Ne zaman penceremden dışarıya baksam telde ip gibi dizilmiş üç sıra güvercin görürüm. Kuş dizileri bazen uzar, bazen kısalır. Ama her zaman hep üç sıra…. Aşağıdaki dut ağacının gövdesini kendine siper etmiş tekir bir kedi gün boyunca onları gözler. Güvercinler bizim apartmanın önünde hiç yere inmezler. Ama aynı kedi hep inatla kuşları izler durur.
“Seni hemen görmem gerek. Telefonda konuşmakla olmaz,” dedi. Biri ölmüş olmalı diye düşündüm. Aklımdan hızla sevdiklerim geçti. Göğsümden mideme sıcak bir şey aktı. İçim allak bullak oldu. Elim ayağım, ayağım boşaldı. Komik ama yalnız olduğum için sevindim. Bet beniz atmış, yaprak gibi titrerken beni hiç kimse görmedi. Utancımdan yerin dibine geçerdim. Aklımda hep aynı cümle dönüp duruyordu. “Telefonda olmaz, seni görmem gerek…” Kötü bir şey oldu. Bu kesin. Hatta çok kötü bir şey olmuş besbelli. Her ne olduysa bana alıştıra alıştıra söyleyecek. Telefonda konuşmakla olmaz, demek başka ne anlama gelir ki?
Bir kaza görmüştüm yıllar önce. Önümüzde giden otomobil yoldan çıkıp bir tarlaya yuvarlanıverdi. O zamanlar emniyet kemeri, hava yastığı gibi güvenlik önlemlerinin adını bile daha duymamıştık. Şans bu ya otomobil yuvarlanıp tekrar dört tekerinin üzerine dikildi kaldı. İçinde dört kişi vardı. Sadece biri göğsünü tutuyordu. Diğerlerinde kötü bir şey yok gibi görünüyordu. Arabadan inen yarım kalmış bir rüyanın peşinden gider gibi davranıyordu. Biri çantasını arıyordu. Ötekisi ceketini giymeye çalışıyordu. Üstelik hava sıcak, mevsim yaz ortasıydı. Direksiyondaki de inmiş arabanın etrafında turluyordu. Onun derdi başkaymış. Arabanın kaportasındaki ezik ve çiziklere bakıyordu. Yamulmuş kapılara, bükülüp dışarıya kıvrılmış ön tekere. Bu durum beş dakikaya yakın sürdü. Onlara yardım etmek için arabanın yanına gelen beş altı kişilik bir grup olmuştuk. Kazazedelere hepimiz ayrı bir akıl veriyorduk. İçimizden biri, “bir şey söylemeyin, dedi. Onlar hala kazanın şokundalar.
Tam da kaza yapan araçtan çıkan adamlar gibiydim. Ayakkabılarımı giydiğimin, kapıyı çektiğimin ve merdivenlerden aşağıya koştuğumun farkında bile değildim. O an sadece aklımdan sevdiklerimin fotoğrafları geçiyordu. Acaba hangisinin başına kötü bir şey geldi. Birine mutlaka bir şey oldu ama kime? Sokağa inip durağa giderken telefonunu aradım. Açmıyordu. Bir daha aradım, bir daha, bir daha… Duraktayım, oraya geliyorum, diye mesaj attım. Açınca yazdığımı belki de görürdü.
Ne zaman acele bir işimiz olsa hep aksilikler birbirini kovalar. Durağa vardım. Bekle babam belke otobüs gelmedi. Taksi çevirmeye karar verdim. İki tanesi dolu geçti. Üçüncüde şansım yaver gitti. Gazi Bulvarı’nda trafik kilitlendi. Bir buçuk yıldır bu caddeden geçerim. Trafik hep kalabalıktır ama ilk hiç kilitlenmez. İnip yürümeye niyetlendim. Taksiciye ayıp olacak. Zaten ineyim ben abi desem. Adım gibi eminim ki mutlaka aksileşecek. Canım zaten burnumda. Kesin hır çıkar. Evden çıkıp Nazlı’nın çalıştığı iş merkezine varıncaya kadar bir saatten fazla geçti. Taksiden inince telefonumu kontrol ettim. Ne aramış ne de mesajlarıma yanıt vermiş. Merdiven, güvenlik, asansör… Nazlı’nın odasına varmak ne kadar zormuş meğer. İlk kez farkına vardım.
Kapıdan girdiğimde kardeşim pencerenin önünde süklüm püklüm dışarıya bakıyordu. Ben daha çok kardeşimin inatçı, dik başlı, kararlı hallerine alışığımdır. Böyle süklüm püklüm boynunu eğmiş durması içimi acıttı. Kapının sesini duyunca bana döndü. Boynuna sarıldım. Ben gelmeden önce kesin ağlamış. Gözleri kıpkırmızı, burnu da…
Hayırdır, neler oluyor? dedim.
Babam’ı gördüm. Dileniyordu, dedi.
Hadi canım sen de. Ekmeği-suyu, evi-barkı var. Koskoca müdür emeklisi. Babam değildir o. Birini ona benzetmişsindir.
İnsan babasını tanımaz mı? Babamdı…
Nerde gördün?
Hisarönü’nde.
Hadi gidip bakalım o zaman. Babam hayatta böyle bir şey yapmaz. Ben inanmıyorum.
Koşar adım binadan çıkıp kendimizi kalabalık Kemeraltı’na attık. Hisarönü’nde ana caddeyi, ara sokakları bir bir dolaştık. Babamdan geçtim orada tek bir dilenciye bile rastlamadık.
Nazlı’yı iş yerine bırakıp Üçyol’daki evimize gittim. Büyüdüğümüz, çocukluğumuzun, gençliğimizin anılarıyla dolu o eski apartmana… Annem kapıyı açtı. Elini öptüm, birbirimize sarıldık. Babamı sordum. Lokaldedir dedi. Her gün öğleye doğru çıkar, akşamüstü döner. Bu emekli olduğundan beri böyleydi. Aklımdan hemen gidip lokale bakmak geçti. Annemi işkillendirmemek için vaz geçtim. Gelişimi öylesine, her zamanki gibi olağan ve bir ziyaret kabul etsin istedim. Akşam yemeğine kadar annemle oturdum. Aslında babamın eve dönmesini bekliyordum. Döndü, dönmesinde de hiçbir tuhaflık yoktu. Her zamanki makosen ayakkabılar, fotör şapka ve aynı kazayağı desenli gri paltosu… Hiç de dilencilikten gelen birine benzemiyordu. Babam salona geçince çaktırmadan tuvalete gider gibi yanından ayrıldım. Ceketinin cebindeki cüzdanını yokladım. Yüz yirmi üç lira parası vardı. Dilenen insanların bir sürü bozuk parası olur. Ya da onluk ve beşlik banknotları… Kardeşim kesinlikle yanılıyordu. Bundan adım gibi emindim.
İşi gücü boş verip ertesi gün Hisarönü’nde tenha bir köşe seçip beledim. Sonraki gün, bir sonrakinde de. Babamı boş ver orada dilenen başka biri de yoktu. Dördüncü gün sabah saat on gibi araları bir kolaçan edip işe dönmeye karar vermiştim. Talatpaşa Bulvarından geçerken biri gözüme takıldı. Hem babama benziyordu, hem de hiç benzemiyordu. Saçları babamdan uzundu, kolu da alçıda. Azıcık duraklayıp bakmak istedim ama arkamdan araç korna çalarak beni sıkıştırdı. Duramadım. Üstündeki giysiler hem büyük hem de çok kirliydi. Paltosunun eteklerinde yere doğru astarları sarkıyordu. Babam hiç spor ayakkabı giymezdi. Benim gördüğüm adamın uçları delinmiş spor ayakkabıları vardı. Benzetmiş olmalıyım. Boyu benziyor, kilosu, küçük göbeği, yüzü de birazcık. İnsan insana benzermiş. Dilenci de başka bir dilenciye…
Apartmanın önündeki elektrik tellerine yine üç dizi güvercin konmuş. Üç uzun sıra… Çoğu boz güvercin, içlerinde bir tane alaca, bir tane kırmızı bir de süt beyaz var. Tüylerini kabartıp tortop olmuşlar. Üşüyor olmalılar. Arada sırada bir ikisi havalanıyor. Uçanlar tespih tanesi gibi dizide boşluklar yaratıyor. Gelenler her zaman dizinin en sonuna konuyorlar. Sadece oynaşıp cilveleşenler sırayı bozuyor. Ve tekir kedi hep aynı yerde birinin telden inmesini bekliyor.
Mart 2020 – İzmir
Seyfullah