Liderini bulmamış toplumsal eylemlerin başarısızlığa mahkûm olduğu bilinen tarihsel bir gerçektir. Ne ki, eylemleri hedeflere ulaştıran yalnız liderlerin kişilikleri değildir. İdeolojisi belirlenmemiş eylemler ne denli güçlü liderlere sahip olursa olsun amacına ulaşamaz. İdeolojiler de lidere yürekten inanmış bilinçli kadrolarla gerçekleştirilebilir.
Atatürk’ün, yeni Türkiye yaratma savaşında kazandığı utkuda böyle bir kadroya sahip olmasının payı büyüktür.
1925’den bu yana Türk millî eğitim ordusunun gönlünden silinmeyen İzmirli Mustafa Necati de bu kadronun elemanlarından biridir.
İzmir’in işgalinden hemen önce kurulan Redd-i İlhak Cemiyeti’nin kurucularından biri olarak gördüğümüz Mustafa Necati’yi; 14 Mayıs 1919 gecesi Maşatlık Mitingi’nde halkı, Yunan işgaline karşı çıkmaya çağırırken, daha sonra da Balıkesir’de arkadaşı Vâsıf (Çınar)’ın çıkardığı İZMİR’E DOĞRU gazetesinde başyazar ve Bergama, Soma, Akhisar dolaylarında Bulgurcu Mehmet Efe’yle birlikte gerilla savaşçısı olarak görüyoruz.
Mustafa Necati, 1920’de ilk BMM’nde Saruhan (Manisa) milletvekilidir. Aynı yıl içinde Sivas İstiklâl Mahkemesi üyeliğine, 15.3.1921 ‘de de Kastamonu İstiklâl Mahkemesi Başkanlığına seçilir 1923’de Cumhuriyet’in ilk Mübadele, İmar ve İskân Bakanı, 1924’de Adalet Bakanıdır.
Mustafa Necati’yi ölümsüzleştiren çalışmaları, 20 Aralık 1925’den 1 Ocak 1929’a dek Millî Eğitim Bakanı olarak Türk millî eğitimine getirdiği bilimsel anlayış, atılımcılık ve öğretmene saygınlık kazandırma çalışmalarıdır.
Onun, onca yokluk ve yoksulluk içinde yapabildikleri, sanırım millî eğitimin her kademesinde görev alanlar için örnek alınması gereken çalışma ve yaklaşımlardır. 35 yıllık kısacık bir ömrü, yeni Türkiye yaratılmasına adamış, arkasından Atatürk’e gözyaşı döktürmüş bu büyük eğitimciyi, dilerseniz, kendi sözlerinden tanımaya çalışalım.
EĞİTİM – ÖĞRETİM DEYİNCE..
“Demokrat olan her devlet için en temelli ödev, hiç kuşku yok ki, her yurttaş için gereken en az eğitim ve bilgiyi sağlayacak ilköğretimi en kısa sürede genelleştirmektir.
Bir gün Büyük Millet Meclisi karşısında herhangi bir Millî Eğitim Bakanı zorunlu öğrenim çağında bulunan çocuklarımızın hepsini okutmakta olduğunu ve her köyde okul ve öğretmen bulunduğunu söylemek mutluluğuna erişirse o zaman Cumhuriyet ilköğretimde çizmiş olduğu ereğe varacaktır.” (1)
“Herkes bilir ki, bugün yalnız süs gibi okuma, yazma öğreten ve doğal yetenekleri ve ulusal toplumun yararı için gereken yetileri öldüren kurumlara okul denemez.
Eski okullara giden çocuğun beyni tümden yararsız bilgilerle öyle doldurulmuştu ki, onun baskısı altında yararlı bilgiden bile yararlanmasına olanak yoktu.
Eski okullarda verilen bilgi, bizi doğallıkla savaşıma götürecek, bizde devinim ve iş yeteneği uyandıracak değerden yoksun idi. Eski hocaların verdiği bilgi, yalnız belletilen şeylerdi. Bugünkü çocuk, bellediğini kullanan, bellediği şeylerle kendisine yol bulabilecek çocuktur.
Dünkü millî eğitim, dünya ile ilgili değildi. Ulusal değildi, doğallıkla demokratik değildi. Bugünkü eğitim dünya ile ilgilidir. Şu demektir ki, düşünmeyi daraltan, vicdan özgürlüğünü kıran her türlü etkilerden uzaktır. Bugünkü eğitim çağcıldır. Yani, eğitimin temellerinde yöntem ve biçimlerinde tüm den bilimsel temeller egemendir. Bugünkü eğitim ulusaldır.
Türk millî eğitiminin amacı, bilgiyi insan için gereksiz bir süs, bir baskı aracı ya da uygarca tattan çok, yaşamda başarılı olmayı sağlayan kullanılabilir bir aygıt durumuna getirmektir.” (2)
“Öğretimin, gençlerin olaylar karşısında nasıl davranmak gerekeceğini kendi kendine belirleyecek yetenek sahibi olarak yetişmesini sağlayacak nitelikte olması için önlemler aldık.
Gençlerimizin, önlerine konulan sorunları çözümlemek için kendilerinde araştırma ve inceleme özleminin uyanmasını, okulda ve dışarıda yaşamın çeşit çeşit olayları karşısında, kendi rastlayacakları sorunları elde edecekleri araçlarla soruşturma ve denemeye alıştırılmalarını, kendilerinde okuma tadının, çözümleme ve eleştirme yeteneğinin gelişmesini, genel ve insanla ilgili sorunlarda Türkiye’yi nasıl ilgilendirmekte olduğu üzerinde belli ve tanıtlanmış bilgiler edinmelerini istiyoruz. Kısacası, edilgin bir öğretim yerine, etkin bir öğretim biçimi konması ve kişisel çalışmaları arttıran bu yöntemin kabulü bakanlığın en kesin eğitim ve öğretim amacıdır.” (3)
“Yirminci yüzyıl yaşamı o durum almıştır ki, her demokratik ulus genel eğitim ile birlikte her sınıf halkı mesleğe hazırlayarak önlemleri almayı ödev bilmiştir. Özellikle küçük sanatların egemen millî eğitimimizin büyük öncüsü Mustafa Necati olduğu ülkemizde, işçileri, ilk ve ortaöğretimden sonra yaşamda bir mesleğe girecek olan kız ve erkek gençleri bir mesleğe hazırlamanın ve bütün sanat adamlarını ulusun ve kendisinin iktisadi yararlarını tümüyle kavrar bir duruma getirmenin Türkiye’nin ekonomik yaşamı için en önemli sorun olduğunu kuşkusuz kabul buyurursunuz. İktisat yaşamımız, aydın işçiler, aydın sanat adamları, sayesinde, onların bireysel ve ortaklaşa çalışmalarıyla yükselebilecektir.” (4)
“Biz çocukları doğa ile eşya ile gerçeklerle karşılaştıran, neşe ve özgürlük havası içinde çalışmaya, gözlem ve usa vurmayı yaratıcılığa götüren bir okul istiyoruz. Biz istiyoruz ki, okul, çocukların birbirine yardım ederek, birbirlerini tamamlayarak çalıştıkları bir deneylik olsun. Bizim, istediğimiz okulda, dinleyiciler yoktur. Düzen ve uyum içinde çalışan, yapıtlar ortaya koyan küçük adamlar vardır.
… Öğrenim kendiliğinden bir erek değildir. Tersine, yurttaşı ileride yapacağı göreve, yaşamın kendisine yüklediği işe hazırlayan bir araçtır.” (5)
“Yalnız bir öğretim biçimi veren kurumlarımızın yanında, yöresel yaşamın gerektirdiği her türde meslek okullarımız olmalıdır. İlköğrenimini bitiren her çocuğu bulunduğu yerin gereksinmesine göre özel meslek yaşamına da alıştıracak okullar bulunmalıdır. Yoksa millî eğitim sistemimiz, Türk toplumunun yalnız bir tür gereksinmesini karşılamak için küçülmüş, Türkiye’de iş ve sanat yaşam göreneğe tutsak kalmış olur.
Millî eğitim siyasamızda ve millî eğitim yaşamımızda öğrenim halka etkili olmalıdır. Bundan ötürü Millî Eğitim Bakanlığı, yaşama atılmış gençlere, girdikleri meslekte başarılı olabilmeleri ve onların yurttaşlık ödevlerini yapabilmeleri için yardım etmelidir. Bundan ötürü mesleğe hazırlayan okullar, yalnız kurumlarda kayıtlı, öğrenciye gündüzleri ders vermekle yetinmemeli, olabildiğince akşamları işlerinden çıkan her türlü sanatçının işinin yükselmesi için yardımda bulunmalıdır. Bu dersler öyle düzenlenmelidir ki, her işçi buraya devamla, bitirdikten sonra, daha çok başarılı olduğunu kendisi duymalıdır. Bundan dolayı meslek okulları sabah, akşam işleyen okullar olmalıdır.” (6)
“Geçen yıl da yüksek kurulunuzun bilgisine sunduğum gibi meslek okulları açmak düşünü, Türkiye’de çok eskidir. Buna karşın ne ticaret, ne sanat okullarımızdan istediğimizce verim elde edilememiştir. Uzman, bunun için iki önemli neden ileri sürdü: Biri, açılan meslek okullarına gereken koşullar sağlanamamıştır. Demek, bir yandan teknik öğretim yaptırabilecek öğretmen yetiştirilmemiş, öte yandan bir meslek okuluna gereken araçlar çoğu kez sağlanamamıştır. İkincisi, bu okullarla iktisadi çevre arasında hiçbir bağlantı sağlanmamıştır.
Kabul buyurursunuz ki, herhangi bir sanat gereksinmesini okul değil, tutumsal çevre doğurur. Okul o gereksinmeyi kısa bir zamanda en İyi bir biçimde sağlamak için çalışır. Geçmişteki tüm girişimleri sonuçsuz bırakan bu iki noktayı sürgit göz önünde bulundurarak işe başlıyoruz.
Hepiniz kabul edersiniz ki; millî eğitim sorunu baştan sona dek bir bilim ve uzmanlık sorunudur. Millî eğitimde atılacak her adım; incelemeyi, denemeyi ve ayırt etmeyi gereksinir. Onun içindir ki, herhangi bir Millî Eğitim Bakanı böyle bir takıma dayanmadıkça başarılı olamaz. Genel eğitim sorunlarında danışmasız hiçbir karar vermemek ve her zaman en genç öğretmenden en büyük üstatlara dek bütün meslektaşlarımızın görüşlerini toplamak temel ilkelerimizdendir ve bu ilkeler içinde yürümekteyiz.
Millî Eğitim Bakanlığı, herhangi işte olursa olsun uzmanların ve yurtta bu işle uğraşanların görüşlerini ilke olarak benimsemiştir. Kişisel kararlarla, kendi görüşümüz sorun çözemez. Bu meslek bilime, fenne, uzmanlığa, deneye dayalı bir meslektir.” (7)
“İlerde millî eğitim işiyle uğraşanların da okulculuğu bilen ve millî eğitimin ilerlemesi için en kısa yolu bulabilecek meslek adamlarından olması gerektir. Merkez örgütü ne denli güçlü olursa olsun, verilecek yönergenin uygulanmasıyla yükümlü olanlar, bulundukları yerin en kısa yoldan millî eğitimini ilerletmek çaresini arayanlar, değerli meslek adamı olmayacak olursa, Türkiye’de millî eğitimin gelişmesi kolaylıkla etkili olamaz. Özellikle millî eğitim işiyle uğraşanların yalnız ve yeterli yetki ile bu ödevi yapabilecek görevliler olması gerekir.” (8)
“Milli Eğitim basamakları birbirine bağlıdır. İlk ve ortaöğretimin gelişmesi ülkede bilimsel yaşamın ilerlemesine bağlıdır. Üniversitelerin ve enstitülerin iyi işlemesi, onların güçlü gençler yetiştirmesiyledir ki, liselerimize, ilkokullarımıza öğretmen yetiştirecek öğretmen okullarımızı pekiştireceğiz.
Üniversite doğrudan doğruya bağımsız bir kurumdur, ulusun tinsel gücünün temsilcilerinden biridir. Kabul etmek gerekir ki, üniversite denilen kurum doğrudan doğruya Millî Eğitim Bakanlığı buyruğu altında bir kurum değildir. Eğer gelişigüzel herhangi bir kişi Üniversite kurumuna şu biçimde, bu biçimde davranın diye buyruk verecek olursa orada üniversite yok demektir.
Arkadaşlar! Kurumların hukuk ve yetkisini korumak doğrudan doğruya o kurumları yaşatmak demektir. Bir ülkede üniversite bağımsız yaşar ve öğretim bakımından profesörlerin görüşleri alınarak genel çizgiler çizilirse o vakit üniversitelerin gerçek verimlerini kabul etmek gerekir. Yoksa Üniversite Rektörünün, üniversite Kurulunun ve Üniversite Divanının yaptıkları izlence gelişigüzel bir bakanca bozulacak olursa o üniversite gerçek ödevini yapmış olamaz.” (9)
Üniversite, Türkiye’nin bütün aydın takımının bilimsel odağıdır: Buradan çıkacak araştırmalar, yapıtlar Türk aydınlarını yükseltecektir. Sizin yapacağınız yapıtlardır ki, yurt aydınlarına yeni ufuklar açacak ve Türkiye’ye ekin alanında uluslararası bir onur kazandıracaktır. Bir ulusun uygarlık yeteneğini ve yaşam gücünü en yüksek kertede temsil eden olduğu için, üniversitemizin her alanda öteki uygar ulusların üniversiteleri düzeyine çıkmağa zorunlu olduğunu özellikle belirtmek isterim. Yurt, bilimin sağladığı ahlâk ve ağırbaşlılığın temsilcisi olan ve yalnız bilim için çalışmayı şiar edinen profesörler den haklı olarak bu amacı sağlayacak çalışmaları bekliyor. (10)
GÜVEN VE SEVGİ
Bu yazıyı hazırlarken iyiden iyiye yararlandığım «Mustafa Necati» kitabının yazarı değerli eğitimci M. Rauf İnan, onun öğretmen ve öğretmen sevgisi yanını şöyle ortaya koyuyor:
“1924’de öğretmen okullarındaki öğrenci sayısı 2.528 iken, onu 1928-29’da iki kattan çok arttırarak 5.151’e çıkarmıştı. Bu gelişme ve elbette bu sayıyı yine o hızla arttırmalıydı. Ancak, üzerinde çok durulmaya değer bir olgudur ki, Necati’nin ölümünden 3 yıl sonra, öğretmen okulu sayısı 24’den 18’e, oralarda çalışan öğretmen sayısı 431 ‘den 266’ya, öğrenci sayısı, da bir yıkım gibi 2036’ya inmişti.
… Bir kente giden bakanlık müfettişleri yetkilileri oraya devinim, canlılık, sevgi götürürlerdi. Meslek toplantıları, konuşmalar, deneme dersleri, tartışmalar yapılır, onlar öğretmenlerle deneyimli birer arkadaş, birer öğretmen gibi görüşürlerdi.
… Hoyratlıklar, yanlış tutumlar, davranışlar, genç öğretmenlerin toylukları, beğenilmez durumlar yöneticilerin yüksek yöneticilik yetenekleri ve uslarıyla düzeltilirdi. En ağır sorunlar, yakınmalar, yüksek düzeyde içtenlikli mektuplarla, uyarmalarla kolayca çözümlenirdi. Bakanlıkta, Millî Eğitim Müdürlüklerinde her öğretmen, bakanlıktan bir kişi gibi ondan ayrımsız, ilgi ile karşılanırdı.” (11)
Rauf İnan’ı doğrulayabilecek kişi, kanımca. Mustafa Necati’den başkası olamaz. Onun genelgelerinde ya da demeçlerinde Türk öğretmenlerine nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu gelin birlikte görelim.
“Meslek arkadaşlarımın bilgi ve deneyimlerine, genç Cumhuriyetimizin yükselmesi uğrunda harcadıkları ve daha büyük bir içten sevgi ile harcamayı sürdürecekleri özverili çalışmalara dayanarak Millî Eğitim Bakanlığını, üstlendim.” (12)
“Görevlerine imza zorunluğuyla bağlananlar candan bir iş tutup koparmak istemeyenlerdir. Onun İçin bugünden başlayarak göreve gelme zorunluğu imza ile uygulanmayacaktır. Arkadaşlarımı; başladığımız bu büyük işte geceli gündüzlü ödevlerine bağlı göreceğime eminim. Hepinize başarılar dilerim.”(13)
“Geçen yıl arkadaşlarım, gereksinme oranında, illere dağıtırken bu tecrübesiz gençlerin, uzak illerin yoksunlukları içinde umutsuz olacaklarını, düş kırıklığına düşeceklerini söylemişlerdi. Bir Türk gencine mal etmeğe yakışır görmediğim bu güçsüzlüğe inanmadım ve bütün güvenlerime yaraşır bulduğum genç arkadaşlarımı yurdun her köşesine dağıttım.
İşte bugün; aldığım temiz ve coşku dolu yanıtlar, düşüncemde ne denli haklı olduğumu ve arkadaşlarımın inan ve öz verilerinden kuşkuya, düşmemekle ne denli doğru davrandığımı bana tümüyle anlatmış oldu.” (14)
“Ulusun en küçük acısına, gönlünde büyük bir yer ayırmış bulunan bir öğretmen, onun en gerçek kurtarıcısı en yakın ve sevecen (şefkatli) bir yol göstericisidir.” (15)
“Bir öğretmenin “0kuyacak kitap bulamıyorum…” demesi kadar haklı ve saygıya, çığlığa değer bir şey olamaz. Çünkü hepimiz şunu usumuza yerleştirmek zorundayız ki’ öğretmenlik sata sata tükenmeyen bir mal değildir. Okuttuğundan çok okumayan bir öğretmen çabuk yıpranır, ihtiyarlar ve bezginlik getirir. Dikkat ediniz… Araştırma, irdelemeye düşkün ak saçlı bir öğretmen sürgit genç ve dinçtir.”(16)
“Okul kurumunun ruhu, mesleğinin içten sevgisini duymuş, özverili, azimle çalışan öğretmenlerdir. Bu öge bulunmayınca ve mesleğe bağlanmayınca, okullarımıza bağladığımız büyük umutların gerçekleşmesine olanak yoktur. Sayıların verdikleri bilgiler bize gösteriyor ki, her yıl öğretmenlerimizin bir bölümünü korkunç denecek bir sayıyla yitirmekteyiz. Eğitim gibi ögelerle, hatta yüzyıllar içinde bile devrime bağlı olan toplumsal bir kurumun adamları zaman zaman güçlendirilmezse, onların meslek bilgileri arttırılıp değiştirilmez, yenileştirilmezse onlar da meslek için kayıp sayılabilir. Hem maddeten, hem manen bu kaybın önüne geçmek için hemen önlem almanın gerekliliği kanısındayım. Nicelik bakımından kazanmak, öğretmenlerin geçimlerini düzeltmekle olur. Bunun için gerek orta, gerek ilköğretim öğretmenlerinin aylıklarının arttırılmasına gerek vardır.” (17)
“Çevrenizdekilere, sizden olanlara Türk Ulusuna Cumhuriyet ilkesini yaymak temel ödevinizdir. Halkın yürek gücünü yükseltmek sizin borcunuzdur. Eğer öğretmen ödevinden uzaklaşır, eğer öğretmen sayrıl (marazî) bir yaşama kendisini kaptırırsa yurdun yaşama hakkı tehlikede demektir.
Özel ve genel yaşamınızda sürgit halka kılavuz olduğunuzu bilmelisiniz. Bundan dolayı önder olanlara özgü yaşam koşullarını taşımanız gerektir. Türk ulusuna kendisi ile ilgili ödevlerini öğretmen sizin yükümlülüğünüzdür. Onun için bıkmayarak usanmayarak özveriden bir an bile el çekmeyerek onlara örnek olunuz. Ancak böylece Türk Ulusuna söz verilmiş olan mutlu ve verimli yaşamı elde edeceğiz.
Göreviniz ağırdır, ama onurludur. İnanınız ki bu ağır görevin verimi sizin için güvenle sağlanmıştır. Bir işin içinde bulunanlar yaptıkları işin değerini ölçemezler. Bu ulus değerbilirdir. İnanınız, her yerde, her sokak başında az zaman sonra öğretmen anıtları göreceğiz.” (18)
“Yarınki yaşam sizin güçlü elleriniz arasında doğacaktır. Bu geleceği elde etmek için sürgit ağır ödevler yüklenerek yürüyeceksiniz. Bu yükselme yolunda da, kuşku yok ki; sayısız zorluklarla karşılaşacaksınız. Ancak bu zorluklar sizin kesin dayancınızı (azminizi) büyütmekten başka bir şey yapamayacaktır. Her engel önünde daha yüksek atılımla, görevin size verdiği kuvvetle çalışacaksınız. Yaşamınız baştanbaşa özverilidir… Sonsuz yaşayacak Cumhuriyeti, yine her an kıskanarak korumaya özen göstermeliyiz. Bu özenler de ancak özverilerle yapılabilir. Bu uğurda çalışırken ödevimiz yalnız ders verme, okutma değildir. Her bir öğretmen ayrıca örgütleme ve aydınlatma ödevi vardır.
Özel ve genel yaşamınızda her zaman halkla birlikte olduğunuzu bilmelisiniz. Size başarılar dilerim.” (19)
Başardık mı? Sanmıyorum. Onun düşünceleri ile dopdolu olmamıza karşın o denli uzaktayız ki ondan beynime, yüreğime çöreklenen «Mustafa Necati, sahiden yaşadı mı?» sorusunu bir türlü söküp atamıyorum.
(1) Mustafa Necati, TBMM’nin 22 Nisan 1928 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(2) Mustafa Necati, TBMM’nin Mayıs 1927 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(3) Mustafa Necati, TBMM’nin 22 Nisan 1927 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(4) Mustafa Necati, TBMM’nin 12 Nisan 1927 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(5) Mustafa Necati, 5 Haziran 1926’da İstanbul Üniversitesinde yapılan konuşma.
(6) Mustafa Necati, 3 Şubat 1927 Avrupa’daki incelemeleri hakkında gazetecilere verdiği demeç.
(7) Mustafa Necati, TBMM’nin 22 Nisan 1928 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(8) Mustafa Necati, TBMM’nin 12 Mayıs 1927 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(9) Mustafa Necati, TBMM’nin 23 Mayıs 1926 tarihli oturumunda yapılan konuşma.
(10) Mustafa Necati, 5 Haziran 1926’da İstanbul Üniversitesinde yapılan konuşma.
(11) Rauf İnan, Mustafa Necati, Türkiye İş Bank. Yay. S. 19, 22, 23.
(12) Mustafa Necati, 28 Aralık 1925 tarihli genelge.
(13) Mustafa Necati, 3 Ocak 1926 tarihli genelge.
(14) Mustafa Necati, Şubat 1928 tarihli özel mektup.
(15) Mustafa Necati, Beyaz Zambaklar memleketinde kitabıyla birlikte gönderilen mektup.
(16) Mustafa Necati, 1928’de tüm öğretmenlere gönderilen mektup.
(17) Mustafa Necati, 9 Şubat 1925’te gazetecilere verilen demeç.
(18) Mustafa Necati, 15 Ağustos 1926’da Konya Muallimler Birliği onuruna verilen çayda yapılan konuşma.
(19) Mustafa Necati Öğretmenlere Mustafa Necati Öğretmenlere Son Mektup
Hamdi Topçuoğlu