İnsan yerleşik düzene geçtiğinden beri, bir türlü adil cevap bulamadığı en büyük bilmecesi yönetim biçimleri olmuştur. Yönetim gücünün kimin ya da kimlerin elinde olacağına çok çeşitli cevaplar verilmiştir. Anaerkil ataerkil sistem ikilemi, bilmecenin en az şıklı sorusu olsa da; yüzyıllar önce yönetim gücünü kaybeden kadın, adem evladının güç dengesi arayışında bir türlü adaletli eşitliği bulamamıştır. Tabi yönetim biçimleri denince sadece kadın erkek farkı değil, topluluklar içinde bu erkin “hangi” özelliklere göre dağıtılacağı da en büyük sorulardan biridir. Tarih içerisinde çok ve çeşitli cevaplar mevcut. Örneğin kurumsal dinlere(1) geçildikten sonra din adamları aynı zamanda toplumlarının yöneticileri/siyasetçileri de olmuştur. Ortaçağ Avrupa’sının yönetici din adamlarını hatırlayın, her biri aynı zamanda kanun koyuculardı. İslam tarihinde de Padişahlar/yöneticiler halifelik statüsü ile devlet yönetme hakkına sahip oldular. Fakat para ne zaman farklı ellerde toplanmaya başladı, o zaman “zenginler” de yönetim gücüne dahil olmak istediler. Feodal yapılar da böyle doğdu. Zamanla onların yerini “milliyetçilik” söylemleri ile toplumu devşiren kapitalist düzen aldı. Sanayi devrimi ile sınıfsal yapılar oluştu. Her değişimle beraber kurumsal dinler yönetim gücünün büyük parçalarını ellerinden kaybetse de, makamları hiçbir zaman tarihin tozlu raflarına gömülmedi. Henüz!
Elbette ne yazıktır ki; kadın, yönetim gücünün din/para/sınıf/soy temelli olması fark etmeksizin; hala en büyük rakibi ve aynı zamanda diğer yarısı olan erkeğe karşı, gücünü sistem içinde konsolide edebilmiş değil. Unicef’in verilerine göre bugün hala 100 kadından 25’i erkek şiddetinin; yemeği yakma, tartışırken karşılık verme, izinsiz dışarı çıkma, çocukla ilgilenmeme ve cinsel ilişkiyi reddetme halinde haklı bulunacağını söylemiş. Yine aynı rapora göre her 10 kadından bir tanesi erişkin birey kabul edilme yaşına yani 18 yaşına kadar en az 1 kere taciz veya tecavüze uğradığını söylemiş. Unicef’e göre bugün dünya üzerinde 15 ila 19 yaş arasında 15 MİLYON kız çocuğu cinselliğe zorlanmış, bu çocukların 9 MİLYON’u 2016 yılı içinde bu suça kurban edilmiş. Erkek çocuklarına dair ise net bir data bulunmuyor.
Elbette bir de “küçüğün rızası” diye uydurulan kan dondurucu, insanın hem vicdan hem de beyin gücünden yoksun olduğunu belirten bir söylem var. 20 Kasım 1989 yılından imzalanan ve Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi, 18 yaşından küçük her insanı çocuk kabul eder. Dolayısıyla bırakın vicdanı, ahlakı, insanlığı, iç hukuktan üstün olan ve bağlayıcılığı bulunan uluslararası hukuk böyle bir kavramı red eder. Yani hiç bir kurum, makam ya da yetkili “çocuğun rızası” deyimini kullanamaz ve böyle bir kavramın varlığını dahi iddia edemez. Üstelik antlaşmaya taraf her devlet, çocuğu her türlü cinsel şiddet ve istismara karşı koruyacağını da garanti etmiştir.
Buradan çok sevgili(!) kurumumuzun açıklamalarına gelirsek; 9 yaşına gelmiş ya da “buluğ” çağına girmiş hiçbir çocuğun nikahı, cinsel ilişkiye maruz kalması veya evlendirilmesi NORMAL kabul edilemez. Buluğ çağı erişkinlik yaşı değildir. Gelin olması, gebe kalması, anne-baba olması, rıza gösterdiğinin iddia edilmesi kabul edilemez. Çocuklar, cinsel istek duyulan karşı cins olarak gösterilemez. Çocuğa karşı duyulan cinsel istek pedofili hastalığıdır. Ve çocuğa karşı yapılan her türlü şiddet, taciz, tecavüz bir çocuk istismarı SUÇUDUR. İstismarı dolayısıyla pedofiliyi normalleştirmek SUÇTUR.
Bu yüzden dün başlayan ve çığ gibi yayılan #DiyanetKapatılsın kampanyası bu ülke için bir umut ışığıdır. Sadece 2017 yılı içinde yaklaşık 8.1 Milyar lira harcayarak, makamını paranın gücü ile garantileyen “kurumsal din” personelleri ağızlarının payını almaya başlamıştır umuyorum. Bugün adı Diyanet iken, yarın İnanç İşleri olur öbür gün Din Bakanlığı olur fark etmez. Bu hastalıklı zihniyetin ortaya saçtığı kötülüklere karşı çıkmak, inanmamak ve çevrenizi de inandırmamak yapacağınız en büyük etki olmaya devam edecek.
Kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan bir bütün olduğunu ve bu koca yap-bozun iki eşit parçası olduğunu, birinin diğerinden güçlü ya da güçsüz, alt ya da üst, eksik ya da fazla değil hayatı doğuran ve korumakla yükümlü olan iki eşit parça olduğunu unutmamanız dileğiyle.
Dahasını umarak efendim…
1)Kurumsal Din terimi bir çok farklı manada kullanılsa da, burada bahsedilen; büyük dinlerin mistik dinlere karşı kazandığı savaştan sonra toplum yönetimlerini devralarak güçlerini makamlaştırmış olmalarıdır.
Ayşegül Ekinci