Basmakalıp bir soru vardır. Gezen mi çok bilir, okuyan mı? Bence bu sorunun yanıtı gezerken okuyan olmalıdır. Ben doğuştan kitap kaçkını olduğum için okuma kısmını saymayalım. En azından bir rehber ile gezmek lazım. Örneğin ben Karabük adının, karaçalı demek olduğunu bilmiyordum. Safranbolu’nun da safran ve Poli (safran şehri) kelimelerinden bir araya geldiğinden de haberim yoktu. Gelip geçerken konaklama yerlerinden lokum alırdık. Bazen de çekme helva. Bir akşamüzeri gezmeye başladık. Bütün gün oturmaktan kaba yerlerimiz acımaya başlamıştı. Karnımız acıkmasa belki hala yerimizden kımıldamayacaktık. Kaldığımız yere yakın güzel bir pideci var dediler. Kemerimizi bir delik daha gevşetmenin tam da zamanıydı. Lokantaya doluşuverdik. Sizi bilmem ama ben yeni tatlara, farklı lezzetlere açık biri değilim. Her zaman kıymalı veya kaşarlı pide söylerim. O gün Safranbolu pidesi ( bükme) deneyesin tuttu. İçinde pazı ve kıyma olan bir çeşit kapalı pideymiş. Yemesem param havaya gidecekti. Son kırıntısına kadar yeyip bitirdim. Az kalsın servis tabağında kalan tereyağını sıyırmak için ekmek isteyecektim. (Şaka şaka, farklı ama güzeldi) Çaylar tam zamanında gelince niyetimden vaz geçtim.
Tok karınla yapılacak tek bir iş vardır denir. Ya sırt üstü yat ya da kırk adım at. Çat orda, çat kapı arkasında biri sayılmam. Bu yüzden bana kalsa kesinlikle sırt üstü yatıp tokluğun keyfini çıkarmalıydı. Ama arkadaşlar zapt olmadı. Mecburen iniş aşağı bir yol tutturduk. Bu yol bizi meğer Safranbolu’nun Kıran Mahallesi’ne götürüyormuş. Biz oraya vardığımızda güneş yavaş yavaş tepelerin ardından Karabük’e doğru çekiliyordu. Bulunduğumuz yer Eski Safanbolu’ yukarıdan bakıyordu. Bir vadi boyunca dizilen evler ilk bakışta dere boyunca uzanan söğüt ağacı kümelerini andırıyordu. Sonra birer ikişer eski pencerelerde ışıklar yanmaya başladı. Fahri’nin o saatlerde henüz sesi kısılmamıştı. O anlattı biz dinledik. Kıran Mahallesi eski bir Rum mahallesiymiş. Cumhuriyetten sonra işler değişmiş. ( Eski adı Krandoros olan yerleşim yerinin 1196 yılında Selçuklular zamanında adı değiştirilmiş. Kıranköy’e dönüşmüş. Tek değişen elbette ismi olmamış. Mahalleni en ünlü yapısı Ayios Stefanos kilisesi de 1956 yılında Ulu Cami adıyla Müslümanların ibadetine açılmış. Biz bu tarihi yapıya geldiğimizde yatsı ezanı okunmak üzereydi. Cami imamı sağ olsun, hiç üşenmeden, erinmeden ve yüksünmeden bize bu tarihi yapı hakkında uzun uzun bilgi verdi. (Müslümanlar kiliseleri cami, Hristiyanlar da camileri kiliseye çeviriyor. Hal böyle olunca benim gibi aklı yufka olanların nevri dönüyor. Hiçbir din kendisinin dışındaki inançlara hoşgörülü olamıyor galiba.)
Safranbolu’yu gezerken iki şey hep aklımın çanlarını çalıp durdu. Eski kenti bu kadar güzel korumayı başarmış insanların ziyaret edilecek anıt mezarları var mı acaba? Veya bir kent topyekûn nasıl bu kadar ticari hale getirilebilir? Eski Safranbolu’nun seyrine doyum olmayan bütün konakları, evleri, ahırları ve hatta odunlukları bile ya otel, ya pansiyon ya da dükkân. Ve içinde safran olmayan çok az ürün var. Sanırım bir tek giysi ve dokuma ürünlerinde yok. Bir de bakır ve ahşap eşyalarda. Bu perspektiften bakınca Safranbolu’da yıllık rekoltenin birkaç ton olması gerekir diye düşünüyorsunuz. Sabah gazetesinin 2015 yılında yayımlanan haberine göre beş yıl sonra (Yani 2020 yılında) hedef otuz kilo safran üretebilmekmiş. Safranın kendisini bilmem ama sanırım daha çok bu kentte safranın adı satış yaptırıyor.
Safranbolu’da yattın, yedin, içtin, gezdin, gördün de aklında ne kaldı. Kalburda su durur mu? Hepsi akıp gitti. Asmazlar Konağı içindeki havuz, gül kokulu atmosferiyle ve kahve ikramıyla unutulacak gibi değildi. Tokatlı Kanyonu ve Cam teras şehirden biraz uzak olmasına rağmen mutlaka görülmesi gereken bir yer. Kent Tarihi Müzesi ve Hıdırlık Tepesi özellikle sunduğu panoramik eski kent görüntüsü nedeniyle ziyarete değer. Kaymakamlar konağı insanlara eski Safranbolu günlük yaşamı hakkında epey fikir veriyor. Sanırım Cinci Han ve Eski Çarşı’yı söylemeye bile gerek yoktur. Sokakta yürürken hiç para vermeden gezen insanlara safran kolonyası ve Safranbolu lokumları ikram ediliyor. Safranbolu saat kulesinin akıllara ziyan bir hikâyesi var. İstanbul’dan Safranbolu’ya sürgün edilmiş. Üstelik bence saat kulesi yaptığı densizlik nedeniyle bunu fazlasıyla hak etmiş. Münasebetsiz saat kulesi hiç zamanı değilken birden gonk diye vurmuş. Abdurahman Paşa’nın karısı da korkusundan karnındaki yavrusunu düşürüvermiş. Vay efendim sen misin Paşa’nın doğmamış yavrusunu elinden alan. Sürgün edildiğine dua etsin. Eritip kapı tokmağı falan yapmadıklarına şükür..
Temmuz 2019 – İzmir
Seyfullah