Uzun zamandır roman okumuyor, film izlemiyorum. Hastalıklı bir şey. Çünkü duygular çok ağır geliyor. Yağmur damlası gibi bir dış keder bana vardığında gök gürültüsü, şimşek, bora haline geliyor. Sevinç ve öfke de. Çok yoruluyorum. Altından kalkamıyorum. İnsanlık halleri uzun zamandır kaçmaya çalıştığım bir şey. Olaylarla duygu değil akıl düzeyinde baş edebiliyorum ancak. Ve elbette biliyorum bu halimle bana “insan” denemeyeceğini. Ama çoktan öğrendim kendimle kavga etmemeyi, akışına bırakmayı. Hep Adalet Ağaoğlu avuttu beni: “her şey olması gerektiği gibi olmaktadır efendim” ve bir “insan neden içinde hiç balık olmadığını bildiği göle olta salar ki?” Ruhumun bu kararının da vardır bir nedeni elbette. Gün gelir anlarız.
Yaklaşık bir yıl önce George Poulimenos “bu kitabı okumalısın, Yunancası da var Türkçesi de” dediğinde duymaza gelip, fikri kafamdan silmeye çalışmam işte hep bu yüzden. Ama hayat da Adalet hanımla aynı fikirde olsa gerek ki içinde balık olmadığını bildiği göle olta atmaktan vazgeçmedi ve şu hayatta bana istediğini yaptırma becerisine sahip nadir insanlardan kardeşim, dostum Oğuz da bu kitabı okusana diye karşıma çıktı. Ve çekirge daha fazla zıplayamadı.
Öncelikle kitap beğenisinin öznel olduğuna inanır ve tavsiyede çekimser davranırım. Amacım size “ahh bunu okuyun, harika kitap” demek değil. Öyle bir yaklaşım kitaba haksızlık olur. Ben sadece bir saygı duruşunda bulunmak istiyorum. Yazara, var olduklarından ve o olayları yaşadıklarından emin olduğum bütün o insanlara ve bu büyülü şehre, Smirna’ya “namaste” demek istiyorum.
Kitabın adı Emanet Zaman ve yazarı da Defne Suman. Yunancada Şehrazat’ın Suskunluğu diye basılmış sanırım. 1905-1922 arası İzmir masalı. Roman demek ne kadar doğru bilmiyorum çünkü çok derin bir araştırmanın ürünü olduğu belli. Sokak, dükkan, bina adları, tarihsel akış gerçekle birebir örtüşüyor. Öyle olunca da bu konuda önceden gelen tarih okumalarınız varsa olası bir çelişkiyle kitaptan kopmuyorsunuz. Bir anlamda, kitap kurgu olmaktan çıkıp sizi gerçeklik duygusuyla da beslediğinden etkisi daha da katlanıyor.
Bunlar önemli olsa da benim için değil. Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyet tarihiyle ilgili bulabildiğim her şeyi okumama rağmen yerine oturmayan bir şeyler hep oldu. Her yerden edinilmiş çeşit çeşit “bilgi parçalarını” bir resim haline getirmeyi hiç beceremedim. Bilmek hayatı resmetmedi. Kültürpark’ın altında Ermeni kiliseleri, yetimhaneleri olduğunu hepimiz bildik. Ama o gün orada neler yaşandığını ruhumuzda, zihnimizde canlandırmayı ne kadar başarabildik? Bugün Altay stadının olduğu yerde genç kızların mezarlara saklandığını hayal edebildik mi? Evet bizim kızlarımıza tecavüz edildiğini, köylerimizin yakıldığını, ne eziyetler yaşandığını hep bildik. O aşina bir acıydı. Ya onların kızları?
Bu son cümle bile yeterince iğrenç. Onlar, biz, ötekiler. Defne’nin kitabıyla yıkmaya çalıştığı şey tam da buyken kendimi ifade edecek başka cümle kuramamam benim ayıbım. Defne bir şehri, o şehrin insanlarını ve o insanların acılarını/sevdalarını/umutlarını/dramlarını yazmış. Ama onunki bir mozaik değil bir ebru. Ayrı ayrı parçalar yan yana yapıştırılmamış; kendi iradeleriyle her şey birbirine sarılmış, birlikte vals yapmış, birleşmiş, birlikte başkalaşmış. Mozaikler kavga edebilir ama ebrular edemez çünkü sınırları yoktur. Birbirlerini suçlayamazlar sen benim sınırımı aştın diye. Hiçbir şeyi suçlayamazlar. Sadece birlikte eriyerek, yanarak oluşturdukları resimde sessizce bir duvarda durur ve koşullara göre ya haz vermesini ya da ibret olmasını umabilirler. Defne bu ebru tablosuyla katı bilgilerimize renkler, baharat kokuları, yumuşacık ve kaskatı dokular katmış. Vücut bulmuş her şey.
Amalarınız varsa, “onlar da…” diye başlayan cümleleriniz varsa, emperyalizmden medet ummak gerekiyorsa okumayın. Üzülürsünüz. (Ya da isterseniz okuyun belki başka bir dünya açılır önünüzde) Hoş fark etmiyor. Benim yoktu ama üzüntünün feriştahını yaşadım. Öte yandan delicesine umutlandım. Şehrazatlar, Defneler, Edithler, Sümbüller varsa, onların hikayeleri yazılabiliyorsa daha güzel bir dünya umudu hiç olmadığı kadar güçlü demektir.
Her türlü bedeli ödeyen Smirnalılara, özellikle de Smirnalı kadınlara saygıyla, minnetle, kardeşlikle. Oğuz ve George sizi seviyorum.
“Ne düşünüyorum biliyor musun? Bu şehrin ruhunu ne yapsan öldüremezsin. Yaksan da yıksan da, insanlarını kovup yerine başkalarını koysan da bak o özgür, o şen ruh hep gelir seni bulur!” Öyle de oldu zaten.
Emanet Zaman – Satınalma linkleri:
StoryTel (Dinleyebilirsiniz)
D&R Store (E-Kitap)
Amazon.com.tr
Kitapyurdu.com
Ayşen Tekşen