Judy, mutfaktaki işini bitirdikten sonra ellerini yıkayıp oturma odasına gitti. Denizi gören büyük camların önünde saçlarını tararken kafasında düşünceler vardı. Mavi denizin üzerinden gelip geçen gemiler gibi aklındaki sorular da bir sürüydü. En son dolapta gördüğü boşanma evrakının gerçekliği neydi? Samuel neden ona yalan söylemişti? Bu akşam ona sorduğunda ne cevap verecekti merak ediyordu? Evlendiği adam neden yalanlar söylüyordu? Hastalığını söylememişti, sözde oturdukları ev ona aitti ama gerçekte değildi, araba kredi ile alınmıştı, flört zamanı kimseye borcu olmadığını belirtse de şimdi kredi borçları olduğunu söylüyordu. Maddi durumu sözde iyiydi ama aldığı maaş elinden uçup gidiyordu, bu adamın söylediği kadar parası yoktu. Arada bir Judy’ye harçlık için para bırakıyordu. Bir sabah Judy, Samuel’in dolap üzerinde açıkta duran paradan bir miktar aldığını ve cebine koyduğunu görmüştü. Oysaki o parayı Judy’nin harcaması için vermemiş miydi? Evin eksik olan eşya ihtiyaçlarını Judy kendi kredi kartıyla taksitle almıştı. Kurutma makinası, halılar tost makinası, yatak odasına üç aynalı makyaj masası, kızına giysi dolabı ve perdeler, oturma odasına halı, vb. Evde harçlık olmadığı zaman market alışverişini de Judy, kendi kartıyla yapıyordu. İşin kötü tarafı Judy çalışmıyordu ve gelen bir para yoktu. Samuel, gittikçe kabaran kredi kartı borcunu ödemek için ona destek olmalıydı yoksa nasıl ödeyecekti. Biran önce de işe başlamalıydı.
Samuel ona iş konusunda da yalan söylemişti. Evlenmeden önce “İşin hazır, işini ayarladım.” deyip Judy’ye umut vermişti. Fakat ortada ayarlanan bir iş yoktu. Judy, işsiz kalmıştı ve her geçen gün bu konuda mutsuzluğu artıyordu. Samuel’in ona iş bulacağı da yoktu. Judy, kendi işini kendisi arıyordu.
Öte yandan Samuel’in oğlu Xenon da babasını alakasız zamanlarda aramaya devam ediyordu. Babasının gönderdiği on yedi bin dolar belli ki yetmemişti. Şimdi de babasını başka para için arıyordu. Bu konuda Samuel, Judy’ye yine yalan söylemişti. Çünkü, evlerine gelen ukala gazeteci yeğeni Marie, amcasının oğluna yirmi bin dolar gönderdiğini söylemişti. Samuel, gerçekten yalancı biri miydi?
Judy, saçlarını taradıktan sonra denize bakıp derin bir ah çekti. Hala genç ve güzeldi. Hala içinde büyük bir yaşam enerjisi ile doluydu. Ama sanki kendisini yalanlarla örtülü bir kafesin içindeki kuş gibi hissediyordu. Bu kafes yüksek bir kulede, yaşadığı rezidansın on birinci katıydı. Hayal ettiği mutluluk içinde yoktu. Samuel’in sessiz gizemliliği, her gün ortaya çıkan yalanları, vermiş olduğu güzel hayatın vaatlerini tutmaması, koltuklarda uyuması ile ilgisizliği, hijyen sorunu, eve alkollü ve geç gelmeleri, parasızlığı, oğlunun rahatsız edici aramaları ve hepsi ama hepsi bu birlikteliğin ne kadar yanlış bir karar olduğunu gösteriyordu. Samuel ile evlenerek büyük bir hata yapmıştı. Kapı zilinin sesi ile tüm bu düşünceler, Judy’nin aklından biranda uçuruverdi. Hızlı adımlarla yürüyüp kapıyı açtı. Samuel elinde meyve dolu poşetlerle içeri girdi. Judy poşetleri tutup mutfağa götürdü ve yerleştirmeye başladı. Samuel yanına gelip, onu yanağından öpünce Judy, sırlarla dolu olduğunu düşündüğü kocasına gülümsedi.
“Nasılsın hayatım, günün nasıl geçti?” diye sordu Samuel.
“Bende hep aynı, evde durdukça kafayı yemek üzereyim. Asıl senin nasıl geçti?” Judy poşetleri boşaltıyordu.
“Her gün aynı, toplantılar görüşmeler. Ben elimi yüzümü yıkayayım.”
“İstersen duş al canım. Sonra yemeğe otururuz.” Judy, bu talebinin yanıtsız kalacağını biliyordu ama yine de söylemişti. Öyle de oldu. Samuel, ev kıyafetlerini giyip televizyon karşısındaki koltuğa uzandı ve yemek masasına çağırılana kadar televizyon izledi.
Yemek masasında karşılıklı oturuyorlardı. Judy aklındakilerini sormak için tedirgindi. Ama sorması da gerekiyordu. Tabağındakileri iştahla yiyen kocasına baktı ve başladı:
“Samuel, bugün dolapları karıştırdım. Kullanılmayanları atmak için. Evrakların arasında bir kâğıt buldum. Boşanma evrakı.”
Samuel yudumunu bitirdi. Judy’ye merakla baktı.
“Eşinle on altı yıl önce boşanmamışsınız. Biz evlenmeden iki ay önce boşanmışsınız bana bunu söylemedin.” Kocasının ne cevap vereceğini merak ediyordu.
Samuel, düşünceli bir şekilde soruyu yanıtladı. : “On altı yıldır ayrıyız. Bir kâğıt parçası ne değiştirir ki?”
“Samuel çok şeyi değiştirir. Bana neden doğruyu söylemedin?”
“Canım, kadın benimle yıllardır uğraştı, boşanmadı. Hep paralar istedi, davalar uzun sürdü ve kapanmadı, bu nedenle boşanma gerçekleşemedi. En sonunda ikna ettim ve boşandık.”
“On altı yıl sonra mı?” Judy, sinirlenmişti.
“Evet seninle evlenebilmek için.”
“Bu hiç iyi olmadı. Yani bana doğruyu söylemeni isterdim. Böyle öğrenmek hiç hoşuma gitmedi.” Judy ağlamaya başladı.
Samuel oturduğu yerden kalktı ve Judy’ye sarıldı. Sanki sessizce af diliyordu. Judy ilk zamanlarda çok güvendiği kocasına artık şüpheyle bakıyordu ama yine de sarılmasına karşılık vermişti. Bu sıcaklığı kaybetmek istemiyordu, hayatına destek olmaya söz veren bu adama güvenmek istiyordu. Fakat karşılaştıklarıyla hiç mutlu değildi. Judy, biraz sakinleşmişti ama içini acıtan bir ağrı vardı. Olmaması gereken bir zamanda olmaması gereken bir yerde sanki yanlış bir insanla birlikteydi. Güveni kaybolmuştu. Kendisini kocasına karşı mutlu göstermeye çalışsa da içindeki mutsuzluk dışarıdan da belli oluyordu. Bunları Bella’ya belli etmemek için de kendisiyle adeta savaş veriyordu. Judy’nin kafası karmakarışıktı.
Samuel yemeği bitince ilaçlarını sehpanın üzerine getirdi. Avucuna boşalttığı ilaçlarını toplu bir şekilde ağzına atarak içti. Onu seyreden Judy, bu konudaki yalanını da hatırladı. Hiçbir hastalığının olmadığını söylemesine rağmen, Samuel ciddi bir kalp hastasıydı ve ağır ilaçlar kullanıyordu. Judy evde yalnız olduğunda bu ilaçların isimlerini bir kâğıda not etmiş ve teker teker ne amaçla kullanıldıklarını öğrenmişti. İçlerinden biri ağır bir depresandı. Hem de yüksek dozda bir depresan ilaç kullanan bir adamla evliydi. Bu ilacı kullanmazsa ne olabilirdi? Judy, bunu düşünerek bir daha kendisi için üzüldü. Bu evlilikte her şey çok tuhaftı. Judy, kocasının bu akşamki açıklaması ile çok hoşnut olmamıştı ama her şey yolundaymış gibi devam etti. Aldığı kararı sürekli düşünse de ne olacaktı ki? Artık çok geçti, evliydi ve en ufak olumsuzlukları biriktirip hemen vazgeçmek doğru değildi. Bir şekilde yaşadığı bu tuhaf günlerin zamanla toparlanacağını düşünüyordu. İkisi de yalnızlığa alışmış insanlardı. İkisinin de kendine göre yaşam şekilleri, alışkanlıkları ve istekleri vardı. Zamanla uyum sağlanabilirdi. Hatalar düzeltilebilirdi. Dürüstlük sağlanabilirdi. Judy, evlendiği adama tüm olumsuzluklarına rağmen ayrı bir sevgi ve saygı duyuyordu. Sabırlı olacaktı, birbirlerini biraz daha iyi tanımaları gerekirdi. İkisi yan yana koltukta otururken başını Samuel’in omzuna koydu ve televizyonun karşısında hiç konuşmadan haberleri seyretti.
***
Havalar ısınmıştı ve Judy işe başlamadan yaz tatiline çıkmak için plan yapmalıydı. Bella alıştığı yeni okulunda mutlu bir şekilde dönemi kapatmıştı, okul da yoktu. Evde çok sıkıldıkları için tatil hepsine iyi gelecekti. Sıcak bölgelerde kaliteli hotellere bakan Judy, Samuel ile karar vermesi gerekti. Ama Samuel arkadaşının yeri olduğunu, bungalov evlerden oluşan güzel bir tatil yerine gideceklerini söyledi. Judy kocasının kararına saygı duyup kabul etmişti. Hemen hazırlanıp yola çıktılar. Judy yolda giderken çok mutluydu, uzun zamandır evden uzaklara çıkmamıştı ve gittikçe bunalan ruhunun aydınlanmaya ihtiyacı vardı. Kendisini rezidansta kafeste kilitli bir kuş gibi hissederken şimdi yemyeşil ağaçların olduğu, uçsuz bucaksız tarlaların görüldüğü yollardan geçerken özgürlüğüne yeniden kavuşan bir kuş gibi hissediyordu. Arabanın camını sık sık açıyor, nefes alıyor, saçlarını karıştıran rüzgâra aldırış etmiyor sonra Samuel’in uyarmasıyla camı yeniden kapatıyordu. Samuel, araç kullanırken terlediği için açılan camlardan şikâyet ediyordu. Arka koltukta oturan Bella ise kulağında kulaklık müzik dinleyerek yolculuğun tadını çıkarıyordu. Annesini bu kadar mutlu görmek onun da hoşuna gidiyordu. Judy için aile yolculuğu yapmak çok mutluluk vericiydi. Çünkü hayallerinde bu hep vardı. Araba kullanan Samuel’in elinden tutarak ne kadar mutlu olduğunu söylüyordu. Tüm düşüncelerini o yüksek rezidansta bırakmıştı. Hiçbir şeyi düşünmek istemiyordu. Tek istediği mutlu aile olarak güzel bir tatil yapmaktı. Nereye gideceği konusunda ise bir fikri yoktu. Samuel “sürpriz” deyip duruyordu. Sadece arkadaşının yeri ve bungalov tatil köyü olduğunu öğrenmişti.
Güzel ve uzun bir yolculuktan sonra yeşil dağlar karşılarına çıktı. Kalacakları yere az bir yol kalmıştı. Dağların eteklerinde görünen yakamozlu denizin rengi masmaviydi ve bir cennet tablosunu andırıyordu. Tatil yeri sanki gizli bir koydaydı. Samuel, yorulmuştu ama Judy onun da heyecanını görmüştü. Küçük bir köyü andıran koya nihayet vardıklarında küçük büyük yazlık evler, pansiyonlar, karavan parkları, yanlarından geçen bikinili, şortlu insanlar artık burasının bir tatil yeri olduğunu gösteriyordu. Samuel, arabayı bungalov tatil köyünün önünde durdurdu. Judy ve Bella hemen arabadan inerek etrafa bakındılar. Koyda oldukça dar bir kumsal vardı. Plaj çadırları dip dibe, şezlonglar yan yana arkalı önlü sıralanmış ve hıncahınç insanla doluydu. Pansiyonlar denize paralel yan yana konuşlanmıştı. Tatilciler, burada küçük yerlerde kalıp, tekne turları yapıyorlardı herhalde, çünkü uzun süreli tatil için uygun değildi. Pansiyon önlerinde yemek yiyen insanlarla dolu restoranlar, köy kahvelerine benziyordu. Judy, bungalov tatil köyünün denize sıfır olmadığını anladı. Yapacak bir şey yoktu, bu sefer de böyle bir tatil geçirmiş olacaklardı.
Samuel arabayı park etmiş, arkadaşını telefonla arıyordu. Ağaçlı patika yoldan gelen biri onlara el salladı. Kolin, uzun boylu yaşından dinç gösteren fırça saçlı bir adamdı. Samuel ile tokalaştılar. Adam, Bella ve Judy ile kibarca selamlaşırken: “Hoş geldiniz, benim adım Kolin” dedi. Sonra Samuel’e döndü:
“Bugün geleceğinizi bilmiyordum. Keşke önceden haber verseydin Samuel” dedi. “Tüm bungalovlar rezervli.”
Judy duyduklarına inanamıyordu. Samuel’e evde defalarca sormuştu: “Rezervasyon yaptın mı? Yer var mı? Ne zaman geleceğimizi biliyorlar mı?” Aldığı cevap ise hep: “Evet, yerimiz hazır, merak etme bizi bekliyorlar.” Olmuştu. Oysaki adamın geleceklerinden bile haberi yoktu. Bir yalan daha ortaya çıkmıştı.
Samuel, Kolin’in söyledikleri karşısında dumur olmuş halde idi. Judy n’in suratına ise bakamıyordu. Judy’nin başından kaynar su dökülmüştü bile. Bella’nın bunları duymasından endişelenmişti, çünkü Bella bu tür konuları sorun eden bir çocuktu. Bir şey ters gittiğinde panikliyor ve ağlıyordu. Judy yine Samuel yüzünden bir kâbus yaşıyordu.
Kolin, Samuel’in sessiz kalmasına bir anlam veremedi, arkadaşını da ortada bırakmak istemedi ve belki de en önemlisi Judy’nin surat ifadesini görmüştü ki durumu hemen kurtarmaya çalıştı:
“İki bungalov var, rezervasyonlu ama hala gelen olmadı, şimdilik orada kalabilirsiniz. Hadi birlikte bakalım.”
Samuel adamı sessizce takip etti, ardından Judy ve Bella da yürüdü. Dışarıdan çok güzel görünen ahşap bungalov eve girdiklerinde içerisi lağım kokuyordu. Judy kokuyu alır almaz içten daha çok öfkelendi. Odalar temiz değildi, tozlu ve pisti. Judy, hemen kendisini dışarıya attı. Her yaz kızını alıp güzel hotellere giderken, sözde hayatını daha iyi yaşayacağı adamla bitli bungalov tatiline gelmişti. İnanılacak gibi değildi. Bu bir kâbus olmalıydı.
Kolin, Judy’nin ne düşündüğünü anlamış gibi Samuel’le birlikte dışarı çıktı.
“Kusura bakmayın, hazır olmayan bir ev gösterdim. Geleceğinizi bilseydim en güzel bungalovu ayırırdım. Yerler dolu, burada da giderde bir sorun vardı o nedenle kokuyu aldınız. Ama başka bungalova gidelim. Üç gün sonra gelecek olan misafirlerimin yerinde kalabilirsiniz, üç gün rahat edersiniz sonra da duruma göre başka yere sizi değiştiririz. Çünkü misafirler özellikle kalacağınız yeri rezerve etmişlerdi. Onlara mahcup olmak istemem.” Adam ne kadar da kibardı ve mahcup bir şekilde konuşmuştu. Oysaki tek suç Samuel’indi ve adamın yanında yabani domuz gibi duruyordu. Evet Samuel tam bir domuzdu. Biranda sessizliğini bozdu ve pişkin bir ifade ile:
“Olur olur, hadi oraya yerleşelim.”
Judy içindeki öfkeyle yalancı kocasına baktı. Kulaklarından sanki dumanlar çıkıyordu. Samuel’i oracıkta tokatlayabilirdi. Şimdi beş yıldızlı bir hotelde tatil yapıyor olmalıydılar. Ama kendisine varlıklı gösteren kocası onu pis bitli bungalova getirmişti. Belki de Samuel cimrinin tekiydi. Judy’nin başı fena halde zonkluyordu.
Diğer bungalova girdiklerinde az öncekinden daha iyi durumdaydı. Eşyalarını yerleştirdiler. Kolin mahcup bir şekilde yanlarından ayrıldı. Samuel çok pişkindi ve Judy’nin surat asmasına karşılık onun gönlünü almak yerine kalın kaşlarını çatmış hiç konuşmuyordu. Judy onun bu domuz tavrına daha da kızmıştı. Yaptığı hatanın, söylediği yalanın üstüne çıkıyordu, Samuel zeytinyağı gibiydi ve hep öyle olmuştu.
Judy’nin tatil hayalleri bir anda suya düşmüştü. Hayal ettiği güzel tatil bu değildi. Resmen pis bir pansiyon gibiydi. Odalar tozluydu, örümcek ağlarıyla doluydu. Tuvalet pis kokuyordu. Hiçbir yer temiz değildi. Yiyecek bir şey yoktu alışveriş yapacaklar Judy de pişirecekti, Samuel yiyecekti. Kaldıkları yer deniz kenarı değildi, bir yol yürümeleri gerekiyordu. Kumsal dardı, şezlong ve şemsiye için ayrıca ücret isteniyordu. Samuel cimrilik edip onları buraya getirdiyse de büyük bir hata yapmıştı çünkü burası ona daha fazla pahalıya mal olacaktı. Judy morali bozulduğu için suratı iyice asılmıştı. Bella’ya belli etmek istemese de çocuk anlamıştı.
Eşyaları odaya bıraktıktan sonra Bella’nın bir şeyler atıştırması için tatil yerinin ilerisinde bulunan restorana gittiler. Samuel, Kolin ile kalmıştı. Judy kızı ile yalnız kalmaktan daha çok mutlu olmuştu, kocasının yüzünü bile görmek istemiyordu. Bu kadar yalan dolan ve yaptığının sonucunda hiçbir şey olmamış gibi ilgisiz davranması Judy’yi çok üzmüştü. Ve ortalıkta yoktu, yanlarında değildi.
Judy, derin bir nefes aldı ve kızıyla baş başa tatile gelmiş gibi davranması gerektiğini düşündü. Artık yapacak bir şey yoktu. Adamı bitli bungalovda bırakıp gitmek istese de Bella için bunu yapmadı. Anne kız oturup güzel güzel yemeklerini yediler. Bu sırada Kolin ve Samuel uzakta göründüler. Kolin gelip “afiyet olsun” diyerek onlarla ayaküstü sohbet etti: “Judy hanım lütfen karnınızı çok doyurmayın. Ben bu akşam sizlere özel yemek yapacağım davetlimsiniz.”
Judy, Samuel’e ilgisiz bir bakış attıktan sonra : “Teşekkür ederim Kolin ama çocuk bekleyemez, yoldan geldik, biz bir şeyler atıştırırız. Çok teşekkür ederim.”
“Yine de ısrar ediyorum.” dedi Kolin.
“Peki, o zaman Samuel masaya oturduğunuzda beni arayıp haber versin.” dedi Judy.
Samuel ve Kolin yanlarından gittikten sonra Judy, arkalarından baktı. Kocası, yanlarına oturmayı bile cüret etmemişti. Janlaşılan o ki tatilde yediklerini bile kendi cebinden ödeyecekti. Bu durum gerçekten kötüydü.
Bella yemeğini yedikten sonra kalabalık sahile baktılar. Koy iki dağın arasında gizli bir geçit gibiydi. Deniz suyu turkuaz mavisinde berrak ve çok güzeldi. Judy her zaman olumlu düşünmeyi seçmişti. Kendisi ve kızı için buraya sırf denizin güzelliği ve manzaranın tadını çıkarmak için birkaç gün katlanabilirdi. Bella ile bungalov eve yürüdüler. Tatil köyüne gittiklerinde bahçeye uzun bir masa konulmuş, başka misafirler gelmişti. Kolin’nin yanında Samuel, parmaklarını yalayarak yemek yiyordu. “Gerçek bir domuz ile evliyim” diye düşündü Judy. Bu nasıl düşüncesiz bir adamdı, ne kadar küstahtı? Hani Judy’yi arayacaktı?
Judy’yi gören Kolin sitem etti:
“Biraz geç kaldınız, biz başladık, buyurun şuraya oturabilirsiniz.”
Kibar adama gülümseyerek cevap verdi:
“Merhaba, hepinize afiyet olsun. Biz yemeğimizi yedik, çok teşekkür ederiz. Çocuğun uykusu var belki daha sonra katılabilirim.”
“Ama geleceğinize söz vermiştiniz.”
Judy, Samuel’e bakarak: “Evet gelecektim, telefon bekliyordum. Ben de aradım ama ulaşamadım. Ne yazık ki Samuel beni aramadı, telefonuma da cevap vermedi.”dedi.
Samuel, ilgisiz bir ifade ile: “Telefonum yanımda değil, odada kalmış.” dedi.
Bu cevap Judy için problemdi. Karısını aramak için beş adım ötedeki odasına gidip telefonu alabilirdi. Bunu bilerek ve kasten yapmıştı. Çünkü Samuel tam bir akrep burcuydu affı yoktu. Nedeni de başkasının yanında Judy surat asmıştı. Judy içinden haykırıyordu: “Sor bakalım karın neden surat asmış? Yalanına karşı gönlünü neden almıyorsun? Hem suçlu hem de güçlüsün.”
Judy, kocasına kızgın gözlerle baktı. Samuel de ona alaycı bir şekilde gülümsedi. Bu adam sanki dalga geçiyordu. Domuzun tekiydi işte.
Judy ve Samuel o gece hiç konuşmadılar. Bella erken uyumuştu. Judy, kibar adam Kolin’e ayıp olmaması için bahçeye çıkmış sohbete katılmıştı. Kolin’in öğretmen olan eşi ile eğitim hakkında konuşmuşlardı. Güzel bir sohbetle hiç suçu olmayan bu insanların gönlünü almayı başarmıştı. Ama ya kendi gönlü ne olacaktı? Samuel, karşısında buz gibiydi? Sanki Judy suçluymuş gibi davranıyordu. Bir kadın kalbinden anlamayan ruhsuz biri gibiydi. Tatillerinin diğer günlerinde de bu ruhsuzluğu ve domuzluğu devam etti. Judy, kızı Bella ile mutlu görünmeye çalışsa da ve içinden hayatın her anını tadını çıkarmak gerektiğini düşünse de kalbi usul usul ağlıyordu. Hak etmiyordu. Yine bir hüsran içindeydi. Hayalleri bu değildi.
Devam edecek…
Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır
Nevriye Gürel
Temmuz 2023