Bir varmış, bir yokmuş. Kış ortasında bir bahar günü yaşlı adamın biri yürümeye çıkmış. Sabahın en taze saatlerinde yaşlı bir adam görmüş. Akşamdan kalma çiğ taneleriyle sırılsıklam çimenler üzerinde oturuyormuş. Sırtını da yaşlı bir palmiyenin gövdesine yaslamış. Küçük rakısını açmış, çay bardağına koymuş. Bir elması ve bir de mandalinası varmış. Sigarası da olmalı diye bakınmış ama görememiş. İşe giden otobüslere, duraklara koşturan insanlar yanından gelip geçiyormuş. Ama kimse palmiyenin dibinde oturan bu adamı görmüyormuş. Görmek bir yana gözlerini kaçırıp geçiyorlarmış. Sorhoş olan insanlar tehlikelidir diye öğrenmişlerdi. Saldırmaya kalkar falan şimdi.
Üç varmış, iki yokmuş. Yokluk ile varlık arasında elle tutulur gözle görülür bir fark yokmuş. Kış artısanda akıllara ziyan bir bahar günü yaşlı adam yine yürümeye çıkmış. Zaten yapacak başka bir işi de yokmuş. Her gün çöpü atıyor, ekmek alıyor ve yürüyüşe çıkıyormuş. Köstence köprüsünün altında adamın biri sokakları yırtarcasına bağırıyormuş. İki büklüm koç boynuzu gibi gidonu olan eski bir yarış bisikletinin üzerindeymiş. Otobüslerden, otomobillerden, kamyonetlerden hatta motorlu kuryelerden bile hızlı gidiyormuş.Hiç değişmeyen şey her beş sanıyada bir kez canı yanmış gibi bağırmasıymış. Yol üzerinde olan herkes ona bakıyormuş. Çünkü ona bakmadan, onu görmeden geçmek mümkün değilmiş. Bu adam neden böyle bağırıyormuş? Yaşlı adamın aklı buna yanıt bulamamış. Bisikletli birinin trafikte hayatta kalmasının belki başka bir yolu yoktur diye düşünmüş.
Bir varmış, bir yokmuş… Emekli maaşları azıcık zamlar ise kocaman kocamanmış. Yaşlı adam yine hergünkü gibi yürümeye çıkmış. O gün daha önce hiç görmedği yeni şeyler görmüş. Çin kestanesine bakakalmış. Şaşmış, bakmış, şaşakalmış. Dev gibi tabelalarda belediye başkanının kendisinden beş kat daha büyük afişlerini görmüş. İhtiyar adam hemen herkes gibi acaba bunların parasını kim ödüyor diye düşünmüş. Belediye bütçesinden mi? Yoksa kendi maaşından mı? Yaşlı adam bütün küçük insanlar gibi ancak küçücük düşünüyormuş. Ekmeği, suyu, makarnayı, pirinci, yağı hesaplamaktan daha ötesine zaten aklı ermiyormuş. Büyük adamların bin tane değirmeni varmış. Bin değirmenin suyu da bin ayrı ırmaktan geliyormuş. Bin ırmağın suyunu ise o küçücük düşünen insanlar taşıyormuş.
Ocak 2024 İzmir
Seyfullah