17.5 C
İstanbul
21 Kasım 2024, Perşembe
spot_img

ERTUĞRUL 1890’DA TÜRKİYE’YE JAPON ÖPÜCÜĞÜ

Tarihi olay bağlantısıyla Türk-Japon dostluğunu işleyen bu filme, Ertuğrul adının yanına 1890 eklenmesi milli tarih hafızamızdaki ‘Ertuğrul Gazi’ olgusu ve bunun dizi olarak ‘Diriliş Ertuğrul’ adıyla ekranlara yansıtıldığı güncelde elbet gerekliydi.

‘Tarihi hafızamız’ diye ifade edilse de aslında yeni neslin hafızasında pekte fazla bir şey bırakılmadı. ‘Diriliş Ertuğrul’ dizisini izleyinceye kadar o tarihi hafızayı pek bilmezdi yeni nesil. Halada öyledir dizide verilen bilgiler kadar öğrenecektir.

Aynı tarihi olguyla isimlendirilen Osmanlı son dönemi savaş gemilerinden ‘Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’da batmasıyla tarihimize acı bir hafıza kazınmıştı.

‘Ertuğrul 1890’ filmi iki milletin dostluğuna sebep olan bu tarihi olayı, yine iki ülke dostluğu açısından beyaz perdeye yansıtmaktadır.

Filmin başında siyasi çabalarla Japonya’yla dostluk kurmaya çalıştığımız; bu amaçla Ertuğrul Fırkateyni’nin Japonya’ya gönderildiği ifade edilse de aslında amaç sadece bu değildi. Yolculuk boyu Ertuğrul Fırkateyni bir çok yere uğramış; oralarda yerli halkla irtibata geçmişti. Bu rotada müslüman halkların bulunduğu gerçeği düşünüldüğünde Osmanlı’nın ‘İslam birliğini’ ayakta tutmak ve İslam’ı yaymak gibi ikinci arkaplan hedefi olduğu anlaşılır. O günden bugüne gayri resmi rivayet yoluyla bu, nakledile gelmektedir.

‘Din Birliği’ ve ‘Ali Devlet’in geleceği için sefere çıkıldığı düşünüldüğünde gemi v e yolculuğun anlatımı yapılan ilk başlarda duygulanıyor, bu küçük gemiyle yiğitçe, kendimizi feda ederek büyük hedeflere koştuğumuzu göz yaşlarınızla hissediyorsunuz.

Gemi ve yolculuk, motor kısmındaki tayfalar, motor ustası Bekir Çavuş(Alican Yücesoy) ve onların kumandanı Yüzbaşı Mustafa(Kenan Ece) tanıtımıyla anlatılıyor. Oşima adası ve burada yaşayan, balıkçılıkla geçinin köylülerin anlatımı tarihi dekorlarla daha canlı anlatılıyor. Japon toplumu içindeki yardımseverlik bir doktorun bu küçük köyde klinik açması ve yerine göre iki yumurta karşılığında hastaları iyileştirmesi; böylece Doktor Tamura’nın(Masaaki Uchino) bu insanların kalbine iyilik yerleştirmeye çalışması, bunun yanı sıra statükocu diğer doktorun bu yaklaşımdan ve karşılıksız iyilikten hoşlanmayıp aldığı yüksek ücretlerle eğlence düşkünlüğü anlatım sahneleri gerçekten güzel.

Geminin Japonya’ya varışı ve Osmanlı subaylarının İmparatorun huzuruna çıkışı sahnelenmez. Balıkçı adasında Doktor Tamura’ya getirilen üç gün öncesinin bir gazete haberiyle bunlar anlatılır. Çıkan kolera salgını dönüşün gecikmesine neden olur ama bununla ilgili hiçbir sahne verilmez. Dönüş hazırlıklarıyla ilgili bazı sahneler verilirken gerçekte elli kişilik bando takımının verdiği konserler tek bir çalgı eşliğinde ekrana yansıtılır.

Geminin batış öncesi, batış anı, batış sahneleri, balıkçı Japon köylülerinin kurtarma çabaları gerçekten etkileyici sahici ancak bu kadar yapılabilinir dinilebilecek sahneler. Batış öncesi, batış anı görüntülerinde Japon yönetmeni(Mitsutoshi Tanaka)kutluyorum. Ancak batış sonrası ada görüntüsü sanki biraz eksik kalmış gibi.

Doktor Tamura’nın(Mitsutoshi Tanaka ) yardımcısı Haru’nun(Shiori Kutsuna) önceki yaşadığı şok nedeniyle yüzbaşı Mustafa’yı kurtarma güçlüğü oyuncunun performansıyla filmin en etkileyici sahnesi sayılır.

Çabuk öfkemizi ve çabuk yatışmamızı Japon yönetmen Yüzbaşı Mustafa’yla iyi vermiş. Burada, yapılan iyiliğe karşılık bir çesit nankörce davranan Türk subayının eleştirisi ve ona doktorun sabırla anlattığı Japon yardımseverliğine vurgu söz konusu.

Yüzbaşı Mustafa’nın yola çıkmasıyla filmin son bulduğu izlemini yaşanırken doksan beş yıl sonra kader İiki toplumu yeniden bir araya getirdiği geçişiyle 1890’lardan birden 1985’lere İran- Irak savaş yıllarına geçiriyoruz.

Bu bağlantı burada biraz sırıtıyor. Ama kader ifadesiyle merak filmi sürükletiyor. Yinede bu geçiş orada bir boşluk bırakıyor. Elçilik çalışanı Türk gençle, Japon genç bayan öğretmenin tanışmasıyla bu ilgi kurulmak istenmiş; ancak ayrıntılı geçmiş bağlantılar verilmediği için yine olay muğlak kalmış. ‘Sizi sanki önceden tanıyorum’ ile Haru isim benzerliği ilgisi burada yetmiyor. Haru ve Yüzbaşı Mustafa ile bu gençlerin tarihi bağlantıları açıkça verilmiş olsaydı seyirci 1890’la 1985’i çok rahat birleştirecekti. Tabi tarihi gerçeklikte böyle bir durum söz konusu değil.

Tahran havaalanında Japon vatandaşların uçağa binme ve kurtarılma sahnesi gereğinden fazla uzun veriliyor. Başbakan Turgut Özal sahnesi, bayrağa vurgu ve hamaset duygumuz güzel verilmiş; ancak uçak için tartışan Türk vatandaşların söz dalaşı uzun verilerek vatandaşımız sanki eleştirilmiş. Üst düzey bir elçilik çalışanı yerine sıradan bir elçilik çalışanın vatandaşı ikna çabası da pek gerçekçi durmuyor.

Oysa Japon balıkçı köylüleri, Osmanlı askerlerine kendilerini tehlikeye atarak anında yardım ederlerken yaralıları iyileştirme konusunda devlet kademesinden bir emir gelmeden kendi aralarında fazla tartışmaya girmeden bunu gönülden başarıyorlar. Burada Japon halkının yardımseverliği yönetmence güzel işlenmiş. Japon halkı tepenin yönlendirmesiyle değil kendi geleneksel refleksi olarak Türk ekibine yardıma koşmuş; ancak Tahran havaalanında Türk devletinin emriyle halk yardıma biraz güç ikna olmuştur. Japon devlet yönetimi de sanki vatandaşlarını orada riske atmış gibidir. Dikkatli izlendiğinde bu vurgu hissediliyor.

Filmin anlatımı genelde gece ve loş oda ortamlarında geçiyor. Gerçekçi olması için yönetmen bu sahnelerde hiç ışık kullanmamış. Gerçekçi sahn elde edilmiş ama genelde filmde bu sahneler yer aldığından sanki karanlıkta yarı aydınlık bir şeyler gördük izlemini çıkıyor ortaya. Havaalanı sahnesi bile neredeyse geceyi andırıyor.

Film için Türk – Japon ortak yapımı dense de bu ortaklık zannedersem Kültür Bakanlığı’nın katkılarından öteye gidememiş. Zira senaryo yazarı da yönetmen de Japon. Başarılı oyuncularda Japon. Milli hissiyat ve duygularımız senaryo yazarınca da yönetmence de dikkate alınmış.

1890’ların Japonya’sı, Japon halkı, köylü vatandaşı tarihi dekorlarla güzel şekilde anlatılmaya çalışılırken onların yardımseverlikleri millet ayrımı gözetilmeden çok güzel verilmiş. 1985’te çaresiz savaş ortasında kalan bir grup Japon vatandaşına edilen yardımı hiç unutmamış bir Japon halkının minnettarlığı özelikle Tahran sahnesi verilerek biz Türklere adeta teşekkür edilmiş. Sevgi dolu kocaman bir öpücük gönderilmiş.

Hasan Tülüceoğlu

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler