DÖNEN DÖNSÜN; BEN DÖNMEZEM YOLUMDAN
(Pir Sultan Abdal)
Değerli dostlarım günaydın.
Bugünden itibaren bir hafta boyunca Atatürk ve Atatürkçülük üzerine birer kısa yazı paylaşacağım. Lütfen beğendim ifadesi kullanmayınız. Eleştiri ve katkılarınızı çekinmeden yazınız. Gerekli buluyorsanız, sayfanızda ve gruplarınızda paylaşınız ki cumhuriyetimizin felsefesini daha çok kişi okusun öğrensin.
SATIR ARALARINDAN ATATÜRK ve ATATÜRKÇÜLÜK’TEN
ATATÜRKÇÜLÜK NEDİR?
-1-
Atatürk devrimi Türkiye’yi her bakımdan modern bir devlet yapmayı amaçlayan bir düşünce ve eylem sistemidir. Bu bakımdan, Atatürkçülük, bir modernleşme ideolojisidir.
Atatürk; “Uygarlığın bir fırtına gibi esintisine karşı koymak boşunadır; değişmeyen, Ortaçağ kanun, düşünce ve davranışlarını koruyan toplumlar ölüme veya tutsak olmaya mahkumdur.” der.
Suna Kili, Atatürk Devrimi modelinin iki temel amacından söz eder: “Çağdaşlaşmak ve kalkınmak, böylece ‘çağdaş uygarlık’ düzeyine çıkmak.” olarak açıklar.
Buradaki “çağdaşlaşma” dan kasıt, yalnızca sanayileşme değildir. Bu kavram ayrıca toplumsal, psikolojik ve siyasal değişmeyi de içerir.
Kalkınmak, temelde çağdaşlaşmanın içinde yer alan bir kavramdır. Birçokları kalkınma kavramını – son zamanlarda siyasal iktidarların anladığı gibi – ekonomik büyümeyle sınırlı tutar. Kuşkusuz ekonomik büyüme kalkınmanın temel araçlarındandır. Ancak gelir dağılımının gerçekleşmediği, toplumsal refahın tabana yayılmadığı bir toplumda gerçek bir kalkınmadan söz etmek olanaksızdır.
Eğer bireyler, refahın ana araçları olan eğitim, sağlık, kültür ( ne yazık ki beslenme – barınma ) gibi temel alanlarda yeterli olanaklara sahip değilse üretime etkin bir biçimde katılamazlar. Üretime etkin biçimde katılamayan bu bireyler, örgütlü bir toplum oluşturamazlar. Örgütlenme nitelikleri ve becerileri gelişmemiş toplumlarda demokrasi bir avuç siyasetçi ve egemenin kaldıracı olmaktan öte bir anlam taşımaz. Bu bakımdan toplumsal refahın tabana yayılması, demokrasinin gerçekleşmesinin ve gelişmesinin de temel koşullarındandır. Kuşkusuz ancak böyle bir toplumun kalkınmışlığından ve çağdaşlığından söz edebiliriz.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” sözü Atatürk’ ün çağdaşlaşmanın temel dayanakları olarak neleri gördüğünün veciz ifadesidir.
Yine onun ” Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur.” Sözleri de devrimin, kişi ömrüyle sınırlı olmadığının, kuşaktan kuşağa değişim, dönüşüm ve gelişimi içerdiğini bize anlatır.
O, devrimin geleceğini; , “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir.” diyerek gelecek kuşaklara emanet etmiştir.
Her ne kadar tüm yönlerini kapsamasa da 1930’lerin başında CHP’nin ambleminde altı okla gösterilen cumhuriyetçilik, devletçilik, devrimcilik, laiklik, halkçılık ve milliyetçilik ilkeleri Atatürkçülüğün ana hatlarını ortaya koyar.
CUMHURİYETÇİLİK
Atatürk devrimin tarihsel köklerini elbette bir önceki yüzyılda imparatorluk içinde ortaya çıkan düşünce akımlarında aramak gereklidir.
Ekim 1923’ta kurulan yeni Türk yönetimini tanımlamak için kullanılmış bir sözcüktür. Bu Arapça sözcük İslâm dünyasında erken dönemlerde kullanılmıştır
Tanzimat döneminde Cumhuriyet kavramı demokrasi kavramışla örtüşür nitelikli kullanılmıştır. Örneğin Şinasi, Reşit Paşa’yı;
“Eyâ ahâli-i fazlın reis-i cumhuru”
diyerek över. Reşit Paşa karşıtları da onu Cumhuriyet ilan etmeyi amaçlamakla suçlarlar.
1870’lerde Ali Suavi de Fransız düşünürlerinden etkilenerek Cumhuriyet yönetimi ister. (La Republika gazete çıkarır.) Namık Kemal ( Hürriyet 1968) İslâm’ın başlangıcında da cumhuriyet olduğunu ileri sürer.
Ancak Genç Osmanlılar hiçbirinin kafasında hükümdarsız bir cumhuriyet fikri yoktu. Cumhuriyet, halkın egemenliğine dayalı yasal bir hükümdarlıktı.
II. Abdülhamit’in saltanatı süresince baskı nedeniyle Mustafa Kemal de dahil olmak üzere İttihat ve Terakki bayrağı altında toplananlar, yurt dışında yayımlanan gazeteleri dergileri ve Rousseau’nun Toplumsal Sözleşme Montesquieu’nun Yasaların Ruhu kitaplarını özümsediler.
Meşrutiyetin başarılı olması cumhuriyet fikrini geriletmiştir.
1918 Azerbaycan ilk Müslüman Türk cumhuriyeti olarak ortaya çıkar.
Mustafa Kemal’in kafasında cumhuriyet fikri nasıl doğmuş ve gelişmiştir. Pek açık değil. Ancak onun: “Ben milletin vicdanında ve istikbalinde ihtisas ettiğim büyük tekamül istidadını bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak peyderpey, bütün heyeti ictimaiyemize tatbik etmek mevcudiyetinde idim.” sözü onun çalışmalarında zamanlamaya ne kadar önem verdiğini gösterir.
“ Tatbikatı birtakım safhalara ayırmak ve vakayi ve hadisattan istifade ederek milletin hissiyat ve efkarını hazırlamak ve kademe kademe yürüyerek vasıl olmaya çalışmak” sözü de ondaki milletsiz bir işin başarılamayacağı inancının en açık ifadesidir.
Bütün bu ifadelerimiz onun cumhuriyet düşüncesine de çok önceden inanmış olduğunun birer göstergesi olarak algılanmalıdır.
Cumhuriyetçilikle amaçlanan aslında halk egemenliğidir. Herkesin yasalar karşısında eşitliği de bu ilke içine yerleştirilme bir kavramdır. Ancak Cumhuriyetçilik ilkesiyle geriye dönüş özlemlerinin önünün kesilmesinin amaçlandığını da söyleyebiliriz.
“ Büyük Millet Meclisi, millet adına egemenlik hakkını kullanır; egemenlik birdir, kayıtsız şartsız milletindir.”
“ Türk vatandaşları, anayasanın verdiği bireysel ve toplumsal özgürlük , eşitlik, dokunulmazlık ve mülkiyet haklarına sahiptirler.”
“Cumhuriyet, ulusal egemenlik ülküsünü en iyi ve güvenilir biçimde temsil eden, uygulayan devlet şeklidir.”
“İrade ve egemenliğin kaynağı millettir. Bu irade ve egemenliğin, devletin vatandaşa ve vatandaşın devlete, karşılıklı görevlerini hakkıyla kullanmalarını düzenlemesi önemlidir.”
“Milletin saltanat ve egemenlik makamı, yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisidir… Bundan başka bir saltanat makamı, bundan başka hükümet kuruluşu yoktur ve olamaz.”
Atatürk’ün değişik yerlerde ve zamanlarda dile getirdiği bu görüşler, onun cumhuriyetten ne anladığının, neden cumhuriyeti devrimin temel taşlarından biri olarak saptadığının açık anlatımlarıdır.
Şimdi durup düşünelim Cumhuriyetin 100. yılını kutladığımız bu günlerde onun cumhuriyet düşüncesini ne kadar hayata geçirebildik, Cumhuriyetimizin geleceği için ne yapmalıyız biz?
Hamdi Topçuoğlu