On beş yıl kadar önce yolum çok ünlü bir tatil kasabasına düşmüştü. Şimdi mutlaka yerleşim iyice artmış ve evlerin çokluğu ile bir kente dönüşmüştür. Mevsim başlamasına rağmen kasaba oldukça tenhaydı. Böyle yerlerin hep yenilen içilen, alış veriş yapılan uzun bir caddesi vardır. Akşamüzeri çıkıp turladık. İn cin top oynuyordu. Balık boldu, hatta ıstakoz bile vardı. Ama yiyen yoktu. Arabamız arızalanınca soluğu sanayide aldık. Sanayi sitesi de küçücüktü. Hava bir hayli sıcaktı. Yanmış motor yağı, mazot ve plastik kokusu sıcağı iyice çekilmez hale getiriyordu. Başka aracımız olmadığı için tamir bitinceye kadar saatlerce orada bekledik. Uzun bekleyişler çene çalmadan geçmez. İş, ekmek, emek nasıl diye sormasan ayıp olur. Bu yaz ekmek kesatmış. Çünkü turist gelmiyormuş. Turist niye gelmesin ki? Yıllarca hep gelmiş. Bu yaz ne olmuş? Bilmiyorlarmış. Buraya hep İngiliz’ler gelirmiş. Her geleni kazıklamışlar. Bu kasabada yazın her şeyin üç fiyatı varmış. Örneğin bir kilo çilek diyelim. Turiste yirmi, yerli turiste on beş, kasaba yerlisine sekiz lira. Ben olsam ben de gelmem, dedi.
Peki, biz bunu niye yapıyoruz, dedim. Paranın yüzü sıcakmış. Fırsat her zaman insanın ayağına gelmezmiş. Akıyorken kazanı doldurmalıymış. Domuzdan bir kıl koparsan karmış. (Domuz=yabancı turist) Günah ama dedim. Haram… Boş ver bunları, dedi. Lafa gelince öyle ama parayı görünce herkes kırk takla atarmış. Doğru lafa ne denir?
İnsanımızın ilginç bir ahlak anlayışı var. Lafa gelince bilgisi derya deniz, laf eşek yüküyle… İş uygulamaya gelince kurnazlık, uyanıklık, fırsatçılık. Böyle davranmamızın üstelik sosyal bir uzlaşısı da var. Kimse kimseyi kınamıyor, ayıplamıyor. At binenin, kılıç kuşananın. Bütün ramazanlar bereketiyle geliyor. En azından bereketiyle gelsin diye temennilerde bulunuluyor. Bereket sadece gıda satıcılarına geliyor. Evlere, insanlara, kasabalara, köylere gelmiyor. Ramazan ayı başında illa ki yiyecek fiyatları zamlanıyor. Temizlik maddeleri, ev kiraları, inşaat malzemeleri veya tekstil ürünleri değil ama sadece gıda maddeleri.
Bu bir sır değil. Ramazanda insanlar öğle üzerinden başlayarak gittikçe yükselen bir açlık hissiyle dolaşır. Bedeni üzerindeki açlık baskısı onun aklını da akşama ne yiyeceğine kilitler. Ve insanlar iftarda tüketebileceklerinden çok fazla yemek pişirirler. Ve günlük ihtiyaçlarından çok daha fazla yiyecek satın alırlar. Ben bu ramazanda kilo almışım diyen onlarca insan tanırım. Bütün gün biriktirilen açlık hissini ortadan kaldırmak için gece boyunca bir şeyler yenilin, içilir. Benim uyanık esnafım bu fırsatı kaçırır mı? Elbette bütün suç toptancınındır. Üstelik döviz de sürekli yükselmektedir.
Ben fiyatların piyasa koşullarıyla oluşan arz talep dengesinden söz etmiyorum. Beyaz peynir veya kuru üzümün ramazanda piyasalardan çekip gitmesi mümkün değil ki. Ayçiçek yağı ile nohudun da köküne kibrit suyu dökülmüyor sonuçta. Benim aklımın kıvrımlarının, sinüs ve sinapslarımın üstesinden gelemediği asıl problem şu. Biz bunu neden yapıyoruz. Alan biz, satan biziz. Üstelik günde bin kere tekrarlanan “ramazanın o yüksek manevi ikliminde” neden? Belki de hırsızlığın kabul edilebilir, makul bir şekli vardır. Benim bilmediğim, anlamadığım bir şekli.
Bu gün ilerimdeki masada oturan iki kişi konuşuyordu. Buca’da bir ev almış. İki yüz altmış bine, güzel bir ev. Yüz bir verdim, otuz borcum kaldı. Tam hani gerisi diyesim gelecekti ki. Sağolsun o merakımı havada bırakmadı. Mermer işi yapıyormuş. Başkasına üçe veriyordum onlara beş yazdım, dedi. Bunun adı işi bilmek, hesabını iyi yapmakmış. İçimden esaslı bir küfür savurup konuşmaya misafir olan kulağımı yanıma alıp evin yolunu tuttum. Kötüyüz biz kardeşim, kötüyüz. Dilimiz güzel söyler, elimiz oynaşta. Televizyon reklamındaki mikroplar gibi…” kötüyüz biz kötüyüz, herkesi hasta eder, ishal yapar kustururuz, canından bezdiririz…
Yok abartmayı falan düşünmüyorum. Cinsel taciz, tecavüz, pedifoli, ensest ilişkiler veya cinayetlere falan gelmeyeceğim. Seçim sonuçlarının, toplum iradesinin adalet dağıtan kurum eliyle çalınmasından da söz etmeyeceğim. Ağzını açıp seksen iki milyon insanı bir bütün tanımlayanlara küçük bir önerim var. Arada bir yalancılığımız, riyakarlığımız, iki yüzlülüğümüz, fırsatçılığımız (ve kabul edilebilir ölçülerdeki hırsızlık her neyse) aklınıza gelsin. Kötüyüz biz kardeşim… İşimize gelse de gelmese de kötüyüz…
Mayıs 2019 -İzmir
Seyfullah