Akşam karanlığının çökmesiyle beraber ağlıyordu küçük elli kadın. Onu bırakamamanın acısıydı bu. Ne çok şey paylaşmışlardı oysa. Ama ayrılık ne kadar da çabuk yakalamıştı onları. Hiç bitmeyecek sandıkları saadetleri bir anda bitivermişti.
Yıllar yıllar önce tanışmıştı onunla, okul sıralarında. Fakültenin koridorlarında ne çok dolaşmışlardı. Ardından gelen evlilik ve doğan kızları. İş güç telaşı derken geçip gidivermişti yıllar. Şimdi geri dönüp baktığında, ne çok şey sığdırmışlardı kısacık ilişkilerine. Sanki ölünceye kadar sürecekti mutlulukları.
Bütün insanlar da aynı ümitle başlamazlar mıydı bu oyuna. Okul bitecek, ardından gelecek pembe panjurlu ev, sonra boy boy çocuklar.
“Yanılmışım” dedi. Filmlerde olurmuş böyle şeyler. Gerçekler, gerçek hayat hiç bu kadar basit değilmiş.
Ev, iş telaşı derken başka bir hâl alıyordu yaşam. Her telaş, her sıkıntı başka bir yoruyordu ilişkilerini. Her sıkıntıdan sonra biraz daha törpüleniyordu kısalan ömürleri. En çokta çocuk etkiliyordu bu mutsuzluğu.
Ayrılık, bir çözümse çocuk ne olacak, kim de kalacak, nasıl acılar çekecek? Hep bu korkuyla kaçtılar ayrılıktan. Ama kaçmakla bitmedi. Yıllar sonra kaçtıkları, kaçmaya çalıştıkları mutsuzlukla yine karşılaştılar.
İçinde biriktirdiklerini söylediler birbirlerine. Arkada kalan çocuklarına acıyarak bitirdiler. Geç de olsa bitirmeyi bildiler.
Aslında bitirdikleri evlilikleri değil, onunla beraber hayalleri, geçmişi, yaşayamadıklarıydı. Çok çabuk geçen yıllar, ne çok yıpratmıştı onları. Kızları büyümüş, kabaran saçları rüzgârda uçuşmaya başlamıştı. Onu günahı neydi bilinmez ama bir gün o da anlayacaktı ayrılıktan kaçılmayacağını. Büyüyünce, büyüyen aklıyla beraber, o da ayrılığın acısını yüreğinde hissedecekti.
Hayat böyleydi işte. Biri başlarken, biri bitiyor, sürecek diye başlayan ilişkiler, ansızın sonlanıyordu. Zaman denen törpü, herkesi başka törpülüyordu. Biz arkada kalanlara acırken, kervancı yolda bıraktığı yolculara bakmadan yürüyordu. Ve devran hızla dönüyordu!…
Neslihan Minel