Çok yorulduk, gerildik, endişelendik, kaygılandık, umutlandık, umutsuzluğa kapıldık, kalkıp kendimize gaz verdik, anlamaya çalıştık, anlamadık yani, insana dair her duyguyu yaşadık. Dile kolay Ocaktan bu yana 6 ay. Düşmanla savaşta olsak ancak böyle yaşanırdı sanırım. Bu düşman kelimesini yazarken bile rahatsız oldum ama bize başka bir rol bırakmadılar. Bitmek bilmez kara-cahil öfkelerinin biricik nesnesi hep bizdik. Bütün dertleri bizi yok etmek, yetiştiğimiz toprağa zehir dökmek ve yalnızca kendi tohumlarına yaşam hakkı vermekti. Öyle çok yenildik, kendi mahallemizden öyle çok ihanete uğradık, öyle çok örselendik ki bu son direnişimiz kelimenin sözlük anlamıyla bir mucize oldu. Şair bir kere daha haklı çıktı:
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım…
Görüyor musun ?…….
……
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Sadece iktidarla değil ama iktidar ruhuna sahip olduğunun farkında olmayan kendi mahallemizin bireyleriyle de didişip durduk. Belki de en ağır geleni, en tökezleteni bu oldu. (Dostun bir fiskesi pareler adamı zaten) Yaşanan bunca acının biricik kaynağı olan anti-evrensel, pro-faşist etiksizliğe, hukuksuzluğa, adaletsizliğe vurgu yaptığımız ve “bizden olanları” dahi evrensel değerlere davet etmek zorunda kaldığımız her keresinde kendi mahallemizin “alışılmadık umuttan” gözü/aklı/yüreği kör olmuş fanatiklerine toslayıp durduk. Daha da yaşanacak gibi bunlar.
Kişisel yolculuğumda Gezi/İnce/Adalet yürüyüşü sürecini okumam farklıydı. Olayları herhangi bir parti ya da şahsın başarısı/başarısızlığı olarak görmedim. Bana göre, çok güçlü bir halk hareketi kendine lider arıyordu ve ille de bulacak, kendi liderini arkasına katacaktı. Bu anlatımın çokomeli “arkasına katmak”. Son aşamada o lider İmamoğlu oldu. İyi mi-kötü mü? Bilmiyorum ve hiç önemsemiyorum. O sadece, sözünü ettiğim halk hareketinin güncel nesnesi. Aklı varsa “evrensel değerlere” sıkı sıkı sarılır ve arkadan öne geçer, aklı yoksa o da silinir gider.
Bu sürecin sonunda, büyük bir bekleyiş/umut gününün arifesinde sadece durup İstanbul’da sokakların, meydanların; şehirler arası yollarda trafiğin; sahil kasabalarında boş plajların fotolarına bakıp duruyorum. Bu fotoğrafların hiçbirinde İmamoğlu falan değil ama bir halk görüyorum. Zümrüt-ü Anka gibi, Sisifos gibi yenilgilerin ardından bir kez daha yakınmadan, yılmadan, ağzında türküleriyle ve müthiş bir inançla tekrar deneyen bir halk. Hayranlıkla izliyorum. Büyüleniyorum. Belki Pazar günü bir daha yeniliriz. Hiç umursamıyorum. Böylesine uyanmış bir halk varsa yarınlar bizimdir. Biz liderimizi değil birbirimizi bulduk. Asıl iktidar budur. Biz anladık ki laikliğimizin, Kürtçülüğümüzün, Türkçülüğümüzün İslamcılığımızın dozu irrasyonelmiş. Gördük ki laik, Kürt, Türk, Müslüman olarak hepimiz aynı kana doymayan canavarın dişleri arasında öğütülüyoruz. Bundan sonra hiçbir şey aynı olamaz.
Geriye sadece şunu içselleştirmek kalıyor: “bizden bile olsa, hiçbir lider İnsan-ı Kamil değildir”. Hata da yapar, başı da döner, sapar da saptırılır da. Bu olasılık karşısında evrensel değerlerden “milim” taviz vermeyecek bir halk varsa lider de kurtulur, memleket de, insanlık da. Biliyorum, arabesk toprakların bireyleri olarak hepimizin yüceltme, kutsama, baba/tanrı kılma gereksinimimiz devasa boyutlarda. Beni en çok şaşırtan şey ise kendini solcu/sosyalist olarak tanımlayan dostlarda rastladığım bu lideri yüceltmeci, korumacı tavır. Biz eşit-birey ilkesini bu noktadan başlayarak yürürlüğe koymazsak güzel bir gelecek hayal etmek için bile hakkımız olmaz. Zaferden sonra kendi içimizdeki bu ruhsal dürtüyle savaşalım. Onu yok edelim ve eğer çok gerekliyse, evrenselliği/insanlığı/halkı yüceltelim, kutsayalım. Çok sevdiğiniz liderleri başarıya taşıyacak biricik tutumun bu olduğuna inanıyorum. Hadi şimdi motorları maviliklere sürelim. Heyamola.
Ayşen Tekşen