17.5 C
İstanbul
21 Kasım 2024, Perşembe
spot_img

BİR GARİP HİKÂYE-9

Judy, kamyona en son konulan duvar piyanosuna baktı. Piyano kaç ev değiştirmişti? Ya da kendisi hayatında kaç evde yaşamıştı? Yıllar sonra yine bir taşınma içindeydi ve bu sefer kafası karmakarışıktı. Hala doğru bir karar mıydı? Samuel, nakliyecilere gidecekleri adresi verirken, Judy, kısmen boşalan evine baktı. Duyguları yoğundu, boğazında bir düğüm vardı. Eve ilk taşındığı günü hatırladı. Gözleri doldu. Ama ayrılma vakti gelmişti. Daha iyi bir hayat ve daha mutlu olmak için. Annesini bu günde yalnız bırakmayan Bella, yaşadıkları evin odalarında dolaşırken hüzünlenmişti. Judy’nin yanına giderek ona sıkıca sarıldı. Yıllarca yaşadıkları ve bir sürü hatıra bıraktıkları evlerine veda ettiler.

Nakliye kamyonunu araba ile takip ederlerken Bella, geride kalan evlerine son bir defa baktı. Gözleri dolu doluydu. Judy’nin içinde ise tarifsiz bir boşluk vardı. Tuhaf hissinin kaynağı mutluluk muydu, yoksa tedirginlik miydi bilemiyordu? Yeni bir hayatın başlangıcında, cevapsız kalan düşünceleriyle ruhunu sıkan bir şey vardı. Gidiyordu. Hayatını kurduğu mahallesinden, işinden, arkadaşlarından ve ailesinden ayrılarak düşlediği hayat için gidiyordu. Her şeyin en iyi olması için dua ediyordu. Çünkü Bella’ya daha iyi bir yaşamın vaadini vermişti. Samuel de ona aynı vaadi vermişti. Sözler tutulmalıydı. Bu nedenle kendisini tedirgin eden düşüncelerden kurtulmaya çalıştı ve mutlu günlerin başlangıcı olarak Bella’yı öperek anı mühürledi.

Bella’nın odasını onun istediği gibi gri renge boyamışlardı. Samuel, manevi kızı olacak Bella’ya, altı çalışma masası üzeri ranza olan yatak satın alıp hediye etmişti. Bella, yeni odasını görünce çok mutlu olmuştu. Judy, kızının mutluluğuna daha da çok seviniyordu. Samuel ise evine yerleşen eşi ve kızına yer açmanın mutluluğunda neşeli ve huzurluydu. Artık yalnız olmayacaktı.
Çok büyük bir rezidansın deniz gören katında oturacaklardı. Gökyüzü çarşaf gibi önlerindeydi. Uzakta görünen mavi deniz üzerinde usul usul giden gemiler görünüyordu. Rengarenk çatıları ve terasları görünen evlerle dolu mahalleler sanki ayaklarının altındaydı. Sırf camlardan oluşan binanın her yerinden manzara seyrediliyordu. Bella eve bayılmıştı. Ev çok güzeldi, biraz eşyaya ihtiyaç vardı. Judy, kendi evinden sadece kitaplarını, giysilerini ve bir de mutfak eşyalarını almıştı. Bunlar dışında zaten Samuel’in evinde eşyalar vardı. Ama yine de Judy’nin yenilemesi gereken, satın alması gerekenler olacaktı. Aile evine dönüştürmek için sabırsızlanıyordu.

***
İki ay geçmesine rağmen Judy, yeni evine alışamamıştı. Yatağından gece yarıları huzursuzca uyanmaya başladı. Her uyanışında Samuel’in yanında olmadığını fark etti. Çünkü Samuel, televizyon seyrederken koltukta uyuya kalıyordu. Judy, yalnız yatmaya alışmıştı ama artık evliydi ve eşinin de yanında olması gerekiyordu, fakat yoktu. Her defasında Samuel’i oturma odasında koltukta sızmış bir şekilde buluyor, uyandırıyor ve yatak odasına gitmesine yardımcı oluyordu. Judy’nin o vakitten sonra uykuları kaçıyordu.

Samuel, eğer içkili bir iş toplantısında ise ve gece yarısı dönecekse Judy o gelene kadar bekliyor, uyumuyordu. Uyku düzensizliği oluşmuştu. Kocasının koltukta uyumalarından ve yemekli iş toplantılarından dolayı alkollü bir şekilde eve geç gelmesinden rahatsız olmaya başlamıştı. Samuel, sanki bildiği, tanıdığı kişi değildi. Acaba onun bilmediği bir derdi mi vardı? Samuel tam bir sır küpüydü, asla Judy’ye söylemezdi. Evde olduğu zamanlar sanki sadece uyuyordu. Judy ise akşam yemeğinden sonra sahilde yürüyüşe çıkacaklarını hayal kurmuştu. Hani Samuel, her sabah sahil kenarına koşmaya gideceklerine söz vermişti? Hani sohbet edeceklerdi, hani birlikte vakit geçireceklerdi? Samuel neden sürekli uyku durumundaydı? Judy bu soruların cevabını çok geçmeden bir kahvaltı sonrası öğrendi. Samuel, kalp hastası olduğu için bir avuç dolusu ilaç içiyordu. Bu ilaçların arasında güçlü bir antidepresan olduğunu öğrendi. Muhtemelen bu ilaçlar Samuel’i uyutuyordu. Judy, dinçti, kıpır kıpırdı ama Samuel hem ondan yaşça daha büyüktü hem de ilaçlarla her gün halsizleşiyordu. Oysaki Judy’ye kendisini dinç ve hareketli göstermişti. Şimdi ne olmuştu ve zamanla ne olacaktı?

Bir erkekle uzun zamandır aynı evde yaşamayan Judy, Samuel’in bazı alışkanlıklarını da garip buluyordu. Hatta kabul etmek istemiyordu ama görmezden gelmesi gerektiğini biliyordu. Birlikte yaşamak böyle bir şey olmalıydı? Samuel, banyo yapmayı sevmiyordu. Oysaki bir erkek sabah akşam duş almalıydı. Vücudunun her yeri kıllarla kaplıydı, burnu, kulakları dahil bakımsızdı. Samuel bundan hiç rahatsızlık duymuyordu. Terlediği zaman kokuyordu. Aynı gömleği iki defa giymeye alışkındı ve Judy buna asla izin vermiyordu. Tırnakları uzayınca kesmiyordu. Bir gün tırnaklarını oturma odasında kestiğini gören Judy, çılgına dönmüş ve onu uyarmıştı; Samuel de bunu bir daha yapmamıştı. Tırnak, en pis ve tehlikeli bir şeydi, bu nedenle banyoda kesilip suya veya çöpe atılması gerekirdi. Samuel, koltukta sızıp uyuduğundan dişlerini de fırçalamıyordu. Judy, sabahları onu uyarıyorsa da bazen duymazlıktan geliyor ve işe kişisel bakımını yapmadan gidiyordu. Judy için bunlar bir kâbustu. Banyo yapmayan, tırnak kesmeyen, diş fırçalamayan biri ona göre değildi. “Ben bunları nasıl fark etmedim?” diye düşünse de aynı evde yaşamak kişinin gerçekliğini görmek demekti. Samuel yalnız yaşamaya alışkın olduğundan kendisini adeta koy vermişti ve bu saatten sonra da inatçı kişiliği ile hiç kimse için kendisini düzeltemezdi. Judy için bile!

Judy, mutlu olmak için evlendiği adamın tuhaflıklarını, tembelliklerini gördükçe kendisine kızıyordu. Çok daha fazla düşünmeliydi, çok daha iyi tanımalıydı. Ama yıllarca birbirini tanıyan insanların evlendikten sonra çok geçmeden ayrıldıklarını duymamış mıydı? Duymuştu elbet! Çünkü aynı evde yaşamaktı gerçek olan! Judy, evlilik kararını zor almıştı, yanlış bir karar olabilirdi ama hemen vazgeçmemesi gerektiğini biliyordu. Fakat eşinin kişisel bakım sorunları haricinde başka gizliliklerinin olduğunu da seziyordu. Samuel, karısı olarak kabul ettiği Judy’ye mal varlığını açıkça söylememişti. Judy, sadece tesadüflerle başka bir yerde evi olduğunu ve bankada biraz parası olduğunu öğrenmişti. Oturdukları rezidanstaki ev için:“benim evim” demesine karşın arkadaşının evi olduğu ortaya çıkmıştı. Judy’ye hediye ettiği araba da krediyle alınmıştı ve borç ödeniyordu. Acaba ne kadar kredi borçları var bu adamın diye düşünmemek elde değildi? Adam maddi gücünü evlenmeden önce çok farklı göstermişti. Evlendiği adam tam bir gizemdi. Samuel bazen derneğe gittiğini söylerdi. Bu dernekte iskambil ile kumar oynandığını adım gibi biliyordu Judy. Samuel’in cebinde bir akşam deste para oluyor, diğer akşam aynı cepler boşalıyordu. Samuel bazen durgundu, bazen de sessiz. Judy’ye belli etmeye çalışmasa da akıllı karısı her şeyin farkındaydı.
***

Bir gün Judy ütü yaparken kapı anahtarla açıldı. Samuel’in eve erken geldiğini zannetti ve biranda mutlu oldu. Ancak duyduğu sesle gelenin Frank olduğunu anladı. Eve çat kapı gelen Samuel’in yeğeni Frank: “Bu eve kadın eli değmiş, mis gibi kokuyor.” diyerek hiç istifini bozmadan oturma odasına gidip koltuğa oturdu. Elinde ütü tutan Judy, yaşadığı bu duruma şok geçirmişti. Frank’a o anda ne söyleyeceğini bilemedi. Frank’ta anahtar olması, bu şekilde eve girmesi kabul edilebilir bir şey değildi. Baba parasıyla şımarık bir hayat yaşamış bu çocuğun yaptıkları da artık fazlaydı, ukalanın tekiydi. Ya Judy uygunsuz bir halde olsaydı? Nasıl bir düşüncesizlikti? Judy için bu durum tam bir arsızlıktı. Frank, amcasının yalnız yaşadığı zamanlarda eve rahatça girip çıkmaya alışıktı ama amcası artık evliydi ve bu evde karısı ve kızı da yaşıyordu.
Judy sadece bu çocuktan rahatsız olmuyordu. Samuel’in çokbilmiş gibi görünen ama hiçbir bilgisi olmayan salağın teki olan gazeteci yeğeni Marie idi. Kısa boylu ufak tefek bir kadın olan Marie, misafirliğe geldiğinde sürekli kendisinden bahsediyor, her şeye muhalefet oluyordu. Her şeyden şikayetçi ve memnuniyetsizdi. Ayrıca insanları eleştiren sevgisiz bir kalbi taşıyan kıskanç bir tipti. Judy onun kem gözlerine baktıkça, “Kim bilir benim hakkımda neler söylüyordur?” diye düşünmeden edemiyordu. Bir akşam mutfakta Judy ile sohbet ederken erkeklerle olan ilişkilerinden bahsetmiş, sonra kahkahalarla gülerek: “Bugün ilaçlarımı almadığım için çok konuşuyorum” demişti. Yani kız kafadan tam bir çatlaktı. Judy bu kızdan da hiç hoşlanmamıştı. Bazen paradan bahsediyordu. Borç istemekten söz ediyordu. Bir gün, Judy’nin parfümlerini gördüğü için mi bilinmez, hiç parfümünün olmadığından bahsedip durmuştu. Frank ve Marie, Samuel’i sadece çıkarları olduğu için arayan iki yeğendi. Amcaları bugün ölse asla peşinden ağlamayacak olan akrabalarıydı. Ama Judy, içindeki duyguları belli etmiyordu, çünkü onlar eşinin akrabalarıydı ve idare etmek zorundaydı.

Samuel’in hayatında bir sinir bozucu durum ise evlendiklerinden beri Almanya’da yaşayan oğlu Xenon’un sürekli arayıp para istemesiydi. Judy, Samuel ile flört ettiği zamanlarda oğlunun aramasına hiç şahit olmamıştı. Konusu bile geçmiyordu. Ama artık oğlu rahat durmuyor, babasını sürekli arıyor, para istiyordu. Judy için bu durum da tuhaftı. Samuel, saf düşünceleri ile oğluna acıdığı için hassasiyet noktasında gerçekleri göremiyordu. Çocuğu resmen para peşine düşmüştü. Bir gün Judy, Samuel ile alışveriş yaparken ısrarla arayan Xenon’un konuşmalarına şahit oldu. Samuel, Judy’nin duymasından çekinir gibiydi. Ama Judy konuşulanları duymuştu ve hemen anlamıştı çocuğun derdini. Xenon, Almanya’dan telefonla babasına direktif veriyordu: ” Yatırdın mı?” “Söylediğimi yapmamışsın” Samuel, oğluna mahcup: “Yatırdım oğlum, banka hesabına düşmemiştir.” Israr eden Xenon: “Hayır, sen yatırmamışsın, yatırsaydın hemen görürdüm hesapta.” Samuel zavallı: “Tamam oğlum, yarın mutlaka hesaba bakarım. Kontrol edeceğim.” Ve dııt telefon adamcağızın yüzüne kapandı. Oğlu hoşçakal bile demeden telefonu kapattığında Samuel’in yüzündeki kırmızı ve kaygılı ifadeyi Judy anlayabildi. Bu çocuk tam bir Alman dingosuydu. Samuel her zaman oğluna “çok zeki, akıllı” derdi. Ama durum tam tersiydi. Çocuk sosyal duygusal zekâsında derin bir boşluk olan, bencil, yaş ortalamasının altında zekâlı bir çocuktu. Yirmi yedi yaşındaydı ama bebekten bir farkı yoktu. Almanya’da küçük bir firmada çalışmaktan başka ileriye gidememişti. Babası evlendiği için de şimdi para derdine düşmüştü. Kim bilir belki de annesinin bir oyunuydu?
***

Aylar geçmesine rağmen Judy, hala işe başlamamıştı. Samuel verdiği iş sözünü tutamamıştı. Bahsettiği iş yerine iki defa görüşmeye gitmelerine rağmen cevap gelmemişti. Judy işsizdi. Samuel, nakit desteği verse de Judy, yeni evi için kendi kredi kartı ile satın aldığı eşyaların borcunu ödemekte zorlanmaya başlamıştı. Bunun dışında Judy kariyerini bıraktığı için çok pişmanlık duyuyordu. Yıllarca emek verdiği işine, kariyerine, iş çevresine Samuel için veda etmişti. Kendisini bomboş ve çaresiz hissediyordu. Yaptığı iş başvurularından da bir cevap gelmiyordu. En iyisi Samuel’in referansı olmadan kendi tanıdıkları vasıtasıyla iş bulmaktı. Her yere haber saldı ve görüşmelere gitti.

Judy, iş ararken evde yalnız kaldığı zamanlarda dolapların içindeki fazla eşyaları ayırıyordu. Öyle eski şeyler vardı ki Samuel bile onların varlığından habersizdi; eski kasetler, CD’ler, kitaplar, tamirat aletleri, kablolar, sararmış yastıklar, dosyalar, tarihi eski ajandalar, evraklar, kullanılmayacak durumda olan kırtasiye malzemeleri… Yönetici olan Samuel’in iş yerlerinden aldığı ve artık kullanmadığı eşyalarını Judy, vakit buldukça tek tek ayırdı. Bir gün, üst üste duran evrakların ne olduğunu incelerken kendisini çok şaşırtan bir evrak buldu. Bu bir dava kâğıdıydı. Hatta bir boşanma evrakı. Judy, tarihine baktı, tarih çok yeniydi. Samuel, karısından boşanalı on altı yıl olduğunu söylememiş miydi? Bu boşanma evrakındaki tarih, Judy ve Samuel’in nikâh tarihinden sadece iki ay öncesine aitti.

Devam edecek…
Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır

Nevriye Gürel
Temmuz 2023

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler