Nikaha hiç kimsenin gelmesini istemeyen Judy bu konuda Samuel ile anlaşamamıştı. Çünkü Samuel, en yakın dostlarını, yakın akrabalarını ona sormadan davet etmişti bile. Judy’nin babası seyahatte olacaktı, yakın arkadaşlarının küçük çocukları vardı ve uzak bir yolu gelecek durumda değildiler. Judy, sadece kendisine destek olacak üniversite arkadaşı Kamelya’yı, nikah şahidi Suzanna’yı ve babasının yerine geçecek akrabası ve eşi olan manevi annesini davet edebilmişti. Nikah günü, hafta ortasında olduğundan başka da davet edebileceği kimse yoktu, herkes çalışıyordu ve işin gerçeği zaten bu nikahta kimseyi davet emek istemiyordu. İstediği sadece Samuel ile aralarında sessiz sedasız imza atmaktı ama düşündüğü gibi olmamıştı.
Nikah gününün sabahı Judy beyaz elbisesini ayakkabısını ve diğer gerekli eşyaları hazırladı. Çok heyecanlıydı, fakat hala içinde garip hisler vardı, bu hislerini anlamlandıramıyordu. Hayatını etkileyecek, değiştirecek bir adım atmak üzereydi. Bugün doğru olan bir gün müydü? Vaz mı geçseydi? Vaz geçerse ne olacaktı? Samuel verdiği sözleri tutacak mıydı? İleriki yıllarda aralarındaki yaş farkı onları olumsuz etkileyebilir miydi? Judy’nin bu düşünceleri Kamelya’dan gelen telefonla bitti. İki eski arkadaş evin yakınındaki kuaför salonuna gittiler.
Judy, aynanın karşısında kendisini inceledi. Duvak takmalı mıydı? Duvaksız gelin olmazdı, kim ne diyecekti ki? “Yaşına bak, genç gelin gibi duvak takmış.” mı diyeceklerdi? Samuel “nasıl istersen öyle yap” demişti. Hayatında ikinci defa verdiği bu kararda her şey istediği gibi olmalıydı. Aynanın karşısında derin bir nefes aldı, güzel görünüyordu. Gitme zamanı gelmişti. Kamelya, eşyaları toplarken kapıda, şık bir takım giymiş olan Samuel gördü. Adamın yüzü ışıl ışıl parlıyordu, mutlu hissettiği anlaşılıyordu. Judy’yi öptü ve “Çok güzel olmuşsun.” dedi.
Nikah salonuna giderlerken Judy, kendisini garip hissediyordu. Heyecan, mutluluk ve karışık duyguların içindeydi. Beyaz elbisenin içinde, elinde çiçek buketi ile şu anda nereye gidiyordu, ne yapıyordu? Doğru bir yolda mıydı? Mutlu muydu? Arkadaşına baktı, Kamelya duygusuz gözlerle arabanın camından dışarıyı seyrediyordu. Eşinden yeni boşanmıştı ve çok da iyi görünmüyordu. Duygularını gizlemeye çalışıyordu ama Judy biliyordu, şu anda böyle bir ortamda olmak isteyebileceği belki de en son şeydi. Ama Judy için gelmişti. Arkadaşını yalnız bırakmamak için gelmişti ve kendisinden bekleneni içi sızlayarak da olsa yerine getirecekti.
Nikah binasına girip, bekleme odasına girdiklerinde nikah görevlisi yanlarına geldi. Şahidin kim olduğunu sordu. Judy’nin içini nedense tuhaf bir his kaplamıştı. Hemen Susanna’yı aradı ancak telefonunu açmıyordu. Judy tekrar ısrarla aradı. Uzun uzun çalan telefon nihayet açılmıştı:
“Judy çok özür dilerim, biraz geç kaldık. Yoldayız, trafik var.” dedi Suzanna.
“Yetişebilecek misiniz?” Judy telaşlanmıştı. “Bekliyoruz, ne olursun yetiş.”
“Yirmi dakika sonra orda oluruz.” cevap verdi Suzanna. Manevi annesi ve eşini de nikaha getirme görevini üstlenmişti ve eğer geç kalırsa onlar da geç kalmış olacaktı.
Judy, terlemişti. Bu durum hiç hoşuna gitmese bile yarım saat mecbur bekleyecekti. Fakat zaman daralıyordu. Nikah görevlisi tekrar odalarına geldi ve artık nikah saatinin geçtiğini, memurun ve misafirlerin bekleyemeyeceğini, başka şahit ayarlamalarını istedi. İşte bu sözler hiç iyiye işaret değildi. Judy’nin başından kaynar sular dökülmüştü. Biranda yüzü asıldı. Samuel, sakinleştirici ses tonuyla elini tutarak konuştu:
“Hayatım Suzanna gelemiyorsa şahit Kamelya olsun.”
Kamelya’nın iri gözleri bir anda daha fazla büyümüştü ve Judy’ye korkarak baktı. Judy de arkadaşının gözlerinin içine bakıyordu. Daha yeni boşanmış birisinin nikah şahidi olması uğursuzluk demekti. Hiç iyi olmazdı. Judy, evliliği güzel olan arkadaşı Suzanna’nın şahitliğini bilerek istemişti. Kamelya, sessizliğini bozarak: “Ama bu çok uygun olmaz” dedi.
Samuel bu cevaba gülümsedi: “Böyle şeylere inanmayın, hiçbir şey olmayacak.”
Judy, Samuel’in bu inançsızlığını yadırgamıştı. Hiçbir inancı olmayan bu adamla biraz sonra evlenecekti. Suzanna geç kalmıştı, manevi annesi de geç kalmıştı. Kamelya’nın şahit olacak olması ise batıl da olsa inancı için doğru değildi, fakat başka seçeneği yoktu. “Tamam dedi hadi salona gidelim.”
“Tamam hayatım, misafirler de daha fazla beklemesin.” diyen Samuel’e Judy baktı, misafirler umurunda değildi.
Nikah salonunda onları bekleyen davetliler oturmuş sohbet ediyordu. Beyaz bir kuğu gibi süzülen Judy, salona girince sessizlik oldu. Samuel’in kendisinden yaşça küçük olan bu genç kadına herkes bakakalmıştı. Samuel, genç ve güzel bir kadını eş olarak seçmişti. Bunca yıl sonra turnayı gözünden vurmuştu, ne şanslı adamdı? Çiçeklerle süslü beyaz örtülü masanın ihtişamlı koltuklarına oturdular. Nikah memurunun konuşmaları Judy’nin kulağına uğultulu geliyordu. Şu an bir rüya mıydı, bir kabus muydu onun için? Üzerine gözlerini dikmiş misafirlere bir defa bile bakamadı. Kamelya, şahit sandalyesinde sessizce oturuyordu. Suzanna hala gelmemişti. Neden böyle geç kalmıştı? Bu da bir olumsuzluk muydu? Tanrının bir işareti miydi? Nikah şahidi ile birlikte sanki bazı şeyler de eksikti. Şu an doğru yerde miydi? Yeterince mutlu muydu? Hani Samuel nikahı boğazda teknede yapacaktı? Bu nikahın bir yaz gecesinde beyaz çiçeklerle süslü bahçede aşk rüzgarıyla yapılması gerekmiyor muydu? Judy böyle hayal etmemiş miydi? Her şey neden istediği gibi değildi? Yok, yok, şu anda burada olması da kendi tercihiydi. Düşüncelerinden hızlıca kurtuldu ve memurun uzattığı evlilik cüzdanını eline aldı. Misafirlerin alkışları arasında fotoğraf yerine yürüdü.
Davetlilerin tebriklerini kabul ederken Suzanna ve manevi annesi ancak gelebildi. Suzanna mahcup bir ifade ile Judy’ye baktı, Judy içindeki kırgınlığını belli etmeden ona gülümsedi. Hep birlikte kutlama için deniz kenarında bulunan hotelin restoranına gittiler. Çiçeklerle süslenmiş masalara yerleşen misafirler hallerinden memnun görünüyordu. Judy’nin annesi geç kaldığı için sürekli özür diliyordu. Suzanna ise üzgün olduğunu söylemişti ama sabah bankaya uğradığından geç kalmış olduğunu itiraf ettiğinde Judy, bu nedeni hiç mantıklı bulmamıştı. Başka bir şeyler vardı ve bu kadar geç kalması imkansızdı. Banka işini başka bir zamana bırakabilirdi, özel olarak teklif ettiği nikah şahitliğine gelememenin hiçbir mantıklı bir gerekçesi yoktu.
Yemekler yendi ve misafirler gittiklerinde Judy, Samuel ile birlikte hotel odasına çıkmak için lobide bekledi. Samuel’in yeğeni Frank, eşi ve gazeteci gıcık Marie de onların yanındaydı. Frank, amcası ile konuşuyordu ve iş için yarım saat kadar olmayacaklarını söylüyordu. Judy, bu durumu tuhaf bulsa da bir şey diyemedi. Frank, eşi ile kuzeni Marie’ye hazırlanan otel odasına çıkmalarını söylüyordu. Judy, duyduklarına inanamamıştı. Samuel ile birlikte gitmesi gerekmiyor muydu? Frank’ın eşi ve gıcık Marie ile ne yapacaktı odada? Bu nasıl bir saçmalıktı? Buna hiçbir cevap veremeden, Frank Samuel’in kolundan tuttu ve onu lobiden uzaklaştırarak iki adam gözden kayboldu. Judy, sabırla derin bir nefes aldı ve sessizce yanındaki iki kadınla odaya çıktı. Hotelin en iyi süit odalarından birine girmişlerdi. Yeni evlenen çift için özenle hazırlanmıştı, masada içkiler, meyveler, şekerlemeler duruyordu. Fakat Samuel yoktu, onun yerine aile meselelerini konuşan iki kadın vardı. Judy onları dinler gibi görünse de aklından bir sürü düşünce geçiyordu. Can sıkıcı muhabbet, aile dedikoduları hiç ilgisini çekmiyordu. Aslında yaşadığı duruma inanmakta zorluk çekiyordu. Bu iki kadının bu odada ne işi vardı? Samuel neredeydi? Bu evlilik bir aşk evliliği olmasa da müstakbel kocası şu anda yanında olması gerekmiyor muydu? Frank’ın düşüncesiz zekasına aldanıp gitmişti, nikah gününde iş mi konuşulurdu? Çocuk aklına uymak da ne demekti? Beyaz elbisesini çıkarmamıştı, saatler geçtikçe içten sinirlenmeye başladı ve masadaki meyveleri yemeğe koyuldu. Gece yarısına gelmeden odanın kapısı çaldı. Frank kör kütük sarhoştu. Samuel de içmişti ama yanındaki çocuktan daha iyidi. Judy’nin canı çok fena sıkıldı ama belli etmedi. Geri zeka Frank’a içinden lanet etti. Ayakta durmakta zorlanan Frank hala odanın mini buzdolabından içki almaya çalışıyordu. Zavallı eşi sesini çıkarmadan onun davranışlarını seyrediyordu. Arsız Marie ise çok bilmiş tavrıyla utanma duygusu olmayan görgüsüz biriydi, “hadi şuradan artık gidelim” bile demiyordu. Judy’nin artık suyu kaynamıştı ki birden apar topar çıkıp gittiler.
“Samuel, neden bu kadar geç geldin? Bu gece bizim gecemizdi?”
“Hayatım Frank biraz konuşalım dedi ben de kısa sürer zannettim ama uzun sürdü.”
“Sence normal mi? Bu akşamı mı buldu konuşmak için? O büyümemiş şımarık bir çocuk Samuel! Onun aklına nasıl uyuyorsun?”
“Tamam hayatım, özür dilerim. Tartışmayalım.” Judy’ye sarıldı. Nefesi içki kokuyordu. Judy bu kokuyu tanıdık bulmuştu. Keskin alkol kokusu…
***
İş yerinden ayrılmak için son bir hafta vardı ve işlerini devreden Judy, aynı anda kendi evinden götüreceği eşyaları da kolilere koyup hazırlıyordu. Bella, hala eve dönmemişti, Samuel’in evine taşınacakları günde gelecekti. Yeni hayatların başlangıcı için herkesin içinde bir heyecan vardı. Ama Judy, Samuel için böyle düşünmüyordu. Nikahtan sonraki gün aramıştı ama daha sonra sesi soluğu pek çıkmamıştı. Judy, kolilerle dolu evde yatıp kalkıyordu ve bunalmıştı. Samuel’i arayıp duruyordu. Bu adam aynı evde yaşamak için ne zaman hazır olacaktı? Nakliye kamyonu ne zaman tutulacaktı? Samuel neden hiçbir şey söylemiyordu? Judy, kolilerin arasında kaybolmuş yatağın içinde bunları düşünüyordu. Bu adamla evlenmekle hata mı yapmıştı? Samuel, neden bu kadar sessizdi? Neden böyle sorumsuzca davranıyordu? Onunla biran önce konuşmalıydı. Samuel’i aradı ve evine çağırdı. Bir saat sonra kapıya gelen Samuel çok yorgun görünüyordu. İçeri girdi ve Judy’nin kızgın ifadesi ile karşılaştı.
“Şu halime bak Samuel, her yer koli dolu. Neden beni aramıyorsun? Gelmemi istemiyor musun?” Judy, sinirliydi.
“Saçmalama Judy, biz evlendik.”
“Tabii evlendik, ama hala ayrı evlerde yaşıyoruz. Neler oluyor Samuel? Sorun nedir?”
“Sorun yok.” Samuel’in yüzü ifadesizdi.
“O zaman neden beni aramıyorsun? Neden yanına gelmem için nakliye tutmuyorsun?”
“İşlerim vardı aynı zamanda sen hala işyerinden ayrılmadın.”
“Ne fark eder Samuel? Biz evlendiysek benim senin yanında olmam gerekiyor. Ama senin umurunda değil. Bu bir sorumsuzluktur. Burada kolilerle uyuduğum için her akşam düşündüm. Ben hata mı yaptım diye? Aramadın sormadın, ben aradım seni. Sanki beni istemiyorsun. Pişman mı oldun? Söylesene? Ben gerçekten sana çok kızgın ve kırgınım. Senin yanına gidip gitmemeyi düşünüyorum.” Judy’nin gözleri ıslanmıştı.
Samuel sinirlendi. “Tamam nasıl istiyorsan öyle yap.”
“Ne yani bu kadar kolay mı? Ben senin için işimden ayrıldım, mahallemle vedalaştım.” Judy burnundan soluyordu. Samuel’den gelen ağır ter kokusu da iyice canını sıkmıştı. Ağzından “Pişmanım.” Sözü çıktı. “Kararım yanlıştı, sen sorumsuz birisisin. Yaptığını bile kabul etmiyorsun. Bu kolilerle ben ne yapacağım şimdi? Herkese ne diyeceğim?” Ağlamaya başladı.
Samuel, öfkeli bakışlarını Judy’ye dikmişti. “Pişmansan gelme o zaman, istediğin yere git.”
Judy, duyduklarına inanamıyordu. Adamın öfkeli bakışları ile ilk defa karşılaşmıştı. Hem suçlu hem de güçlüydü. Kendisinden yaşça küçük olan Judy’yi erkeklik duygularıyla ezmek mi istiyordu?
Judy, çaresizliğin ve pişmanlığın verdiği duygularla hıçkırarak ağlamaya başladı. Samuel, sessizce yanına geldi ve ona sarıldı. ”Tamam kapatalım konuyu” dedi. Judy’nn göyaşlarını siliyordu. Az önce öfkeyle bakan adamın yerinde sakin, şefkatli biri duruyordu. Zamanın tuhaf dakikalarında birbirini tanımaya çalışan iki insan vardı. Bir garip hikayenin iki yabancı karakteriydi Judy ve Samuel.
Devam edecek…
Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır
Nevriye Gürel
Temmuz 2023