-Bizim kasabada son zamanlarda acayip şeyler oluyor. Eski belediye başkanı birini vurmuş. İnternette resmine baktım ama adamı tanıyamadım. O da başkana ateş etmiş. Başkan elinden yaralanmış ama adam ölmüş.
-Neden olmuş?
-Henüz kimse bilmiyor. Ama alacak verecek meselesidir diyorlar. Televizyonlar bilinmeyen bir nedenle çıkan tartışma kavgaya dönüşmüş diyorlar. Yani esas konu gizleniyor galiba. Çok yatmaz diyorlar. Örneğin nefsi müdafaa gibi bir gerekçe ile salınıverir.
-Vurduğu adam ölmüş. Bence öyle kolay çıkamaz.
-Binlerce kişinin oyunu almış birinin silahlı olması ne garip. Diğeri de silahlıymış gerçi. Demek ki böyle bir karşılaşma bekleniyormuş. Herkes kendince önlem almış.
-Hadi şimdi de sen anlat biraz.
-Ne anlatayım? Hep aynı, bildiğin gibi işte…
-Böyle söyleyerek lafı başından savuşturma.
-Çok ciddiyim inan. Hiçbir şey yapmıyorum. Sabah erken kalkıp denize iniyorum. Rüzgar oluyor bazen. Rüzgârdan korunmak için sivri kayanın arkasında soyunuyorum. Sonra gidip iskelenin ucundan kendimi bırakıveriyorum. Sen orayı bilirsin. İskelenin altındaki kayaya çıkıp gözlüğü takıyorum. Şnorkeli ağzıma alıyorum. Lapinalar sığlıkta dolaşıyor. Azıcık açılınca yılarya, gümüş balığı , hamsi sürülerine rastlıyorum genelde. Sürülerin peşinden koşturan çinakoplara takılıyorum Biraz. Dipteki çayırlarda ispariler otluyor. Küçük karagözler, cep saati kadar olanlar onların etrafında dolanıyor. Barbunlar genelde kumda eşeleniyor. İçim ürperinceye, suyun serinliğini bedenimde iyice hissedinceye kadar dolanıp duruyorum. Sonra eve dönüyorum. Bazen dönüş yolunda incir çalıyorum. Komşu bahçelerden. Ee ne var ki bunda? Göz hakkı diye bir şey var.
-Ben de sabah denize inmek istiyorum. Yarın kalkıp gideyim diye niyetlenerek yatıyorum. Sabah olunca vaz geçiyorum. Uyku tatlı. Bir türlü kalkıp gidemiyorum.
Sabahları pek gelen olmuyor zaten. Dalgıç okulunun orda bazen bir iki kişi oluyor. Bazen ben çıkarken gelenler oluyor. Ya da olta atanlar. Suyu fazla seviyorum belki ben. Bizim buraların bir adeti vardır. Yazın insan kalabalığına gelirler. Eylül gelince havalar güzel sürse de bırakıverirler.
-Aklıma gelmişken… Sen bu yaz hiç Sarıkum’a gittin mi?
-Bu yıl değil birkaç yıldır gitmedim.
-Ben gittim. Ama atları göremedim. Sarıkum’da atlar vardı. Sazlıklara iner, yol boylarında yayılırlardı. Bazı sabahlar tel örgülerle çevrili dişbudak fidanlığında görürdüm onları. Kendi başlarına buyruk… Capcanlı, parıl parıl simsiyah, kıpkırmızı, lekeli beyaz ve kır olanları… İnsan yılkı atlarını özler mi? Özlemişim. Her geçtiğimde onları Abalı ile İncirpınarı arasında görmeye alışmışım. Elimde değil. Yola çıkınca aklıma düşüyorlar. Göremeyince üzüldüm. Yol boyundan, göl kenarına, asfaltın ötesine, Keçi Deresi’ne inerlerdi.
-Belki ormanın içlerine gitmişlerdir. Bektaşağa veya Çobanlar’a doğru.
-Orada barınamazlar. Çeltik ekili tarlalar. Karpuz, mısır ekili… Köylüler rahat vermezler.
-Köye cami yapmak için atları satmışlar.
-Hadi be, atıyorsun.
-Böyle bir şey duydum, Ama kimden duydum? Ne zaman duydum? Hatırlamıyorum. Yalandır diye ciddiye de almadım. Atları yakalamak öyle kolay değil. Hadi yakaladılar diyelim. Kim alacak? Alıp ne yapacak?
-Sucuk yaparlar.
-Şaka yapıyorsun, inanmam.
Ada’da roket atışları hala sürüyor mu?
Bilmiyorum ama bu testler çok önemliymiş. Bizi yabancı ülkelere bağımlılıktan kurtaracakmış. Paran olsa bile bu gelişmiş füze sistemleri alamıyorsun. S 400’ler geldi ama bir türlü kurulmadı. Aktif çalışır hale getirilmedi.
-Füze, teknoloji, isabetli atış falan güzel ama ben neyi merak ediyorum biliyor musun?
-Neyi?
-Denizdeki hedefi bulup patlayan roket denize zarar veriyor mu? Balıklar ölüyor mu? acaba denizde çok zarar yaratıyor mu?
-Koskoca denize bir füze düşse ne olur ki? Her atılan füze palamut veya lüfer sürüsüne denk gelecek değil ya. Birkaç balık ölür belki. Onları da Camgözler toplayıp yer. Sen hep böyle boş şeyleri düşünüp durursun zaten. Askeri bakımdan güçlü bir ülke olmamız lazım. Örneğin bizim nükleer bombamız olsa Ege krizi yaşanır mı? Yunanistan sesini bile çıkaramaz.
-Nükleer tesiste Çernobil gibi bir kaza yaşanırsa?
-Onlar eski teknolojiydi. Şimdi nükleer santrallerin teknolojisi çok gelişti.
-Sen nerden biliyorsun?
-İnternetten bakıyorum. Devlet büyüklerimizin konuşmalarından biliyorum.
– Binde bir ihtimal bir kaza oluverirse…
-Sen de komünistlerin ağzıyla konuşuyorsun. Türkiye’nin ileri gitmesini istemiyor onlar.
-Kapısına nazar boncuğu taksak işe yarar mı?
– Senle de konuşulmuyor ki… Kırk senelik arkadaşız. Her zaman lafı dönüp dolaştırıp benim damarıma basarsın.
Dalgalar cankurtaran teknesini beşik gibi sallıyordu. Kaldırımlara atkestanesi taneleri ve kabukları saçılmıştı. Yol boyunda inekler dolaşıyordu. Çöp tenekesinden poşetleri çıkarıp karpuz kabuklarını yiyorlardı. Sinop’ta eşsiz güzellikte bir sonbahar başlamıştı. Biz iki eski arkadaş konuşmadan Aşıklar Caddesine doğru yürüyorduk.
Ekim 2020 – İzmir
Seyfullah
Facebook Yorumları