Serap Hanım ağlamaktan kararan gözlerini saklamak istercesine başını öne eğdi. Çünkü kaç zamandır boşanmanın eşiğindeydi. Bir şeylere başlamak ne kadar zorsa bitirmekte o kadar zordu.
Saçlarını karıştırdı acaba ne renk boyatsam, der gibi kataloğa baktı.
Sonra eliyle kuaföre seslenip;
“Murat Bey, platin renginde olsun ama top gibi kabarık durmasın, biliyorsun çalışıyorum, iş yerinde yanlış anlaşılır yoksa” dedi.
Murat Bey zor bir kadın olduğunu anlamış gibi kendi kendine, ‘haydi bana kolay gelsin’ diyerek boyayı hazırlamaya gitti.
Karar vermenin mutluluğuyla turuncu elbisenin dekolteli göğsünü kaşıdı, parmak arası terliklerini çıkardı, ojelerinin dağılmaya başladığını gördü. Manikür zamanı gelmişti.
Murat Bey elindeki siyah boya kabıyla yaklaştı. Tutam tutam ayırdığı saçları tepesine tokayla tutturdu. Ufak parçalara ayırdığı saçlara krema sürer gibi boya sürmeye başladı. Sonra diğerlerini, diğerlerini boyadı…
İşleme başlayalı epey olmuştu ama hâlâ bol kabarık saçları bitmemişti. Sıkıldıkça ayaklarını sallıyor, arada ojesi çıkmış el tırnaklarını koparıyordu. Sonra sigara molası istedi ağlamaklı gözlerini yere indirerek.
Bahçe kapısının yolunu tuttu usulca… Oradaki kamelyada oturup ince sigarasından bir nefes aldı. Burun kanatlarından çıkan dumana üflemeye başladı. Sigarasından yere düşen küllere aldırmadan elini salladı. Sonra sade kahvesinden bir yudum aldı ve ayaklarını hızlı hızlı sallamaya devam etti…
Sanki ayak ritmi onun gözyaşlarını tutuyordu. Ne zaman onu düşünse inciler diziliyordu gözlerine. Bitirmekle, bitirmemek arasında gidip geliyor, kalbinin bir tarafı ölgün bir ilişkiydi zaten diyor, diğer tarafıysa kolay mı, kaç yıl beraber geçti, diyordu. Yıllarca sırtında taşıdığı bu anlamsız yükü atmak istediği kadar, ondan kurtulmaktan da korkuyordu.
İçindeki çalkantılar ne kadar büyükse ruhundaki medcezir de o kadar büyüktü. Bu sıkıntıdan dolayı, nedensiz ağlamaları ve yalnız kalma fobisi başlamıştı son zamanlarda.
Evlilik ne kadar zorsa boşanmak da o kadar zordu. Sigaranın sallanan son külünü yere attıktan sonra kadınların neden kuaförde uzun zaman geçirdiğini çok daha iyi anladı.
Sonra içeri girip koltuğuna oturdu. Murat Bey saçlarının açılan kısımlarını kontrol ettikten sonra;
“Saçlarınız çok gür ve inatçı, tam olarak açılması için biraz daha beklememiz gerekiyor” dedi.
Bu söz üzerine Serap Hanım, önündeki tablet kadar büyük telefonunu kurcalamaya başladı. Amaç sadece meşgul olmaktı bir şeylere bakmak değil. Biraz internette sörf yaptı, oyun oynadı sonra gelen telefona cevap verdi. Arayan müşterisiydi. Ayın on dördüyle, on yedisi arasında manuel bir araç istiyordu kiralık. Hemen o tarihler arasına bir araç bulma telaşına düştü. Bir kaç yere kısa telefonlar etti. İçinden de “iyi ki işim var” diye geçirdi.
Ardından aldatılmanın verdiği ıstırabı unutmak için araç bulma telaşına tekrar düştü. Onun için uğraştı, amaçtı, meşgaleydi işi.
Boyası biten saçları tepesine tutturan Murat Bey, omzundan düşen yeşil havluyu tekrar yukarı kaldırdı ardından da; “şimdi bekleme koltuğuna geçebilirsiniz” dedi.
Beyaz koltuğa ellerini dayanan Serap Hanım, televizyon ekranına baktı. Hava otuz beş dereceyi gösteriyordu, dışarısı ne kadar da basıktı, temmuz sıcağı vardı etrafı kavuran. Onun içiyse daha sıcaktı. Etna’nın korları sanki içinde bir yerleri yakıyordu. En soğuk buzlu kola bile söndüremezdi içindeki ateşi!…
Manikürcü hanım, beyaz önlüğünün ceplerinden ellerini çıkarıp leğeni kaptığı gibi onun yanında aldı soluğu. Malum zaman kıymetliydi, her an yeni müşteri gelebilirdi. İlk önce sağ ayağını eline alıp tırnağının yanlarını çekmeye başladı sonra öbür ayağına geçti. Ayaklarından sonra el tırnaklarını törpüledi. En son ojeye geldi sıra, uçuk bir kırmızı sürdü iki kat.
Manikürcü hanım ona ne kadar iyi davranırsa davransın, ne kadar kibar olursa olsun içindeki fırtına bir türlü yatışmıyordu. Kadın ona her temasında, içindeki negatif elektriğin büyüklüğünü hissediyordu. Manikür yaparken onun bu halini yadırgamıyor tam tersine annesi kadar üzülüyordu.
Zaten gelen müşterilerin çoğu böyleydi. Kimi boşanırken, kimi de ayrılık acısı çekerken gelir saçlarını kestirir, boyatırdı. Onun gözünde yere düşen her saç teli, biriken sıkıntı kümesiydi.
Kırmızı uçuk renkli saçlar her zaman özgürlüğün sesini anımsatırdı ona. Kızıl saçlar yere düşerken; artık boşandım, özgürüm, tınısı çalardı piyanonun beyaz tuşlarında.
İşini bitiren manikürcü hanım, derin düşüncelerini leğenin içine bırakıp tekrar lavabonun yolunu tuttu; Serap Hanım’sa saçlarının yıkanması için koltuğun yolunu. Yıkanan her tel saçla beraber ruhundaki karanlıklar da aydınlanmaya başladı. Her saçta biraz daha aydınlanıyordu ruhu. Bir, iki, üç tel derken bütün saçlarının rengi açıldı. Bizim kumral Serap Hanım da oldu sarışın.
Yıkama ve kurulama faslı bitince kesime geldi sıra. Uzun saçları beline kadar geldiği için ayakta kesti saçlarını. Sonrasında kat vererek gürleştirdi ve önüne hafif kâkül kesmeyi de unutmadı Murat Bey.
Hızlı hızlı ayaklarını sallayan Serap Hanım, rahatlamış olarak aynaya baktı. Karanlıktan aydınlığa geçen gözlerinin içine bir fer düştü yıldızlı. Silkinip ayağa kalktı, saçlarını şöyle bir dalgalandırdı, aynaya kırık bir gülümseme attı. Ardından yerdeki saçlarının üzerine korkusuzca bastı hınçla, ezer gibi.
Aslında ezdiği, ezip geçtiği saçları değildi. Yıllarca omzunda taşıdığı, bir türlü bitiremediği, bitti diyemediği, ölgün ama ölmeyen hüzünlü düşleriydi!…
Neslihan Minel