. Babam: “Böyle oturmak köpek oturuşudur, sakın siz öyle oturmayın” diye bize sessizce öğüt verirdi. Basri dedenin siyah beyaz tüplü televizyonu vardı. Üzerinde beyaz dantel olan bu tombik televizyon sadece akşamları haber seyretmek veya TRT’de müzik dinlemek için açılırdı. Televizyon gün boyu vitrinde kapalı uyurdu. Benim en iyi televizyonum pencerenin ardında gördüklerimdi. Şiltenin ayakucuna denk gelen ahşap çerçeveli eski pencerenin önünde bir iskemlede otururdum. Cama değen ağaç dallarını ve dökülen sarı yaprakları seyrederdim. Mevsim sonbahardı. Sobada yanan odunların çıtırtılarına kulak kabartır, cama vuran yağmur damlalarının aşağıya doğru süzülüşlerini izlemek hoşuma giderdi. Tek işim pencerenin ardındakilerini seyretmekti.

Kimseyle konuşmazdım, konuşmak istemezdim. Doğduğum topraklara olan özlemimi içimde bastırarak okulumu, arkadaşlarımı, mahallemi, sıcacık evimi, anneannemin kucağında büyüdüğüm köy evimi çok özlüyordum. Ailem Bulgaristan’dan zorunlu göç ile Türkiye’ye İstanbul’a gelmişti ve Basri dede bize evini, kucağını açmıştı. Şimdi Allah rahmet eylesin, Basri dede nurlar içinde yatsın. Ona duacıyım, bana defter kalem alıp tatlı sesi ile okuma yazmayı öğretmesi, yardımsever yüreği ile bayramlarda büyük harçlık vermesiyle hatıralarımda yaşayacaktı.

Çocukluğumun en derin hatıralarından biri, Basri dedenin penceresinden sonbaharı seyrettiğim zamandır. Saatlerce tek kelime etmeden, sonbaharın kızıllığına bakardım. Ağaç dallarının sararmış yaprakları, rüzgarla birlikte balerin gibi kıvrılarak adeta dans edercesine toprağa düşerdi. Kışa hazırlanan ağacın gövdesinde yeşil yosunlar parça parça öbeklenmiş, karıncaların yolunu keserdi. Pencereden aşağıya baktığımda sarı beyaz pembe kasımpatılar, bana sanki el sallardı. Kasımpatıları bahçe kenarına dikmişti Basri dede ve ne zaman dışarı çıksam onların yanından geçtiğimde çiçeklere burnumu dayayıp derin derin koklardım. “Kasımpatı kokar mı?” demeyin, limonsu ferah kokuları bana köyümü, kasımpatılarla dolu büyüdüğüm bahçeli evi hatırlatırdı.

Evde bazen kimsenin olmayışı ile odaya sessizlik çökerdi. Sobada yanan odunların çıtırtı sesleri, cama vuran yağmur damlalarının sessizliği bana huzurlu gelirdi. Elime tutuşturulmuş bir bardak sıcak sütü sessizce içerken, bahçede gezen kedilere de vermek isterdim. Islanmış patileriyle bazen bahçede yaprakların arasında bir şey arar gibi eşelenirler, bazen kiremitlerin üstünde minik serçeleri yakalamak için atlarlar, bazen de birbirlerini görünce mırmırlaşırlar ve uzun sesler çıkararak adeta konuşurlardı. Mahalle kedileriydi onlar ve Basri dedenin evini severlerdi, mutlaka bahçenin bir köşesinde onlar için yiyecek olurdu.

Sabahları öten guguk kuşunun sesini çok severdim. Bana guguk kuşlarıyla dolu, Bulgaristan’daki Meryem teyzemin bal kokan güneşli evindeki uyanış zamanlarımı hatırlatırdı. Bahçeye bitişik komşu gecekondu evin kiremitlerine kumrular gezinirdi. Kediler onları kovaladığında ya pencere önündeki ağaç dallarına ya da onları daha yakından görebileceğim pencere pervazına konarlardı. Kumruların sanki merakla ve çok bilmiş bakıyor gibi görünen boncuk gözlerini dikkatle seyrederdim. Boyunlarındaki doğal çizgiler ne kadar da güzeldi. Birbirlerini kaşımaları ise beni gülümsetirdi. “İnsanlar gibi birbirlerini seviyorlar, minik kalpleri pıt pıt atıyordur”, diye düşünürdüm. “Acaba ıslak dallara tutunan çıplak ayakları üşümüyor mudur?” diye de üzülürdüm. Beni daha çok mutlu eden yaramaz serçelerdi. Birikmiş yağmur sularının içinde banyo yapmaları çok komikti. Bu minik tombul kuşlar, banyo sonrası bir güzel silkelenir, sonra da daldan dala konup sanki birbirini kovalarlardı. Bana göre onlar şımarık kuşlardı. Kedilerle de dalga geçtiklerine adım gibi emindim.

Komşu tek katlı evlerin irili ufaklı bacalarından çıkan dumanı seyretmek de hayal yolculuğuna çıkmak gibiydi. Sonbaharın gri gökyüzüne uzanan beyaz gri dumanlar çizdiğim resimlerdeki gibi puf puf bacadan çıkar sonra kaybolup giderdi. Hayallerime, hatıralarıma çıkan yolculuklarla özlemimin birleştiği halkalara benzerdi baca dumanı. Küçük çocuk yüreğimde bazen öyle yalnızlık ve öyle üzüntü hissederdim ki ağlamak isterdim ama ağlayamazdım çünkü büyüklerin kızmalarından korkardım. “Durup dururken neden ağlıyorsun?” diye azar işiteceğimi bilirdim. Özellikle Basri dedenin genelde misafirsiz kalmayan kalabalık evinde ağlamak mümkün değildi, duygularımı içime bastırırdım. Benim yerime pencereden seyrettiğim yağmur ağlardı, dallardan kopmak üzere olan sarı kırmızı yapraklar yağmurla ağlardı. Güneşin bulutların arasından çıkmamasına üzülen kasımpatıları ağlardı. Rüzgarın üşüttüğü çıplak ağaçlar ağlardı. İçimdeki özleme ağlayan tek arkadaşım Basri dedenin penceresi ve sonbahardı.

Doğduğum topraklarda çocukluğumun mutlu sonbaharını bırakmıştım. Bahçeli evimin öbek öbek biriken sarı kırmızı yaprakları üzerinde yürüyüşüm, pıtır pıtır ilerleyen kirpiyi sessizce takip edişim, etrafa kokusu sinen rengarenk kasımpatıların yağmur biriken yapraklarına burnumu dayayarak koklayışım, şimşir dallarını karıştırıp su damlalarının yere dökülüşünü izleyişim, sonbahar rüzgarını hissederek koşarken toprağın nemli kokusunu içime çekişim, kollarımı iki yana açarak minik ellerimin avuçlarında iri yağmur damlalarını hissedişim… Doğduğum toprakların sonbaharına özlemim böyleydi.

Basri dedenin eski evinin penceresinde işte böyle sonbaharı seyreder ve hissederdim. Bazen evin misafirli kalabalığına aldırış etmeden, bazen de evin sessizliğinde sobada yanan odunların çıtırtısında pencere önünde oturmuş hiç konuşmadan özlemimi içimde yaşardım. Basri dedenin sıcacık evi, bedeniyle ruhu ve çocukluğumun sonbaharı artık sadece hatıralarımda.

Nevriye Gürel
Ocak 2023

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler