Kaç yıl geçti aradan bilmiyorum. Bir gün şair dostum Çınar Çığ’la Avni Anıl Üstadın Sevinç Pastanesi’nin üst katındaki bürosuna gittik. Çınar, üstatla iyi görüşüyordu. Güftelerimi üstada göstermek için kendisinden yardım istemiştim.
Bir kahve içimi söyleştik. Söz arasında ben güftelerimi gösterdim. Şöyle bir göz attı. İçlerinden birini çekti aldı.
Yaşamak senden esen bir rüzgâr
Okşasın saçlarımı bıkmadan usanmadan
Geçmesin yıllar, dursun zaman
Sen yanımdayken, canım derken
…
Bir şeyler mırıldandı. Bu, çok güzel Nihavent olur, dedi. Onun güftenin içindeki musikiyi bir göz gezdirişte hissetmesi ne büyük bir musiki dehası olduğunun bir göstergesiydi benim için. Avni Hoca uyulması gereken yasal işleyişten söz etti. Çok kısa bir süre sonra görev gereği yurt dışına gittiğim için o güftemi üstada besteletemedim.
***
Ben Motzart’ı dinlerken aldığım hazzı Türk Beşlerini dinlerken de alırım. Bir Neşet Ertaş’ı dinlerken dolaştığım bozkırdan Mangore de geçmiş olabilir.
En büyük zevklerimden biri, gece yarısı çalışırken küçük radyomdan etnik müzikler dinlemektir. Gece yarısı Karayiplinin, Magriplinin ya da Sibirya köylüsünün müziğiyle dünyanın farklı coğrafyalarında dolaşır, dillerini bilmesem de farklı toplumların yaşam algılayışını duyumsar, ruhumu bir dünyalı olabilmenin tadını çıkarmaya bırakırım.
Ancak…
Türk Halk Müziği benim için Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun “Canıma ciğerime dek işlemiş” dediği müziktir. Türk Sanat Müziği de ruh dinginliğimin, asude zamanlarımın müziğidir. Varsın kimileri saray müziği diye küçümsesin, kimileri “baydı” desin. Bu müzik bizimdir ve bizim inancımızı, düşünce tarzımızı yansıtır.
Yüzlerce büyük besteci arasında benim de sevdiklerim, bir adım öne çıkardıklarım vardır. Avni Anıl bunların en önde gelenlerindendir.
Avni Anıl’ın şarkılarında söz ve ezgi öylesine uyumludur ki her dinleyişte kendinizi bir kültür bahçemizde gezinirken bulursunuz: “Kurumuş topraklar gibiyim/Öyle unutulmuş, öyle yoksun/ Sen de yağmur duasına çık,/ Sen de ne olursun” derken bir yağmur duasına çıkarsınız. “Ağlaya aylaya giderim diyor,/ Ayağı eşikten dışarda gelin./ Gönlünü bağlamış dosta gidiyor.” derken bir gelin alayında kendi düğününün düşünü kuran bir genç olursunuz.
Ahmet Haşim, “O Belde” şiirinde “Melâli anlamayan nesle aşina değiliz” ( hüznü anlamayan kuşağa tanıdık değiliz) diyerek yeni kuşağın yüzeyselliğini eleştirir. Ona göre yeni kuşaklar, “akşamda bir ince gam” ya da “durgun denizde kederli bir çekiniş titremesi” bulmaktan acizdir. Zaman zaman yaşadığım bu duyguyu gelenekçi yanım olarak yorumlasam da köklerinden habersiz ya da kök tapınıcısı gençliğimizin de bunda payı olduğunu düşünürüm. Yereli bilmeyenin evrenseli anlama olanağı olmadığı gibi, ruhunu yerele tutsak edenlerin de dağların ardında başka dağlar olduğunu görebilmesi olanaksız.
Ben Avni Anıl’ın şarkılarında Ahmet Haşim’in “melal”ini bulurum. O, ne bir isyan ne de acıya bağımlı olmadır. Onun şarkılarının sonunda bir ince hüzündür sizde kalan.
“Biraz kül biraz duman o benim işte…” derken yangınlarınız gelir aklınıza. Yanmış; ama yok olmadığınızı, olgunlaştığınızı anlarsınız. “Bir kere bakanlar unutur derdi gün/ahı” derken sevginin insanı yaşama nasıl bir güçle bağladığını iliklerinizde duyumsarsınız. “Çoktan unuturdum ben seni çoktan/ Ah bu şarkıların gözü kör olsun” derken suçu sevgilide değil şarkılarda ararsınız. Hele bir de Şahin Çandır’ı tanıyorsanız bir sevgi yüreğinin damlalarının, Avni Anıl üstat tarafından nasıl bir çağlayana dönüştürüldüğünü an an yaşarsınız.
Yıllar geçip gidiveriyor. Baki’nin ‘Bakî kalan bu gök kubbede bir hoş sada imiş” demesi ne kadar da anlamlı. İzmir’in bir başka kültür ırmağı da Rüştü Şardağ’dı. O yazmış, Avni Anıl da ezgiyle buluşturmuş.
Rüya gibi uçan yıllar biraz durun, durun biraz
Kaybolan günlerim için hesap sorun, sorun biraz
Güzel bir kumral uğruna küstüm esmer beyazlara
Şu akılsız garip başa şimdi vurun, vurun biraz.
Yıllar rüya gibi uçup gidiyor. Her gidenin ardından bunu anımsıyor; ama sanki hiçbir şey olmamış gibi yaşamayı sürdürüyoruz.
İyi ki bu coğrafyanın Avni Anıl’ları var. Onun duygularımızı sarıp sarmalayan ezgileri, Türk Dili var oldukça gök kubbede rüzgârlara karışacaktır.
* Kirpinin Dansı’ndan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Hamdi Topçuoğlu