Yüzüm bana ait değil sanki. Dudağımı çekip koparsam acımayacak. Burnumu veya kulaklarımı… Bu ayaklar benim değil. Ne bastığımı hissediyorum. Ne de eklemlerimin hareketini. Bir şeyler hareket ediyor. Renkler değişiyor. Bakıyorum ama gördüğümden değil. Öylesine. Gözlerimi çağırıyor sokaklar. Ama onların hiç oynayası yok. Kulaklarımda koca şehir uğulduyor. Vapurların çığlıkları, uçak seslerine karışıyor. Ambulanslar yalvar yakar. Tanıdık bir şeyler var. Tam nerede olduğumu çıkaracağım. Amca diyor, bir genç kız… Amca burası son durak…
Yürüyen merdivenler yağmurlu bir kaldırıma çıkıyor. Islak ve çamurlu biraz… 105 nereye gidiyor, diyorum. Tınaztepe’ye. Ben böyle bir semt bilmiyorum. Oysa bu kalabalık gibi ben de bir yere gitmeliyim. Beni bekleyen birileri olmalı. En azından bir evim vardır. Şehir denilen bu devasa karınca yuvasının içinde küçük bir köşe…
Ellerim bana ait değil sanki. Taşıdığım bu çanta. Otobüsün camından yansıyan ak saçlı adamın resmi. Elimi alnıma götürüyorum. Resim canlanıyor. Ama ben bu adamı neden tanımıyorum. Bana narkoz mu verdiler bir yerde? Birden ona kadar say mı dediler? Ya da başka bir uyuşturucu, anastezik bir şey… Bu şehir, bu insanlar, bu yağmur… Hiç tanıdık değil. Otobüsün camında gördüğüm o adam bana hiç benzemiyor. Yanağıma yumruk atsam, elimi kanatırcasına çimdiklesem. Bir rüyadan uyanırmışım gibi… Her şey geri gelir mi?
Aralık 2019 – İzmir
Seyfullah