Yaşadığım güne kadar kardeş kıskançlığına dair başkalarının bana anlattığı hikayelere hep şahit olmuşumdur. Tekirdağlı bir kız arkadaşım, arasında bir yaş olan kardeşini nasıl kıskandığını anlatmıştı. Bir kış vakti, kız kardeşinin kulağından altın küpeyi çıkarıp kömür sobasına atmış. Sobanın üstünde bulunan havalandırma deliğine doğru tuttuğu altın küpeyi kırmızı alevlerin içine atarken küçük parmaklarının yanabileceğinden hiç korkmamış mıydı? Kıskançlık duygusunun çocuk yaşta bile ne denli tehlikeli olabileceğini düşünmek gerekir. Ev halkı küçük kardeşinin küpesini evin her yerinde aramış taramış bulamamış. Sonunda sabah sönmüş küllerin sobadan temizlendiği anda bulunmuş, altın küpe kararmış, yamulmuş halde küreğin üstüne düşüvermiş. Yıllar sonra bu hikayeyi herkese gülerek anlatan arkadaşım, kardeşinin canını yakmak yerine bir eşyasını yok ederek kıskançlığını göstermiş. Ama arkadaşımın bu duygusu, annelerinin iki kızına sımsıcak kucak açmasıyla, eşit davranmasıyla körelip gitmiş. Şimdi kardeşi için var olan bir abla.
Bir velim anlatmıştı. Kızı üç yaşındayken yeni doğan kardeşine sürekli zarar vermek istiyormuş. Erkek bebek olan minik yavrunun başından abla hiç ayrılmıyormuş. Küçücük aklından neler geçtiğini bir görebilseler, kızı bu kadar takip etmelerine gerek kalmazmış. Kaşla göz arasında nasıl bir zaman içinde olduysa, bebek bir anda nefes alamamaya başlamış, kızarmış, morarmış ve aile korkuyla hastaneye son anda yetişmiş. Daha tutma becerisi bile olmayan minik bebeğin boğazından naylon parçası çıkmış. İnanılacak bir olay olmadığı gibi, küçük bir kızın kardeşine verebileceği zararı ve sonuçları düşünmek korkunç bir durum. Minik bebeğin boğazında naylon parçasının ne işi var? Bebeğin başından ayrılıp üç yaşındaki çocuğuna bebeği emanet eden anne mi suçlu, yoksa aile sevgisinin azalmaya başladığına tedirgin olan küçük abla mı?
Mesleğim gereği velilerin anlattıklarına şahit olmam, çevremde gördüğüm kardeşler arasındaki ufak tefek kıskançlıklar birer acı tatlı hikaye gibi görünse de en trajik ve ürkütücü olanını bir hotelde tanıştığım on iki yaşlarında erkek çocuktan dinleyecektim. Dondurma ikram saati sırasında arkamda bulunan bu çocuk, kucağımda şımaran iki yaşındaki mavi boncuk gözlü kızımı sevmiş, “ne güzel bir kızınız var” demişti. Teşekkür ederek önüme dönmüştüm ama o benimle konuşmaya devam ettiğinden dinlemiştim. Bir zamanlar küçük bir kız kardeşinin olduğunu, benim kızım gibi çok güzel olduğunu, güzelliği nedeni ile herkesin onu çok sevdiğini, onunla ilgilendiğini, ama bir gece ansızın uyurken öldüğünü, sabah uyandıklarında kız kardeşinin artık yaşamadığını anlatmıştı. Gözlerinin içine bakıyordum, öyle karanlıktı ki bir kara delik gibi insanı karanlıklara sürükleyecek histeydi. Birden bire çok ürkmüştüm ve çok üzülmüştüm. Üzüntümü ifade ederek: “Bir sağlık problemi mi vardı?” diye sordum. Bana verdiği cevap “hayır” dı. Hiçbir sağlık sorunu olmayan, güzeller güzeli bir kız çocuğu uykusunda nasıl ölürdü, kader miydi yoksa başka bir neden mi vardı? Sormak istedim: “O zaman ölüm nedeni araştırılmıştır, otopsi gibi?” Merak içinde ne cevap vereceğini bekledim. Çocuk karanlık gözlerle cevap verdi: “Doktorlar baktılar ama hiçbir neden bulamadılar, ecel, nefessiz kalmış.” Çocuk bunları söylerken bana hissettirdiği karanlık sıkıntılı düşünceler, kalbimin ağrımasına neden olmuştu. Derin derin nefes alarak söylediği her kelimenin ardında sanki bana şunu anlatıyordu: “kız kardeşim dünyalar güzeli bir çocuktu, ben onu seviyordum ama annem ve babamın sevgisi fazlaydı, onu benden çok fazla seviyorlardı. Ailemin kardeşime olan derin sevgisini çocuk ruhumla çok şiddetli kıskanmıştım ve bir gece yastığımı güzeller güzeli kız kardeşimin yüzüne bastırdım, sonsuza kadar uyusun ve bir daha hiç uyanmasın diye. Annem ve babamın benden alıp kardeşime paylaştırdıkları sevgiyi geri aldım.”
Kardeş kıskançlığının ne denli tehlikeli olabileceğini bir daha düşündüm. İçim titredi, küçük güzel kıza üzüldüm ve çocuğun karanlık gözlerine son defa bakarak “hoşça kal” diyerek yanından ayrıldım. Bu hikaye bana Hz.Yusuf peygamberin hikayesini hatırlatmıştı.
Ailelerin çocukları arasında sevgilerini eşit paylaştırmaları, her yeni doğan çocuk için bir önceki çocuğa güveni, sevgiyi uygun bir dilde anlatmaları, ailenin kendi davranışlarını örnek göstererek çocuğun iç denetimini kontrol etmesini sağlaması ile kardeş kıskançlığı masum hale getirilebilir. Kardeş kıskançlığı doğaldır, her insanın özünde kıskançlık duygusu vardır. Ancak kıskançlığımızı iç denetimle kontrol etmek ve hissettiğimiz kıskançlığı olumlu hale çevirmek insanın kendi elindedir. İç denetim çocuğun vicdanını, sevgisini, içindeki öfkesini, kıskançlığını kontrol edebilmesi demektir. Anlattığım hikayeler işte bu denetimin sağlanamaması ve ailenin bu riskleri görememesinden kaynaklı sonrasında çocukta doğan kıskançlığın tehlikeli olabileceğini vurgulamaktı. Benim yaşadığım gibi hayatın her anında öz kardeşinizin size olan kıskançlığını hissetmek, insan yüreğini derinden yaralar.
Tüm bunları anlatırken büyük çocukların sonradan doğan kardeşleri için duyduğu kıskançlığından bahsettim. Durum tam tersi de olabilir, küçük kardeşler de büyüklere karşı bu duyguyu hissedebilir. Bazen aileler ilk doğanı daha değerli bulur, ilk göz ağrısı evlatları el bebek gül bebek büyütülür. İkinci çocuk, kardeş olsun diye ya da kazara dediğimiz şekilde doğmuş olabilir. Belki de istenmeyen çocuktur. Aileler sevgi dengesini kuramaz, çocuklarına verdikleri değeri, sorumlulukları eşit paylaştıramazlar. Olan yine iki kardeşe olur. Burada tek suç ailenindir. Ailenin beceremediği sevgi ve güven paylaşımı, çocuklar arasında hayat boyu anlaşmazlıklara neden olur. Tıpkı benim hikayem gibi.
Biz sadece iki kardeştik. Ailem kendi sorunlarında boğulurken, iki çocuğun arasındaki sevgi ve güven dengesini kuramamış, hatta sevgiden de bizi yoksun bırakmışlardı. Öz ablama derinden duyduğum sevgi ve bağlılığın karşılığında sadece kardeş kıskançlığının yaralarını aldım. Ben onu çok sevdim, o beni itti, hiç sevmedi sarılmadı bana. Büyüdüm serpildim, ondan daha güzel olduğumu söyledi, kıskandı. Okudum meslek edindim, seni okuttular beni okutmadılar dedi, kıskandı. Can dostluklar edindim, sadece arkadaşlarına değer veriyorsun dedi, kıskandı. Evlendim, evlenme o adamla dedi kıskandı. Araba kullandım ve gezdim, arabamı kıskandı. Özgürce seyahat ettim, başıboş nereye gidiyorsun otur evinde dedi, kıskandı. Yazı yazdım, şiir yazdım, şair mi olacaksın dedi, kıskandı. Sarı saçlı mavi gözlü çocuk doğurdum, bunu görünce ben artık doğurmam diyen kadın doğurdu, kıskandı. Terfi ettim, yükseldim, başın göğe mi erecek dedi, kıskandı. Her yaptığım güzel şeyi kıskandı, her başıma gelen kötü olaya sevindi. Benim ablam tam bir gavur ablaydı.
***
Gavur ablamla üstü açık kırmızı spor bir arabada gidiyoruz. Saçlarımız rüzgarda uçuşuyor, ablamın boynundaki beyaz eşarp, hop uçuverecekmiş gibi bir oraya bir buraya savruluyor. Mutluyuz. Arabayı ablam kullanıyor. Çok yakışıyor ona araba kullanma işi. Birden hızlanıyoruz, karşımıza çıkan virajda arabayla takla atmaya başlıyoruz. Kırmızı araba ters vaziyette ancak duruyor. Arabadan dışarı fırlamışım, ablama bakıyorum. Kanlar içinde. Boynundaki beyaz eşarp araba rengi kandan kırmızı olmuş. Çığlık atıyorum. Biricik ablam oracıkta ölmüş. Kan ter içinde rüyadan uyanıp, oturma odasına fırlıyorum. Ablam kanepede mışıl mışıl uyuyor benim kabusumdan habersiz. Onun başına çömelip hıçkırarak ağlamaya başlıyorum. Hala baba evinde birlikte yaşadığımız ablamı öyle çok seviyorum ki onu kaybetmenin acısına tahammülüm yok. Uyanıp gözlerini hafifçe aralıyor, karanlık odada bana bakmaya çalışıyor: “ne oluyor ya, gece vakti, neden başımda ağlıyorsun, git başımdan!” dedikten sonra arkasını dönüp uyumaya devam ediyor. Onu daha fazla rahatsız etmemek için yanından kalkıyorum, odama gidiyorum. Ama ağlamaya devam ediyorum. Sevdiğim ablamın kanepede uyuduğunu görsem de rüyanın etkisinde ağlamam saatlerce sürüyor. Kardeşimi kaybetmenin gerçek acısını sanki yaşıyorum. Nerden bilebilirdim ki ihanetinden sonra yıllarca onunla görüşmeyeceğimi? Varlığını bilmeme rağmen o yokmuş gibi yaşamak ne kötü! Çünkü varlığıyla bana vereceği zararlar daha acı olacak, en iyisi uzak olup özlemek.
Gavur ablam kardeşsizliği hak ediyordu, çünkü ben ağlarken “git başımdan” demesi bile onun ne denli ruhsuz, sevgisiz, bencil olduğunu gösteriyordu. Ama benim ablama olan sevgim, tüm bu yaptıklarını görmezden gelmeme neden oluyordu.
Devam edecek…
Nevriye Gürel