Mart kimine göre kışın bitimi, kimine göreyse kapıdan baktıran, kara kışın en yoğun yaşandığı aydır.
Bu yıl diğer yıllardan farklı olarak kar kendini Mart’ta gösterdi. Belki de kışın kışlığını yağacağını son fırsattı bu, Nisan’a bırakmak istemedi soğuğunu.
Kışın en yoğun yaşandığı yerlerden biri Uludağ’dı. Kayak merkezlerinin açık olduğu yerde beyaz hala hükmünü sürüyordu. Ben de hem kitap fuarına gitmek hem de saf beyazın son renklerini yakalamak için yola koyuldum.
Uludağ’ın engebeli yollarından yokuş yukarı çıkarken yıllar önce Ayder yaylasına çıkışımı hatırladım. Ağustos sıcağı olmasına rağmen tepeler çok soğuktu. Ayder’in en güzel tarafı buradaki şenliklerdi. Sahiller sıcakken, biz kalın kazaklar içinde horon oynayanlarla beraberdik.
Uludağ’ın yolları da aynı virajlarla süslenmişti. Yarım saat süren yolculuğun sonunda tepeye ulaştım. İnsanlar alanı doldurmuş kayak yapıyordu. Bundan en memnun olanlarsa çocuklardı. Küçücük elleriyle kartopu oynayıp, kayak yapmanın sevincini yaşıyorlardı.
Yıllar önce geldiğim zaman bu kadar zengin değildi buralar. Tesisler daha azdı ve teleferik bu kadar işlek değildi. Bunun yanında daha sakindi, ziyaretçisi azdı.
Burada kalıp, yarım kalan romanım için bir kaç sayfa bir şeyler karaladım. Zaten yazılarımı hep böyle sakin yerlerde, insanlardan uzaklaşarak, kaçarak yazıyordum.
Yükseklerin Allah’a yakınlığından olacak, dağ zirveleri bana her zaman ilham vermiş, bulutların özgürlüğe olan düşkünlüğü benim ruhumu da özgürleştirmişti.
Uludağ ayazın ve beyazın saflığı içinde tepelerden doruğa uzanan heybetiyle satırlarıma çok şey kattı.
Zaten daha önce çıktığım Turi Sina dağında da en güzel şiirlerimden birini yazmıştım. Zirveye ve bulutlara yakın olmanın verdiği ilham tarif edilemez bir şeydi.
Yazarları yazmaya iten şeyse yalnızlığıydı. Bu yalnızlık sadece bir yalnızlık değil, kalabalıklar içinde de yalnız olmaktı. Yazarların belki de en büyük sorunu buydu. Kalabalıklar içinde yalnız olmaları ya da beni anlayan birileri yok diyerek yazmaya sarılmaları.
Bazılarıysa sırf yazmak için yalnızlaşıyordu. Bu üç ay, beş ay, bazen de yıllarca süren bir yalnızlıktı. Bu izdiva sürecinden sonra elinde bir kitapla geri dönüyorlardı.
Yazarların yurt dışında yaşamalarının, yazlıklara kaçmalarının ya benim gibi dağ tepelerine sığınmalarının sebebi buydu. Kalabalıklardan kaçıp kendini bulmak. Kendi iç hesaplaşmasıyla kendini aramak. Ruhunun dinginliğe kavuşmasını sağlamak.
Uludağ heybeti, soğuğu ve sessizliğiyle bana ve yazılarıma çok şey kattı. Keşke daha fazla kalma imkânım olsa ve daha çok şey yazsaydım.
Sabahın ilk ışıklarıyla beraber tesislerin olduğu alandan teleferiğe doğru yola koyuldum. Kimsenin ayak izinin çıkmamış olduğu yolda kara bata, çıka yürürken eski günlerimi hatırladım. Bu ıssız yol bana yıllar öncesini hatırlattı. Anadolu’nun bir köyünde eksi otuz derece de sabahın ilk ışıklarıyla yola çıktığım günleri. O soğukta burnum donarak işe gitmeye çalışırdım. Bazen arkamdan gelen bir köpek, bazen de kargaların gür sesi eşlik ederdi bana.
Hayat neler yaşatmıştı, daha neler yaşatacaktı bilemiyorum. Yalnız istediğiniz her şey bir gün gerçekleşiyor ama iyi ama kötü.
Bu yüzden düşüncelerinize dikkat edin; düşünceleriniz dileklerinize dönüşüveriyor ansızın.
Dağların karlı tepelerini gördükten sonra Prag’ı karlar kraliçesini, altın şehri şehirlerin anasını özlediğimi hissettim. Ocak ayında şatoların resimlerini çekmek ne kadar güzel olurdu.
Sabahın erken saati olmasından dolayı teleferikte kimse yoktu. Ben de sessizliğin sesini dinleyerek kendimi heybetli dağların tepesine bıraktım. Teleferiğin her adımı bana biraz korku verse de bir süre sonra buna alıştım. Karlarla süslü dağları, tepeleri ve çam ağaçlarını izleyerek aşağıya kadar indim.
İlk başta kısa sürecek gibi olan bu yolculuk beni epey heyecanlandırdı. Bu süre içinde geçmişi, geleceği ve daha pek çok şeyi düşündüm. Yükseklerde olmak insanı daha çok düşünmeye teşvik ediyordu. Özellikle uçak yolculuğunda bu duygunun ağırlığını çok daha fazla hissediyordum.
Belki de ölüme daha yakın olduğumu hissettirdiği için.
Şimdi kapı açılsa ve aşağıya düşüversem ne kadarı yarım kalırdı hayatımın? Yaptıklarım, yapacaklarımın kaç da kaçıydı? Yarım kalan düşlerimin ağırlığı ve kalan zamanımın azlığı daha bir hissettirdi kendini.
Teleferikten indikten sonra Tophane’nin yolunu tuttum. Burası panoramik çekimler yapabilmek için ideal bir yerdi. Yeşil Bursa’nın çatılarının arasına saklanmış gökdelenler burada da yükselmeye başlamıştı.
Uludağ’a nispetle hava biraz daha sıcaktı. Çay bahçesi kuşların ve yabancı ziyaretçilerin istilası altındaydı. Top arabası ve saat kulesi resim için fon olabilecek güzel unsurlardı. Buradan eski evlerin, dar sokakların, cumbalı balkonların resmini çekerek Tayyare Kültür Merkezi’ne kadar yürüdüm. Buraya yıllar önce bir konser için gelmiştim. Bursalılara kültür anlamında çok şey katan bir yerdi Tayyare Kültür Merkezi. Bir de müze vardı zenginlikleriyle misafirlerini bekleyen.
Ulu Camii, Yeşil Türbe uğradığım diğer mekânlardı. Buradan Zeki Müren’i ziyaret için Emir Sultan’a geçtim. Emir Sultan avlusundaki güvercinlerle şiirlerime ilham kaynağı oldu, fotoğraflarıma olduğu gibi.
Yıllar önce Türkçeyi kullanmasına hayran kaldığım, Zeki Müren’i ziyaret ettiğim zaman başındaki kubbeye de hayran kalmıştım. Sonra bunun çalındığını duydum gazetelerden. Bugün aynı güzelliğin tekrar yerine konulduğunu gördüm ve memnun oldum.
Bursa’daki son durağım Tüyap’tı. Buttim’deki fuar terminale çok yakındı. Bu da ulaşımı kolaylaştıran en önemli unsurdu. Otobüsteki öğrencilerin hepsi fuar için yola çıkmıştı. Fuar çok geniş bir alan üstüne kurulmuştu. Dışarıdaki seyyar satıcıların arasından geçerek alana girdim. İçerisi anlamlı ve güzel bir kalabalıkla doluydu. Çoğu gençlerden oluşan okuyucuları görmek beni mutlu etti.
Birkaç standı ziyaret edip eski dostlarla görüştüm. Fuarın en güzel tarafı buydu. Bizi bir araya getiren dostluklar, derin sohbetlere konu olan kitaplar.
Akşama kadar süren sohbet boyunca birçok konudan konuştuk. Birçok okuyucuyla tanıştık, resimler çektirdik. İçerisinin yoğunluğu hiç azalmadı hatta zaman geçtikçe daha da artı, bu da bizi sevindirdi.
Geçen her yıl artan fuar sayısıyla beraber kitaplara olan ilgi de artıyordu. Bu da gelecek günler için umut veren güzel şeylerdi.
Neslihan Minel