Watson. Come here. I want to see you” (“Bay Watson. Buraya gelin. Sizi görmek istiyorum.”)
Bilenler bilir mucit Alexander Grahambel’in bu çağrısı, artık insanlık vaz geçilmez bir iletişim ve bilişim aracına dönüşen telefonda söylenen ilk cümledir. Dün, bu çağrının üstünden ( 10 Mart1876) 147 yıl geçti.
Deprem bize bir daha gösterdi ki bu minik araç, sadece uzaktaki bir dostumuza hal hatır sorma aracı değil. Eğer kullanmasını biliyorsanız ve ülke sisteminiz bu olanakların farkında olmayanların arpalığı değilse telefon hayat kurtarıcıdır.
Aşağıdaki yazıyı depremden önce yazmıştım. Umarım elimizdeki minik aparatın hayatımızdaki yerini anlamamız açısından yararlı olur.
….
Bilgiye ulaşma, zamanı verimli kullanma konularında akıllı telefonların hayatımızdaki yerini yadsımak olanaksız. Bilgi bir tık ötemizde.
Birleşmiş Milletler ‘in 177 üye ülkesini “tahmini insan ömrü, ekonomik gelişmişlik, bilgiye erişim vb.” açılardan değerlendiren 2007-2008 İnsani Gelişim Raporuna göre ülkemiz, 84. sırada yer alıyor.
Bu, oldukça üzücü bir durum.
Yine aynı raporun “Bilgiye Erişim -Teknoloji Kullanımı ve Üretimi” alt başlığındaki karşılaştırmaya göre Türkiye’de 1000 kişiye 685 telefon düşüyor. Bu yönüyle ülkemiz, gelişmişlik düzeyi bakımından 4. sıradaki Kanada ve 12. sıradaki ABD’den daha ileride. Ne var ki konu bilgi üretmeye gelince durum değişiyor:
Patent üretiminde bizde 1 milyon kişiye 1 patent düşerken 2. sıradaki Norveç’te bir milyon kişiye 113 patent düşmektedir.
2022 TUİK verilerine göre insanımızın %85’i internet kullanıcısı. Ancak İnternet’in “öğrenme ” amaçlı kullanma oranı sadece %15, 9.
Özcesi; biz başkalarının ürettiği teknolojiyi satın alabiliyoruz; ama bu teknolojiyi verimli kullanma konusunda oldukça geriyiz. Sanırım sorun burada. Bu bakımdan 6’lı Masa’nın açıkladığı programda “4 yıllık ortaokulun ilk yılının yabancı dil ve kodlama hazırlık sınıfı şeklinde düzenleneceği” nin belirtilmesi son derece önemlidir.
***
Yıllar önce Belçika’da yapılan bir poliglot ( en çok dili en iyi kim bilir.) yarışmasında jüri üyesiydim. Yarışmanın birincisi olan bugünün dünyaca tanınmış dilbilimcisi Johan Vandewalle o yarışmanın birincisi olmuştu. Johan, Türkçeyi Kazakça’dan Tatarca’ya bütün lehçeleriyle konuşabiliyor; Göktürk, Uygur, Arap, Kiril ve Latin alfabeleriyle okuyup yazabiliyordu. Yarışma akşamı medyaya verdiği demeçte; “Eğer bir gün bilgisayarlar aracılığıyla çeviri yapılabilirse bunun için en uygun dil Türkçedir. Çünkü Türkçe matematikseldir. Kuralları sağlamdır. Kural dışılıkları çok azdır.” demişti.
Aradan kırk yıl bile geçmedi. Artık cebimizdeki telefonla tek sözcüğünü bile anlamadığımız 103 dildeki metinlere rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Üstelik bu çevirilerde başarı oranı çoktan %90’ı aşmış durumda.
Son zamanlarda da konuşma dilinde anında çeviri programları devreye girmeye başladı. Sizin söylediğiniz bir cümleyi program anında muhatabınıza kendi dilinde aktarıyor. Bir Çinli iş adamıyla bir Türk iş adamının, bir Rus sanatçıyla bir İspanyol sanatçının başka bir dile gereksinim duymadan kendi dillerini konuşarak iş görüşmesi yapabileceği zamanlar çok uzakta değil. Bir Türk doktorun Nijerya’ya gitmeden Nijeryalı öğrencilere hiç bilmediği halde İbo ya da Xhosa dilinde konferans vermesi; bu dersi başka uluslardan öğrencilerin evlerinden izlemeleri hayal değil.
Türkiye böyle bir yarışta ayakta kalmak istiyorsa çocuklarına bilişim ve iletişim teknolojilerini verimli kullanma yöntemlerini, gençlerine de üretim kodlarını sunan eğitim sistemlerini tez elden hayata geçirmek zorundadır.
Yarış amansız; tökezlemek bile yarış dışı kalmak demek. Ülkemizin asıl “beka” sorunu kimi siyasilerimizin dillerine doladıkları ortaçağ değer yargılarında değil; buradadır.
Biliyorum, gençlerimizi “Çıkar telefonunu göster!” diyerek rencide edenler bu gerçeğin asla farkında olmayacaklar. Bize düşen görev gençlerimize geleceğin avuçlarındaki telefonlarda biçimlendiğini kavratmak olmalıdır.
Hamdi Topçuoğlu