En az iki senesi var. Bir akşamüzeri çıkıp gelmişti. Hava iyice kararmıştı. Önce açık seçik görememiştim hatta. Bir karartı zeytinin dibinden kulübenin altına doğru geçer gibi olmuştu. Sonra yeniden kulübeye yaklaşıp geri kaçmıştı. İyice yaklaşınca tekir bir kedi olduğunu anladım. Akşamın bu vakti nerden çıkıp gelmiş kim bilir? Bize en yakın evle aramızda bir kilometre mesafe var. Dümdüz açık bir alan olsa yine anlaşılabilir. Ama ağaçlar ve yamaçlar, tel örgülerle dolu.
Seslendim. Belki yirmi kez yakınımıza kadar gelip geri kaçmıştı. Fukara sofrasından hayır mı çıkar. Az önce makarna yemiştik. Kalandan biraz da ona verdim. Zaten başka bir şey de yoktu. Kendimizden bir kaç metre öteye koydum kabı… Tabağın etrafında gittikçe daralan daireler çizip durdu. En sonunda bir gözü bizde makarnasını yedi.
Ben tutkuyla kedi, köpek veya başka bir hayvan sevmem. Ama bütün canlıları kendimce severim. Kıyamam, kesemem, vuramam, öldüremem… Kafeste kuşlarla, akvaryumdaki balıklarla birlikte yaşamışlığım vardır. Ama hepsi bu… Neyse şimdi kafa açmanın sırası değil. Ertesi akşam yine geldi. Aynı saatte. Randevusuna çok sadıktır desem abartmış sayılmam. Süt ve ekmeğimiz vardı. Rümeysa ile arkadaşlığımız böyle başladı işte. Neden mi Rümeysa? Özel bir nedeni yok aslında. İşçiler hemen yanımızda bir buçuk iki ay mandalina keserler. Çavuş akşama kadar Rümeysa ‘ya bağırıyordu. Hadi Rümeysa, sohbet etmeye mi geldik. Telefonun sırası mı şimdi Rümeysa. Seni bir daha dikilirken görmeyeyim. Bunu o kadar çok duymuştuk ki artık hiç görmediğimiz, tanımadığımız Rümeysa kulağımızda yer etmişti. Hatta beynimize işlemişti. O anda aklımıza geliverdi öyle kaldı. Kedinin zaten buna aldırış ettiğini sanmıyorum. Sadece pisi pisi deyince tepki gösteriyor. Ve gerçekten çavuşu zıvanadan çıkaran o haylaz kızı hiç görmedim. Mandalina ağaçları arasında kim kimdir? Nereden bileceksin?
Yoğurtla, sütle, makarnayla olmaz bu iş deyip mama aldım. Bir kaç kez azıcık yedi. Sonra tabakta öylece bırakmaya başladı. Makarna kadar İyi sonuç alamadık. Kocaman bir tabak makarnayı sabaha kadar gidip gelip bitiriyor. Hiç abartısız kocaman bir tabak makarnayı… Bulunca çok ama çok yiyerek kendini sağlama alıyor diye düşünüyorum. Sabah veya gündüz kesinlikle gelmiyor. İlla akşamüzeri ve yemek kalmışsa gece boyunca gelip gider. Gün ışığı bir Sindirella masalı saklıyordur. Güneş doğunca başka bir canlıya mı dönüşüyor? Merak, işte gördüğünüz gibi sadece kediyi öldürmüyor.
Bizimki etiyle, buduyla, huyuyla suyuyla dört dörtlük bir kedir. Kedinin de çakması mı olurmuş diyeceksiniz. Evet olur. Miyavlamayan kedi gördüm ben. Tırnağını veterinere kestirilen, tıraşa götürülen kedi. Maması değiştiği için tüy döken, strese giren. Alerji nedeniyle gözleri akan kedi… Fare görse kaçacak delik arayan, gün boyu uyuz uyuz yatarak ömür tüketen kediler. Kumundaki parfümü beğenmeyen, suyu makine ile pınar gibi akıtılan kediler … Rümeysa’yı sal kırk gün ekmek su verme. Kuş tutar, fare avlar, çekirge böcek yakalar. Denk gelirse yılanmış, kertenkeleymiş gözünün yaşına bile bakmaz. Bize geldiği yolda her akşam tilkileri görüyoruz. Tilki bu şakaya gelmez. Yakalayıp öldürüverir.
Bize gelip giderken bir ay falan oldu olmadı bir baktık ilişki durumu karmaşık. Her geçen gün karnı büyüyüp duruyor. Selçuk Devlet Hastanesine muayeneye götürecek değiliz ya, bekleyip göreceğiz dedik. Vakti saati gelmiş olmalı akşamları uğramaz oldu. Fakat doğumun yaklaştığını bize haber verdi. Özellikle kulübenin içine girmek, bir yere yuvalanmak ister bir hali vardı. Ama daracık mekânımız bu işe pek uygun değil. Üstelik ne zaman geleceğimiz ne zaman döneceğimiz belli değil.
Sonradan öğrendik. Bizimki gidip kayaların arasında yavrulamış. Mandalina bahçesinde çalışanlar görmüş. Bekçi de yavruları ile birlikte alıp evine götürmüş. Dört küçük yavrusu olmuş, Hepsi tekir hepsi gri, siyah ve kahve… Bekçinin evine yavruları görmeye gittik. Rümeysa dönüp yüzümüze bile bakmadı. Azıcık kırılacak gibi olduk. Azıcık da bozulduk. Ama hayvan tepeden tırnağa haklı yani… Kim ekmek verir, su verir sahip çıkarsa, sevgisi de ilgisi de ona. Bu bir yaşam mücadelesi… Kişisel algılamanın hiç gereği yok.
Dört yavrusunun üçü büyüdü. Biri ne oldu? Bilmiyorum. Aylar sonra yeniden gelmeye başladı. Hep akşamüzeri veya hava karardıktan sonra… Ama kesinlikle gündüz değil. Makarnasından azıcık yer, tavuktan varsa, süte doğranmış ekmeği ya da… Sonra karnı doymadan gelip ayaklarınıza dolanmaya başlar. Biraz kendini sevdirir ve yeniden tabağının başına döner. Sonra gelip yeniden kendini sevdirir. Yemeği bitince kucağınıza tırmanır. Mırıl mırıl bir saat yatar. Kaldırmazsan belki birkaç saat… Mırıltısı hiç bitmez, yorulmaz, usanmaz. Elimi sürdüğüm tüyleri seğirir. Karnı ve sırtı seğirir. Bir kez olsun ne bir pençe atmıştır, ne ısırmaya çalışmıştır. Bildiğim, gördüğüm en sevgi dolu hayvandır. Fakat bekçinin evinin önünde yüzümüze bakmaz. Bunu anlayamıyoruz. Hayal kırıklığı tadında bir dargınlık hissi bizimkisi…
Ne zaman geleceğine o karar verir, ne zaman gideceğine de. Zamanla bir anlaşma, bir yol tutuluyor, bir iletişim şekli gelişiyor. Ben gideceğini anlıyorum. Veya yemeği beğenmediğini… Miyavlarken kullandığı sesinin tonundan. Ya da ayaklarımızın altında fır dönmesi bunu anlatıyor.
Kediler hakkında çok fazla efsane var. Kulaktan kulağa bilimselmiş gibi yayılıyor. Kediler bizi şöyle görüyor. Kuş veya fare avlayıp hediye getiriyor. Örneğin kendine bakanları hizmetçisi gibi algılarmış. Şöyle hisseder, böyle algılar gibi daha bir çok saçmalık. Biz onları hiçbir zaman anlamayacağız ve onlar da bizi. Bir gün konuşacakları tutarsa o başka. Ya da yazmayı öğrenirlerse. Gerisi fasa fiso… Bütün kapıları açan tek bir anahtar vardır. Seversek seviliyoruz. Kediler için de aynısı geçerli.
Ocak 2024 İzmir
Seyfullah