“Yazmaktan men edilirsem ölürüm.”
Dostoyevski
Bir kitabın başarısı çevirmenin başarısına bağlıdır. Çevirmen yazara bağlı kalmazsa kitap farklı boyutlar alır. Virajına Wolf’un çevirilerine bakarsanız kitabın ne kadar farklı yayımlandığını görürsünüz.
Uzun süren incelemeden sonra Virajına Wolf’da tasvip ettiğim kitaplar, İletişim Yayınları’nın baskılarıdır. Gerek baskı kalitesi, gerekse çevirmen başarısıyla en iyi eserleri onlar üretiyor.
Türkiye’de belli başlı çevirmenler var, yazara bağlı kalarak çalışan, bu çevirmenlerden biri de Ülker İnce’dir.
Ülker İnce, Dostoyevski gibi büyük bir dâhiyi çevirmeyi başarmış çevirmenlerdendir.
Bu başarısından dolayı geçen gün en iyi çevirmen ödülünü aldı.
Dostoyevski, toplumsal eşitsizliğe dokuz yaşında karşı çıkmıştır. Gazeteciliği boyunca eşitsizliğin ortadan kalkması için mücadele etmiştir.
Kölelikle ilgili bir şey duyduğu zaman, o sessiz adam, hiç konuşmayan dahi, bir anda yerinden fırlayıp savunmaya geçiyor, hiç bir konu bu kadar kızdırmıyormuş.
Kölelik konusunda Abraham Lincoln ve Tom Amca’nın Kulübesi’nin yazarı Harriet Beecher Stowe da çok hassasmış.
Dostoyevski, Rusya’nın karışık olduğu yıllarda yaşamıştı. İnsanlar o dönemde ülkenin nasıl kurtulacağı konusunda, batıcılık, akılcılık, Slavcılık gibi arayışlar içindeydi.
Onun hayatı kumarla, hastalıkla, yoksullukla ve hapishaneyle geçmişti. Ama o bunları hiç önemsemedi. İnsan için önemli olan özgürlüktür, onurdur, üslubunu benimsedi ve çektiği acılardan beslenerek eserlerini üretti. Onun hatası acele etmesiydi, roman tam oturmadan yayımlamasıydı. Bunda kumar borcunun etkisi de vardı.
Omsk cezaevindeki sürgün hayatından sonra; “Ölüler Evinden Notları” yazmıştı.
Herkes hapishanede ölürken, o dirilmiş ve en güzel eserlerini yazmıştı. Romanlarını sürgün yılları ve Sibirya anılarıyla beslemişti. Bu yıllar onda o kadar derin izler bırakmıştır ki öldüğünde ayağında pranga izleri vardı.
Yoksulluk çektiği parasızlık döneminde, Karamazof Kardeşler’i yirmi altı günde yazmıştı. O dönemde tefrika olduğu için romanlar bölümler halinde yayımlanıyordu. Bu yazar için baskı oluşturduğu kadar, para kazanma kapısıydı da. Bu yüzden olacak çok kısa sürede yazdığı eserler de vardı.
Bu eserlerden biri olan Karamazof Kardeşler ders kitabı sayılacak nitelikte bir eserdi.
Onun romanındaki karakterler canlı gibiydi. Öyle güzel tasvirleri vardı ki bir anda sayfadan fırlayacak sanıyorsunuz. Suç ve Ceza’daki Raskolnikov bu karakterlerin en büyüğüydü.
İnsancıklar’da mektuplarla gelişen, insana hayatı sorgulatan, ruhun en kuytu köşelerini aydınlatan ilk romanıdır.
Varenka’ya gönderilen mektuplarla tarih aydınlanmakta beraber, o dönemin yokluğu ve yoksulluğu da anlatılmaktadır. Pokrovski’nın ölüm anının tasviri, insancıl olduğu kadar gerçekçidir de.
Makar Alekseyeviç’in mektuplarındaki duygusallık ve samimiyet anlatılmayacak kadar canlıdır. İnsanların kitap bulmak için verdiği mücadele, paralarını biriktirerek en güzel hediye olarak kitabı seçmeleri, samimi bir şekilde anlatılmıştır.
Yaşadığı toplumdan kopuk kalmamış, sosyal sorunlar üzerine hayallerini ekleyerek yazmıştır Dostoyevski.
İnsancıklar’daki başarı tartışılmayacak kadar büyüktür. Bu yüzden iyi bir başlangıç olmuştur Dostoyevski için.
Bu romandan aldığı hızla öbür eserlerini üretmiştir yazar.
Karakterlerindeki başarıyla çok sesli romanın temsilcisidir Dostoyevski.
O doktor babasının, inşaat mühendisi oğlu olmasına rağmen yokluklar içinde yaşamıştır. Bunda ülkenin karışıklığı ve o dönemin fakirliğinin etkisi de vardır.
Toprak aristokrasinin olduğu bir dönemde, hayatını Sibirya’da sürgünde geçirmiş, oradaki insanları gözlemleyerek yapıtlarına can vermiştir.
O inanılmazı inanılır kılmış, gerçeklerin üstüne hayallerini bindirmiş, hayatın sahiciliğini kurguyla birleştirmiştir.
Şiddet ve korkunun ön planda olduğu bir toplumda şüphe içinde yaşamış ve idamdan son anda kurtularak hayata tekrar dönmüştür. Yaşadıklarını romanlarına katması, eserlerinin sahici olmasını sağladığı gibi kitaplarının yüzyıllar boyu okunmasını da sağlamıştır.
Yazarken kurcalar, hayatı sorgular, karakterlerine en ince ruh ayrıntıları verirdi. Karanlıkta bir şey bırakmazdı. Bunları yaparken romanı bütünleştirirdi. Yazdıkları halktan kopuk şeyler değildi. İnanması zor olanı öyle bir yazardı ki kendi bile inanırdı.
Zaten başarılı olmasının sırrı da buydu. Olmayacak olanı yazmak, imkânsıza can vermekti.
Kafka’nın Dönüşüm’ü de öyle değil miydi?
Bir sabah uyandığında hamam böceğine dönüşüyordu Mr. Samsa. Akıllara durgunluk veren böcek gerçek oluyordu. Hayal ürünü bu olayı herkes kanıksanıyor, Mr. Samsa insanların dostu oluyordu.
Ve Ecinniler… Filmiyle, kitabını özdeştirdiğim eser tartışılmayacak kadar büyüktü.
Barındırdığı felsefeler, derin dünya görüşü ve siyasi tartışmalarıyla çağının en büyük romanı olma özelliğini taşıyordu. Rusya’nın taşlı yollarında, karlar altında yazılan kitap tek kelimeyle övünçtü. Kurgu başarısı, tasvirlerdeki canlılık ve konuları işleyiş şekli mükemmeldi.
Dostoyevski, ihtilâlci örgütlerin yapısını, üyelerin karakterlerini, çalışma şekillerini alay ederek, gerçekleri saptırmadan anlatmıştı.
Yazarken 1849′ da I. Nikola’nın baskıcı rejimine muhalif Petraşevski grubunun üyesi olması ve sonunda tutuklanması, kurşuna dizilmek üzereyken cezası sürgün ve zorunlu askerliğe çevrilmesini de anlatıyordu.
Tam öldü derken dirilen Dostoyevski hayatını kitaba yedirmişti.
Daha önce yaşadığı sürgün hayatı, askerlik anıları, kumarbazlığı, sara hastalığı ve kızının ölümü gibi şeyler de etkilemişti. Zaten yazarları besleyen en önemli şey geçmişi değil midir?
Jorge Amado’nun; “İnsanın anavatanı çocukluğudur” sözü, buna en iyi örnektir.
Ecinniler’deki Şatov, karakteriyle hayatı sorgulayıp, kurgu başarısıyla insanı düşünmeye teşvik etmişti yazar.
Gözlüklü Şatov, bakışları, uzun paltosu, bilgece konuşmalarıyla bana Harry Potter’ı hatırlattı.
Buradaki en güzel sözler; “Çiçero’nun dilini keseceksin, Shakespeare’i öldüreceksin, Copernicus’in gözlerini oyacaksın. Kölelikte bütün insanlar eşittir ve köledir. İnsanlığın onda biri diğerlerini yönetir, diğerleriyse sürüye dönüşür. Güzellik olmadan bilim olmaz,” sözleriydi.
Ecinniler’de hesaplaşma, itiraf, hayat sorgusu vardı ama en çok da adaletin eksikliği.
Şatov, hassas, okuyan, araştıran kişiliğiyle Ecinniler’in en canlı karakteriydi.
Ve onun gibi akıllı, düşünceli, merhametli birinin haksız yere öldürülmesi.
Hayatın her kesimde olduğu gibi yargı sistemindeki eksiklik ve aksaklıklar burada da kendini gösteriyordu. Kafka, Dava’da adaleti nasıl irdeliyorsa, Dostoyevski’de aynı şekilde Ecinniler’de irdeliyordu.
Ecinniler’de, Shakespeare’den kölelik sistemine kadar birçok konu işlenmişti. Yazarın işlediği konular, güncelliğini korumakla beraber zamanın çetrefilli yollarında kaybolmadan okunmaya devam ediliyordu.
Onun büyüklüğünden olacak, 31 Ocak 1881 tarihinde yapılan cenaze törenine yaklaşık otuz bin kişi katılmıştı. Bu da ilk başta istediği başarıya ulaşamayan bunun için de siyasete atılmaya karar veren bir yazar için büyük başarıydı.
Bu büyük adam fakirlik içinde, hayatını mücadeleyle geçirmişti.
Zaten hangi dâhi, yaşarken amacına ulaşmış, kitaplarıyla tanınmış ve refah içinde yaşamıştı ki?
Neslihan Minel