“Cézanne resmin bir tür tanrısıdır.”
Matisse
“O hepimizin babasıdır.”
Picasso
Yönetmenliğini Danièle Thompson’nın yaptığı filmde iki arkadaşın ne kadar yakın olduğu anlatıldığı kadar inişli çıkışlı hayatları da anlatılıyordu.
1839 yılında Fransa’da doğmuştur Cézanne. Varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu için resim satmak gibi bir telaşı olmamıştır. Akademiye kabul edilmemesine rağmen ısrarla çalışmıştır. Bu azmi onu ‘Baba Cézanne’ yapmıştır.
İzlenimcilik, dışa vurumculuk tekniğini fırçasını kullanarak ilerletmiştir. Yaşarken sergilenmeyen eserleri ölümüne yakın anlaşılmaya başlamıştır.
Kübik sanatçılara yol açan ressam, dünyayı şekillerle anlatarak yeni bir akım başlatmıştır. Biçim anlayışı post modernizmin ışığına bürünmüştür. O nesneleri boyamak yerine renklere nesne giydirmiş, ışığı renklere yedirmiştir. Onun fırçasında her şey başka bir hâl almıştır.
Fransız manzara resim ustasıdır. Victoria Dağı, kübizmin en belirgin olduğu eserlerinden biridir. Duygularını geometrik şekillerle anlatmaya çalışmıştır. Manzaraları işleyip, gözleme dayanan resimler çizmiştir. Tuvalinde beyaz renk hâkimdir.
Victoria Dağı üzerinde çok çalışmış bu dağı defalarca çizmiştir, Van Gogh’un ayçiçeklerini çizmesi gibi…
Tuvale yerleştirdiği ustalık eseri Victoria Dağı’nı çizerken üşütmüş, zatürreden ölmüştür.
Çocukluğunda içine kapanık biri olan Cézanne’nin ailesi, hukukçu olmasını istemiş fakat o ressam olmakta ısrar etmiştir.
Bu amaçla Fransa’ya göç etmiş, buradaki çalışmaları, biçim ve anlayıştaki başarılarıyla, modern resmin babası olmuştur.
İzlenimcilik tekniğini kullanarak eserler üretmiştir.
Boyalar onun için oyuncaktır, yaşamın rengidir. En çok parlak ve açık renkleri kullanmıştır. Lirik resimler yapmış, natürmort tablolar çalışmış, otoportreler çizmiştir.
Çalışmalarında derinliği kaldırmıştır. Renklerin hacmiyle uğraşırken kübizme dönmüş, küre ve koniler çizmiştir. Basit bir portrede bile insanın iç dünyasını yansıtmayı başarmıştır. Resimlerine ruhunu katmıştır. ‘Yıkanan Kadınlar’ en beğenilen eseridir.
Bu samimi üslupla Picasso ve Braque’yi yakalamıştır. Öyle ki Henri Matisse, Arshile Gorky’e bile ilham kaynağı olmuştur.
İmgeli resimler yapan bu büyük dâhi, hırpani şekilde yaşamış, bütün ömrünü resme adamıştır.
Emile’nin savaşı da aynı şekilde zordur. Belki de iki insanı yan yana getiren bu zorluk olmuştur. Toplum onların farkında değildir ya da anlamamıştır.
İnsanlar içlerinden gelen çalışma dürtüsünün ne kadar büyük bir cevher olduğunun farkında değildir.
Dışarıdaki halk bu duyguyu hissetmedikleri için öylece gelip geçerler. Diğer insanlar gibi sıradan yaşar ve ölürler.
Bu anlamda Cézanne ‘ninde, Emile’ninde verdikleri savaş, sıradanlığa karşı verdiği mücadele, küçümsenmeyecek kadar büyüktür.
Bütün ailesini, toplumu bir tarafa itip kendini işine verebilmek… Bunun için yıllarca mücadele etmek… Yoksulluğun, acımasız dişlilerine rağmen üretmeye devam edebilmek…
Filmin sonunda Emile istediği üne sahip olmasına rağmen Cézanne yoksulluk içinde ölüp gidiyordu.
Fakat onun ölümünden sonra tabloları dünyanın 700 galerisinde sergilenmişti. Eserleri akıl almayacak rakamlara satılıyordu.
Şöhret kimisine erken gelirken, kimineyse geç gelmişti. Hatta bazıları bu üne sahip olmadan tarih sayfalarının arasında silinip gitmişti.
Paul Cézanne ve Emile Zola bu anlamda şanslı kişilerdi.
Film resimle, müziğin uyumunu anlattığı kadar sanatçıların çektikleri zorlukları da anlatıyordu. Yoksulluk içindeki yaşamlarını ve halkın onları anlayamamasını…
Belki bütün yazarların, ressamların kaygısı da buydu; anlaşılamamak. Sizin bir şeyler yapmaya çalışmanız onlara garip geliyor, anlamıyorlar, anlamak istemiyorlar ya da boş uğraşlar olarak görüyorlardı.
Neden yazar, neden resim yapar insan?
Filmi izlerden manzaraların etkisiyle iyi arkadaş olmanın önemini anladığım kadar eski insanların ne kadar şanslı olduklarını da anladım ve kıskandım.
Gerek kurgu, gerek oyuncu, gerekse yönetmenin başarısıyla izlemeye değer bir çalışma ortaya çıkmıştı Cézanne ve Ben’de…
Neslihan Minel