Size hiç büyük ikramiye çıktı mı?
Bana çıktı.
Aklınıza hemen şu piyangolar, lotolar, totolar, iddialar, televizyonlarda her gün bir yenisi başlayan zahmetsiz para kazanma ve köşeyi dönmeler geldi değil mi?
Değil, değil… Kastım bunlar değil. Üstelik ben, emeksiz kazanmanın mutlaka birilerinin cebini gizli ya da açık, doğrudan ya da dolaylı tırtıklamak olduğunu bildiğim için böyle şeylere değer vermem.
Bence en önemli ikramiye sağlıktır. Sonrası kendinizi daha iyi, daha mutlu, yararlı insan yapabilme şansını yakalamaktır.
Sağlığımız aman aman olmasa da bizi bu günlere getirdiğine göre, şanslı sayılırız.
Benim büyük ikramiyem, yararlı ve mutlu insan olmanın yollarını kavratan bir eğitim alabilmemdir. O eğitim sayesinde sormayı, sorgulamayı, düşünmeyi, araştırmayı, biçimlendirmeyi, sunmayı; güçlüklerden yılmamayı, insanı sevmeyi, yaşamın sürüp gitmesi için evrensel duyarlılığı öğrendim.
Ben, bu ikramiyemi Tonguç’un “Gönensin diye çocuklarımız” diyerek açtığı Isparta Gönen Köy Enstitüsünün devamı Gönen İlk Öğretmen Okulu’nda okuma fırsatı yakalayarak kazandım.
Bir okul düşünün; öğrenciler 1960’larda yirmi kişilik sınıflarda okuyor, kalorisi hesaplanmış yemeklerle besleniyor, sporun, sanatın ve bilimin her alanında kendi kapasitesini ve yeteneklerini sınayabiliyor; yaşama, yarın ne olacağım kaygısından uzak hazırlanıyor.
Bir okul düşünün; binlerce kitabı, sanat, edebiyat dergilerini ve günlük gazeteleri okuyabileceğiniz kütüphanesi var. Öğrenciler daha on iki yaşlarında dünya klasiklerini okumaya başlıyor.
Bir okul düşünün; fizik, kimya ve biyoloji laboratuarları var. Bu laboratuarlarda öğrenciler kendi deneylerini gerçekleştirebileceği araç gereci bulabiliyor, hayvan tahnit etmeyi bile öğreniyor.
Bir okul düşünün; Türk ve dünya bestecilerinin eserlerini dinlediğiniz, yeteneğinize göre bir enstrüman çalabildiğiniz ses geçirmez odaları bulunan müzikhanesi var. Hayatında piyano görmemiş öğrenci, piyano çalmayı öğreniyor.
Bir okul düşünün; demiri, ağacı işleyip araç gereç yapabildiğiniz işlikleri var. Öğrenciler avadanlıklar yapıyor; demire su vermeyi öğreniyor.
Bir okul düşünün; gösteri salonunda öğrenci koroları, tiyatroları gösteriler sunuyor. Vizyona yeni girmiş filmler izleniyor, neredeyse her ay tiyatro grupları oyunlar oynuyor; öğrenciler ülkenin en ünlü oyuncularıyla söyleşiler yapıyor. Paydos’u, Kral Ouidipus’u oynuyor çocuklar.
Bir okul düşünün; öğrenciler, resim atölyesinde daha 12 yaşında ulusal ve uluslar arası üne sahip ressamlarla tanışıyor; Çallı’dan, Rubens’e, Dali’ye kopyalar yapıyor.
Bir okul düşünün; atletizm pisti, yüzme havuzu, voleybol, basketbol, futbol sahaları ve kapalı spor salonu var. Okul basketbol takımı Isparta’yı temsil ederek profesyonel takımlarla maçlar yapıyor.
Bir okul düşünün; doktoru, hemşiresi ve hastabakıcısı bulunan bir reviri var.
Bir okul düşünün: bağlarından üzüm, bahçelerinden kiraz yediriyor öğrencilerine. Sabah kahvaltısında sunulan süt kendi ahırlarından; yumurta, kendi kümeslerinden geliyor.
Bir okul düşünün: öğrencilerine her yıl bir yurt kösesine on günlük gezi armağan ediyor.
Üstelik bu okul, öğrencilerine bunca hizmeti devletten çok az para alarak gerçekleştiriyor. Çünkü onun döner sermayesi var. Bahçelerinde gül ve kiraz; tarlalarında şeker pancarı yetiştiriyor bu okul.
Söyler misiniz, günümüz Türkiye’sinde hangi öğrenciye böyle bir ikramiye vurabilir?
Bizler böyle bir okula bir köy çocuğu olarak geldik,
Cumhuriyetin, bir çağdaşlaşma projesi olduğunu kavrayarak öğretmen olduk.
Hepimiz ülkemizin geri kalmış bölgelerinde öğretmenlik yapmak istedik. Çünkü yoksul halkın vergileriyle sırtımız ceket, ayaklarımız kundura görmüştü. Defterimizi, kitaplarımızı, aşımızı, sıcacık yatağımızı bize veren devlete her koşulda hizmet etmek boynumuzun borcuydu. Anadolu’ya gidecek, cehaleti yenecek, ülkeyi Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkaracaktık.
….Ve devlet, KPSS gibi sınavlara sığınmadı, okulu bitirdiğimiz gün atamamızı yaptı. Cebimize yolluğumuzu koyup görev yerimize gönderdi.
Biz bir geleneğin devamıydık. Bize bırakılan meşaleyi daha iyi daha güzele taşımaktı görevimiz. Bu gelenek bize Fakir Baykurtlardan, Ahmet Yamacılardan mirastı. Okuduğumuz sıralarda, yattığımız yataklarda, yemek yediğimiz masalarda, yıkandığımız kurnalarda, gölgesinde dinlendiğimiz ağaçlarda onların alın teri vardı.
Bizler Köy Enstitülerinin yarattığı vahalarda yetişen köy çocuklarıydık. Bu yüzden aslımızı hiç unutmadık. Hâlâ Atatürk devriminin hedeflediği çağdaş insanın; ancak köy enstitüsü modeli eğitim sistemleriyle yetişebileceğine inanıyoruz.
Bugün “Dünya Çocuk Hakları Günü”. Cuma günü de “Öğretmenler Günü”nü kutlayacağız.
Benim okulum da yukarıda anlatılan okul gibi bir okul diyen çocuklar, gençler el kaldırın!
Ben, sizlerden daha iyi koşullarda öğretmenlik yapıyorum diyen genç meslektaşlarım siz de el kaldırın!
…..
Sahi siz bu ülkenin ilerlediğine inanıyor musunuz?
Hamdi Topçuoğlu