Elias Kazancıoğlu’nu Zülfü Livaneli’nin “Elia ile Yolculuk” kitabıyla daha yakından tanıdım.
Karakarga Yayınları’ndan çıkan kitabın illüstrasyonlarını, M.K.Perker yapmıştı Özellikle en sonunda Elia’nın el sallayan resmi vardı ki; “Artık benim rolüm bitti,” der gibiydi.
Keşke kitabın sonuna Elia’nın Anadolu’da çekilmiş fotoğrafları da eklenseydi çok daha canlı olurdu.
Daha önce Zeynep Oral’ın ‘O Büyülü İnsanlar’ında da okumuştum hayatını. İki kitaptaki anlatımda telefonla ve Elia’nın ölümüyle başlıyordu. İki yazar da onunla olan sohbetlerini, gezilerini, ruh halini anlattığı kadar, onun kültüründen ve bilgi birikiminden de bahsediyordu.
Bu kitaplardan da anlaşılacağı gibi ışık ve gölgeyi perdeye yansıtan büyük bir adamdı Elia Kazan.
Kitapta geçen şu cümleler ilginçti;
“Amerika diye bir şey var mı, gerçekten var mı, hiç var oldu mu?
Üzerinde yürünen, kulakla duyulan, gözle görünen bir ülke değil, düşlerde görülen bir dünya o.
Bu dünyaya ait olmayan başka bir gezegenden gönderilen imgeler… “
Yine satırlar arasında geçen, “insanlar yaşlandıkça ağaçlara benzer, yumruklaştırır, düğümler zaman” sözü yaşlanan insanın ağaca benzediğini anlatır. Bu anlamda o bir çınardır.
Bu yaşlı çınar Manhattan’ın 95. Doğu Sokağı’na Kayseri’nin havasını götürmüştür.
Amerika’da yaşasa da o bir göçmendi, bu yüzden olacak ki Anadolu’yla bağını hiç koparmamıştı. Çünkü ataları buradaydı. Evine astığı fotoğraflar da; Erciyes Dağı, kadınlar, fesli erkekler vardı ve gözlerinde bitmeyen bir özlem…
Annesi; Athena Sişmanoğlu’dan bahsedip onunla ilgili anılarını tazeliyordu sık sık. Hep bir özlem vardı doğduğu toplaklara. Çünkü bu topraklar onun memleketiydi.
Memleket özleminden dolayı Kayseri ile ilgili araştırmalar yaptı, kitap çalışmalarında bulundu.
Övünerek Anadolulu’yum diyen dünya sinemasının bu büyük yönetmeni 94 yaşında öldü. O herkes gibi sıradan bir hayat yaşamak yerine liderliği seçmiş “Rıhtımlar Üzerine” filmleriyle (sekiz Oscar birden alarak) ismini dünyaya duyurmuş, filmlerindeki başarısıyla Hollywood sahnesini en çok etkileyen yönetmen olmuştu.
1999 yılında 71. Akademi Ödüllerinde “Yaşam Boyu Onur Ödülü”nü alan sanatçı, en iyi yönetmen ödülünü de almıştır. Amerika Amerika, Baby Doll, East of Eden en başarılı filmleridir.
Bu ödüllerle ilgili;
“Oscarlar için çok mücadele ettim. Çünkü Türkiye doğumluydum. Bunun için kavgalar ettim ve sonunda beni dinlediler,” diyecek kadar dirençli ve açık sözlüdür.
“Actors Studio” tiyatro okullarının kurucusudur. Bu anlamda birçok oyuncunun yetişmesini sağlamıştır.
Marlon Brando, Rod Steiger, Natalie Wood, Lee Remick, Warren Beaty ve James Dean gibi efsane oyuncuları da yetiştirmiştir.
Onun bir özelliği de yazar olmasıdır. Elli dört yaşında yazmaya başlamış; “Uzlaşma, Amerika Amerika, A Life” gibi kitapları basılmıştır.
Onun başarısının sırrı insandı. Anadolu’da gördüğü her hangi bir insanla kaynaşır, bilgilerini paylaşmaktan çekinmezdi. Yaptığı bu sıcak sohbetlerden eserlerini beslemişti.
Bunu insan ilişkilerindeki sıcaklığa borçluydu.
Farklı dillere meraklıydı, bu yüzden Türkçeyi çok severdi.
Atilla Dorsay, Ömer Kavur, Yaşar Kemal, Arthur Miller yakın arkadaşıydı.
Arthur Miller onu o kadar sevmişti ki; “Büyük Oğullarım” adlı oyununu ona ithaf etmişti.
O da diğer insanlar gibi inişli, çıkışlı bir hayat yaşadı. Yalnız kaldı, işsiz kaldı ama en sonunda 1999 yılında “Yaşam Boyu Başarı Oscar Ödülü”nü aldı ve alnı açık öldü.
Bu insanın en önemli özelliği, insan sevgisi olduğu kadar, Türkiye özlemiydi de. Kadıköylüyüm, Anadoluluyum diyen New York da bile Türkçe konuşan bu adam, gördüğü insanlara Türkiye’yi soruyor ve bulduğu fırsatta Çanakkale, Ayvalık, İzmir dolaşıyordu.
Kirk Douglas, Karl Malden, Marlon Brando, Marilyn Monroe ile yakın arkadaş olmasına rağmen onları yıldız olarak değil sadece bir arkadaş olarak görüyordu.
O yıldızlar onun için sade bir insandı.
Bu büyük adam Amerika’da yaşamasına rağmen şöhretin şımarıklığa boyun eğmedi ve her zaman; “Ben Anadoluluyum” dedi.
İstanbul’a geldiğinde halk lokantalarında oturdu, halkla sohbet etti.
Onlara bakarken ünlü bir aktöre bakar gibi baktı, kafasından filmler çekti.
Erciyes’te ailesinin köklerini ararken çocuklarla fotoğraf çektirmesi, çocukların ona amca demeleri, ne kadar doğal bir insan olduğunu gösteriyordu.
Erciyes, babasının üzümlerini anlattığı, sürekli hayalinde tasavvur ettiği görkemli bir dağdı.
Bu dağdan Kazancılar Çarşısına gidip babasının dükkânını araması, eski şehir Germir’le ilgili sorular sorması, tarihine olanı merakını gösteriyordu.
1988 yılında yönetmenliğini ve senaristliğini Zülfü Livaneli’nin yaptığı “Sis” adlı
filmde Rutkay Aziz, Menderes Samancılar, Kenan Pars’la birlikte rol alan bu sanatçı Kayseri’deki Kazancıoğlu ailesinden çıkıp, Broadway’ın Town Hall Salonu’na kadar yükselen eşsiz bir insandı.
28 Eylül 2003 tarihinde New York’da hayata gözlerini yuman Elia Kazan, Anadolu’da doğup Türkiye’nin sesini dünyaya duyuran en büyük sanatçılarından biridir ve hep öyle kalacaktır.
Neslihan Minel