Contemporary İstanbul, Akbank sponsorluğunda 12-15 Eylül tarihleri arasında Harbiye’deki Lütfi Kırdar Kongre Sarayı ve İstanbul Kongre Merkezi’nde yapıldı. 14’üncüsü düzenlenen Uluslararası Çağdaş Sanat Fuarı’nda ‘Akdenizlilik’ kavramı ele alındı ve çağdaş eserler sergilendi.
Çağdaşlık; farklı objeleri bir araya getirerek (plastik, tahta, yün, kumaş vs.) yapılandırıcı olmak, minimalizmi iyi kullanarak, materyalleri kaynaştırabilmektir.
Monogrom fotoğraflar, kara kalem eskizler, objelerden insansı şekiller ortaya çıkararak, insanın ruh halini yansıtmak ve realizmle, neo realizmi yakamaya çalışmaktır.
Bazen de gerçek üstünlüğü yakalamaktır. Bunları yaparken, gölge oyunlarından ve sahnelerden faydalanmak gerekir. Zihinle, beden arasındaki ilişkiyi yakalayıp, insanın evrendeki arayışını yansıtabilmek gerekir. İnsanla hayvanı, evrenle bireyi birleştirmek çok önemlidir. Sanatın toplum için olduğunun bilincine varıp, sanatla yaşamı içleştirmek gerekir.
Ben de çağdaş sanatın ulaştığı son noktayı görmek için; 14’üncüsü düzenlenen sanat fuarı ‘Contemporary İstanbul’a gittim.
Fuarda 74 galeri, 510 sanatçı ve 1400’den fazla çağdaş sanat eseri vardı.
Contemporary Istanbul’da ilk kez Viyanalı galerilerin bir araya getirildiği “Art From Vienna” seçkisi de yer alıyordu.
Sanat eserlerinden oluşan sergi, koleksiyonerler, galeri yöneticileri ve öğrenciler için büyük bir esin kaynağıydı.
Ayrıca daha sonra kitap haline getirilecek olması, sergiyi daha değerli kılmıştı. Diğer kuşaklara bilgilerin aktarılması ve gençlerin ufkunu açması açısından da iyi çalışmalardı.
Bu tür etkinlikler ülke tanıtımı ve marka değeri açısından da önemliydi.
Katılımcı sayısının fazlalığı, ilgi oranının büyüklüğünü gösteriyordu. Herkes çoluğunu, çocuğunu almış buradaydı. Sabahın erken saatinden akşama kadar bütün resimleri inceliyorlardı. Salondaki eserlerin sayısı o kadar çoktu ki bir gün yetmiyordu incelemeye.
Bunlar arasında en çok ilgi çekenler heykellerdi. Çocuklar onlarla selfi yapmaya çalışıyordu.
Geçen yılda katılmıştım bu sergiye. Yine kaliteli misafirler ve renkli konukları ağırlamıştı. RH+ Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Tevfik İhtiyar ve Yiğit Yazıcı bu katılımcılardan bazılarıydı. İlk durağım RH+ Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Tevfik İhtiyar’dı. Masasında oturmuş kitaplarını imzalıyor bir taraftan da gelen misafirleriyle sohbet ediyordu.
RH+ Dergisi’nin sahibi, genel yayın yönetmeni ve Antik Sanat Galerisi’nin sahibiydi Tevfik İhtiyar.
Yiğit Yazıcı’nın duvar resimlerinin önünde fotoğraf çektirmiştik. Fonksiyonel sanatın ülkemizde tanınan isimlerinden biriydi Yiğit Yazıcı.
Sonra Devrim Erbil’le karşılaşmıştık.
Devrim Erbil, 1937 Uşak doğumlu, akademisyen kökenli bir devlet sanatçımızdır. Ama en çok İstanbul üzerine yaptığı çalışmalarla tanınır. Ve doğayla soyutlamayı, minyatürle modernliği bağdaştıran, hat sanatından grafiğe uzanan kavramsal yansımalarla, doğuyla, batıyı harmanlayan başarılı bir isimdir.
Çalışmalarında kendi özünden beslenerek evrenselliğe ulaşmıştır. Eserlerinde taklit yoktur, özünde ben vardır, özgünlük vardır.
Onun tablolarında renkler ritimli dans eder, halaydan kopan biri yoktur hepsi aynı adımla yürür dansçıların. Çizgileri soyuttan somutluğa koşar. Çizgisel ağlar düzlem içinde dans eder.
Onun resimlerinde kulağı tırmalayan bir renk yoktur, evrenin güçlü tınıları vardır. Çizdiği çizgiler, kullandığı renkler karmaşık değildir monokromdur. Çok seslilikten çok, yalınlığı tercih eder. Figürleri açık ve anlaşılırdır.
Resimlerinde objeye hükmeder. Fazla dağıtmadan, tuvalin sınırları içinde kalmasını bilir. İki boyut içinde bitirir çalışmalarını. O konuya değil, ifadeye bakar. Bu yüzden resimlerini ruhuyla yapar. Sonra kendi özünden bir şeyler koyar, his ekler, duygularıyla yoğurur.
Konularının başında İstanbul, Anadolu, kasabalar, ağaçlar bazen de kuşlar ve insanlar vardır. Az konu işler ama profesyonelce işler.
Resimlerinde ritimli silimasyonu en iyi şekilde kullanır.
Onun tablolarını nerede görsem hemen tanırım. Ve hayretle bakarım, bu kadar detayı nasıl düşündü, nasıl yaptı diye. Özellikle İstanbul tutkusu üzerine yaptığı çeşitlemelere hayranım.
Sergide saman balyalarının olduğu yer fotoğraf stüdyosuna dönmüştü. Tepede duran aslan, açık vaziyette duran kitaplar, sizi alıp Anadolu’nun bir diyarına götürüyordu.
Sonra pinpon topları, insanın ruh halini anlatan. Farklı renkten oluşan resimler kâinatın, ne kadar büyük olduğunu anlattığı kadar, bu evrende tutunmaya çalışan insanları da anlatıyordu. Renkli iplerin dansı, kırmızı balıkların, siyah saçların arasında yüzüşü ve sfenksin üzerindeki kırmızı kuşlar ve robotlaşan insanın doğayla olan savaşı…
Bütün bunları incelemek, insana ruh dinginliği verdiği kadar, yeni arayış ve tasarımlara da götürüyordu.
Yıllar önce Viyana’daki sanat galerilerini gezerken biz neden bunlardan yapamıyoruz, neden özgünlüğü değil, taklitçiliği seçiyoruz diye düşünmüştüm. Bizim neden Leoarda Da Vinci’miz, Picasso’muz, Monet’timiz, Rembrandt’ımız, Frida’mız yok? diye üzülmüştüm.
Akşamın olmasıyla beraber, salondan ayrılma zamanım gelmişti. İçerideki çalışmalara son kez baktım. Böyle zenginlik başka bir sergide olur mu bilmiyorum ama olması gerektiğine inanıyorum.
Fırsatım olsa tekrar tekrar gezerdim Contemporary İstanbul’u. Zaten bu kadar resmi anlamak, ruhunuzda hissetmek bir günde olacak bir şey değildi. Umarım gelecek günlerde de böyle güzel organizasyonlar olur, hatta daha büyüğü, daha güzeli…
Neslihan Minel