Gün batarken uzaktan görünen denizin rengi daha da koyulaşıyordu. Kırlangıç kuşları havada birbirlerini takip ederek uçuşuyor, kendilerine has ötüşleri ile sanki akşamın başladığını anlatıyorlardı. Yaz vaktinin tatlı esen rüzgârı, evin önünde ekilen yeşil fasulyeleri sallandırıyor, nanelerin kokusunu havaya yayıyordu. Bunun yanında ışıkları yanmaya başlayan evlerin mutfak pencerelerinden yayılan akşam yemeklerinin salçalı kokuları da mis gibi burunlara gelince insanın karnı acıkıyordu. Kendisinde de guruldama fark eden Işıl, oturduğu yerden doğruldu. İki kolunu yana uzatarak esnedi. Yazlığın verandasında saatlerce kitap okumuştu ama artık içeriye girip yemek hazırlığı yapması gerekiyordu. Misafir olduğu büyük bahçeli evin sahipleri karı koca yaşlı insanlardı ve uzaktan ona akrabaydılar. Işıl onların manevi kızlarıydı çünkü bu çiftin iki oğlu olmasına rağmen yazlığa gelmiyorlardı. Işıl, bunu düşündükçe ne kaçırdıklarının farkında olmayan iki büyümemiş ergene benzetiyordu oğullarını. Haklıydı da. Çünkü üç katlı bu güzel yazlık evin önünde kocaman bahçe, etrafında meyve ağaçları, şehrin gürültüsünden uzak sessizliği ve uzakta görünen mavi denizin tabloyu andıran manzarası vardı. Işıl huzur bulduğu bu yere gelmeyi çok seviyordu. Akrabalarına sımsıkı sarılırken, yalnızlığını bastırırcasına, minnetini defalarca teşekkür ederek dile getiriyordu. Işıl burada olmaktan kendisini şanslı hissediyordu. Derin bir nefes aldı, akşamın yeşil kokusunu içine çekti ve sonra mutfağa yöneldi.
Akşam yemeğinden sonra verandada oturmak keyifliydi. Fakat sivrisineklere bir çözüm olsaydı daha iyi olabilirdi. Lambanın ışığına gelen sivrisinekler insan kokusuna ve ısısına sinsice yaklaşıyor, akşamın karanlığını fırsat bilerek gölgelerden uçuşup aniden vampir gibi ısırıyordu. Evin sahipleri bu nedenle akşamları verandada fazla kalmak istemiyorlardı. Işıl ise sinek saldırısına rağmen kendisine koruyucular sürerek verandada oturmayı tercih ediyordu. Çünkü bu dakikalar onun için en huzurlu zamanlardı. Baykuş sessi karanlıkta yankılanırken ağaçların sokak lambasının zayıf ışığı ile evlerin duvarlarında sallanan gölgelerini seyretmek keyifliydi. Veranda ışıkları söndürüldüğünde ise karanlık gökyüzünü aydınlatan yıldızları tek tek seyretmek harikaydı. Özellikle de tepede ay ışıldıyorsa seyretmeye doyum olmazdı. Işıl tüm düşüncelerden uzak, ruhunu dinlendirdiği böyle akşamlarda bir şarkıyı mırıldanırdı: “Penceremin perdesini havalandıran rüzgâr, denizleri köpük köpük dalgalandıran rüzgar, gir içeri usul usul beni bu dertten kurtar. Yabancısın buralara, nerelerden geliyorsun…”
Işıl şarkısını mırıldanırken, masanın üzerine koyduğu telefonu çaldı. Arayan en iyi arkadaşlarından Emine idi. Emine onu bu saatte aramazdı. Sesi çok cılız geliyordu:
“Canım dostum Eminem, hayırdır, iyi misin?”
“Hiç iyi değilim Işıl, sorma başıma neler geldi, Recep ile ayrılıyoruz.”
“Ne, ne diyorsun canım? Neden, nasıl oldu.” Telefondan gelen titrek ses hıçkırığa dönüştü, Emine ağlıyordu. Işıl, hem çok şaşırmış hem de ne diyeceğini bilememişti.
“Lütfen Emine, dur sakin ol. Sen güçlü bir kızsın. Hadi bana anlat.” Emine’nin hıçkırıkları kesildi, burnunu çekip duruyordu, çok üzgün olduğu sesinden belliydi:
“Abilerim yanımda, annem çok kızgın, ne yapacağımızı konuşuyoruz. Oturduğumuz evi Recep satmış, inanabiliyor musun? Hem de geçen yıl satmış. Bir yıldır kendi evim diye başkasının evinde oturuyorum.” Emine’nin sesi yine boğuklaştı. Işıl’ın ağzından: “İnanmıyorum, olamaz.” Kelimeleri çoktan çıkmıştı. En başından Emine bu üçkâğıtçı adamla evlenmemeliydi. Işıl, son duyduğu olaya kadar Recep’in yaptıklarını hatırladı. Demek ki Emine’nin evliliği ve sabrı buraya kadarmış. Işıl, ağlamaklı bir şekilde konuşan arkadaşını sessizce dinledi. Avukat tavsiyesi verememişti çünkü tanıdığı kimse yoktu ama araştıracağını söyledi. Telefonu kapattıklarında Işıl yüreği buruk bir şekilde sandalyeye oturdu, başını karanlık göğe çevirdi ve uzunca bir süre yıldızları seyretti. Hayat nasıl bir şeydi? Yarın ne ile karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Mutluluklar, sürprizler, ölümler, hastalıklar, ani haberler ki bunlar ak ya da karaydı. Ve birçok daha şey hayatımızın yönünü biranda değiştirebilecek güce sahipti. Yaşam her an sürprizlerle doluydu. İyi ya da kötü ve her şeyi kabullenerek yaşamakla, mücadele etmekle geçen bir hayat. Işıl şunu çok iyi biliyordu ki başımıza geleceklerin önceden ipuçları olabiliyordu. Kendi tercihlerimizi doğru seçmeye çalışırken karşımıza çıkan küçük de olsa aksilikler, olumsuzluklar aslında doğru tercihimiz olmadığına bir işaretti. Ama bunu anlayan az insan olur. Çünkü kararımız kesindir ve geri dönemeyeceğimizi düşünürüz. Belki de ailemiz, çevremizin baskısı ya da onlara karşı duyarlılığımız vardır. Dönemeyiz. Korkarız. İşte Emine’nin daha evlenmeden önce gördüğü olumsuz ipuçları ve sonra aile baskısı ve çevresine olan duyarlılığı ile girdiği evlilik yolundan geri dönemedi. Evlendi ve sonra ne oldu? Sürekli bir mutsuzluk. Çalışmayı sevmeyen bir adam… Ailesine düşkün olsa ne yazar, eşini ve küçük yavrusunu düşünmeden evde yatmayı tercih edip, karısının kazancına konan bir erkek. Hayat kolay olabilir mi bunları yaşayan kadına? Bir de öyle konuşmaları vardı ki Recep’in, sanki küçük dağları yaratmış, cahilin akıllısı adeta. Emine’nin bu adamın sözlerini zerre kadar ciddiye almadığını ona inanmadığını biliyordu Işıl, fakat birlikte yaşadıkları için zamanla kocasının suyundan gitmek zorunda olduğunu ve belki de ayak uydurduğunu görebiliyordu. Bu gerçek olmayan tuhaf bir tiyatroydu. Emine’nin katlanmak zorunda olduğu hayat tiyatrosu. Gerçek olan ise şimdiydi, artık bu evlilik bitiyordu, uzun zamandır olması gereken de buydu.
Daha sonraki günlerde, Işıl arkadaşını sürekli aradı. Hatta Emine’yi evinden alıp onu biraz uzaklaştırdı. Arkadaşına değer veriyordu, onun üzüntüsü için yüreğinde acı hissediyordu. Emine, ona her detayı anlatmıştı. Kayın validesi kendi oğlunun hatasını biliyordu fakat durumun düzelmesi için hiçbir çaba göstermemiş, hatta Emine’yi hiç aramamıştı. Bu da farklı bir ihanetti. Tek celsede boşanmaları ile birlikte Emine, aynı sokakta bulunan annesine taşınmak zorunda kaldı. En büyük destekçisi ise Işıl’dı.
Dört katlı binada asansör yoktu ve elle taşınabilecek eşyaları kucaklarında son kata taşımışlardı. Büyük eşyalara sıra gelince iki nakliyeci çocuk gelmişti ama Işıl birden gördüğüne inanamadı. Recep, apartman önünde hazır bekliyordu. Karısının eşyalarını kendi eliyle taşımaya yardım edecekti. “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu?” diye düşündü Işıl. Recep, oturdukları evi satarak Emine’ye ihanet etmiş, onu günlerce ağlatmış ve şimdi de hiç utanmadan taşınmaya yardım ediyordu. Işıl, durumun garipliğini sezmişti ancak hiçbir yorumda bulunmamıştı. Utanç vericiydi, bu adam gerçekten de yüzsüzün tekiydi. Belki de Emine’ye kendisini affettirmeye çalışıyordu ama bu şekilde olmamalıydı. Emine’nin abileri görse adamı parçalayacaklardı. Emine ise aklı başından gitmiş, bu adamın yardım etmesine izin veriyordu. Neden hala bu kel kafalı çirkin adama boyun eğiyordu, Işıl bir türlü anlayamıyordu? Emine’yi yıllarca çalıştırmış, sömürmüş, çalışmadan kadının parasını yemiş olan bu adam, en son yaptığından utanmadan Emine’nin dibinden ayrılmaması olacak iş değildi. Işıl arkadaşının bu saflığını anlayamıyordu, hiç mi öfkeli değildi? Hiç mi bu adamı boğmak istemiyordu? Neden hala etrafında dolaşmasına izin verebiliyordu? Aptal mıydı, saf mıydı, büyülenmiş miydi yoksa dayak yiyip “kocamı seviyorum” diyen kadınlardan mıydı belli değildi?
Işıl o gün çok yorulmuştu. Elleri, ayakları, beli ağır eşya taşımaktan ağrıyordu. Fakat çok sevdiği arkadaşı için değerdi. İş bittiğinde acıkmışlardı. Eli ayağı tutan Emine’nin annesi yiyecek bir şey hazırlamamıştı. Işıl, içinden “iyi ki bir şeyler getirmişim” dedi. Işıl, taşınma gününde evde börek ve salata yapmış, Emine’nin anne evine götürmüştü. Bu ailede yemek kültürü olmayabilirdi ama o gün taşınmaya yardım eden insanlara misafirperverlik olmalıydı. Çok tuhaftı. En tuhaf olanı da alt katta oturan gelin hanımın bir eşya bile taşımamış olması, üstelik bütün gün evde olmasına rağmen bir çorba ya da poğaça pişirmemesi idi. Oysaki marifetli bir kadındı. Ya Emine ile araları bozuktu, ya da bu taşınmaya canı sıkılmıştı. Çünkü kayınvalidenin yanına boşanmış kızı yaşamaya geliyordu. Belki de gelin hanım Emine’yi sevmiyordu kim bilir?
Işıl o akşam eve gittiğinde düşündü. Emine’nin tek celsede boşandığı yalancı kocasına hala yüz vermesi, gelinin bir yardımda bile bulunmaması, Emine’nin annesinin misafirperver kadın olmaması gibi tuhaf aile davranışlarını düşündü. Işıl annesiz büyüyen biri olmasına rağmen, ne olursa olsun misafirperver davranır, taşınma sürecinde taşıyan kişilere yemek hazırlar, çay ikram ederdi. Konu sadece bu değildi, kafa kurcalayacak çok şey vardı. Işıl o gece tuhaf duygularla yorgunluktan uyuyakalmıştı.
Devam edecek…
Nevriye Gürel
Ekim 2023