Üç akşamdır kulağım kirişteydi. Yaylalıların kuşaktan kuşağa aktardığı gibi bülbüller, bu yıl da yine 1- 3 nisan arası dönecekler miydi?
Öyle ya geçtiğimiz felaket tüneli sıradan değil; bin yıllara miras. İnsanoğlunun yaşam akışını temelden sarsacağı şimdiden kesinleşmiş bu günler, onların yaşam akışını da etkilemiş olamaz mı?
Aklımda tufanlar, yok olan kıtalar, masallar, mitler, destanlar…
Ve ilkokul öğretmenimin sınıfımızın duvarına astığı tarih şeridi.
Taş devri, maden devri, İlk çağ, orta çağ….
Ya bundan sonraya ne ad verilecektir acaba…
Virüsler çağı…
Salgınlar çağı..
Kırım ve kıtlık çağı…
Neyse ki ya gelmezlerse korkum, dün akşam karanlık basarken siliniverdi. Avludaki asırlık dişbudak ağacından gelen sesini duyunca çocuklar gibi sevindim.
İnsanın ömrünün bir yılını “Yaşa takılmış, eve tıkılmış” olarak yaşaması kolay mı?
Pencereyi araladım. Sanki sevincimi anlamış gibi cilveli işveli öttü.
İnsanın halinden derdinden insan anlarmış diyorlar, yalan.
“Merhaba, iki gözüm dedim
Bu kez güllere yanma
Bize yan,
Tarih düşür zamanın belleğine
Ağıtlar devşir tufanımızdan.”
tu ti tu ti tuuu….
Anladım.
Bu bir sitemli soruydu.
Bir de ” Bülbülün çektiği dili belasıdır.” dersiniz. Ya sizin çektiğiniz neyin belasıdır?
Aklımdan geçen her sözcük bir hançer gibi saplandı yüreğime
Hırs,
Kin,
Nefret,
Açgözlülük,
Bencillik,
…
cık, cık, cık… viyk viyk…
“İnsanın suya, toprağa, havaya ve bilcümle canlıya yaptığını, doğa mikron virüsle insana ödetiyor. “dedi bir başkası.
Biliyorum, biliyorum…
Siz, hazretlerin, evliyaların, dervişlerin, şıhların, şeyhlerin cinlerle, perilerle; meleklerle şeytanlarla konuştuğunu ballandıra ballandıra anlatanlara inanırsınız; ama benim bülbüllerle söyleştiğime asla inanmazsınız.
Keşke siz de bülbüllere, karıncalara, kelebeklere… hatta virüslere kulak verebilseniz.
Pencereyi aralayıp bir köşeye çekildim. En halisinden bir kadeh silme çalkarası doldurdum.
Gün ağarana de bülbüller söyledi ben dinledim.
Bu bir bülbül senfonisiydi ve insanlığın yaşadığı büyük yıkımın ağıtlarından oluşmuştu.
Canım insanoğlu, bir kez olsun aklını başına topla düşün.
Sanma ki bugünler bu dünyayı seninle birlikte paylaşan her canlılar için kolay geçiyor..
Gülsüz bahçeyi bülbül neylesin? Bir cana taam olmayacaksa meyvesi niye donansın gelin gibi erik ağacı?
Bak havaların hali tam da Ankara…Bir yakıyor, bir donduruyor.
Bu çatlamaya hazır tohum
Bu tomuran dal
Bu göçten gelen kuş…
Tohum donuyor, tomurcuk umudunu yitirmiş, göç kuşu şaşkın…
Ne dersiniz? Bu felaket, Dünya’nın yalnız bizim tepe tepe kullanmamıza tahsis edilmiş bir gezegen olmadığını anlamamızı sağladı mı?
Bilenler bilir. Ben asla umutsuz olmam. Ama sabrın da bir sınırı var değil mi ya?
Hamdi Topçuoğlu