17.4 C
İstanbul
23 Kasım 2024, Cumartesi
spot_img

GÖÇMEN OLMAK

Söyleyin dağlara rüzgara
Yurdundan sürgün çocuklara
Düşmesin kimse yılgınlığa
Geçit vardır yarınlara
Murathan Mungan

Göç üzerine ne çok şey söylenmiş ne çok şey yazılmıştır…

Ne kadar göç varsa, o kadar çok hayat vardı. Yarım kalmışlıklar vardı.  Sefaret göçü, Rumların ülkesine göç etmesinden dolayı yazılan kitaplar. Dido Sotiriyu’nun gazetecilik anılarıyla beraber Türkiye’den ülkesine göç etmesi ve ‘Benden Selam Söyle Anadolu’ya kitabını yazması.

1950 yılının ortasında gelen muhacirler, Kadıköy’e yerleşmişlerdi. İnsanlar işlerimizi, evlerimizi elimizden alacaklar korkusuna kapılmıştı.

1936’da Sarayova’dan, Kafkasya’dan, Kırım’dan, Kazan’dan gelenler de aynı şekilde karşılanmıştı.

Almaya’ya giden ikinci, üçüncü kuşak insanlara da aynı gözle bakılmıştı. Göçenler istenmemişti şimdiki gibi. Kılıç artığı, muhacir, Giritli, Manav, Almancı, Boşnak, Çerkez diye isimlendirilmişti

Göç konusu çok yazıldı, çok konuşuldu, birçok kitaba konu oldu. KYD dergisinin göç hikâyeleri vardı okunmaya değer. Parçalanmış, yarım kalmış hayatları anlatan.

Ayla Kutlu’nun ‘Bir Göçmen Kuştu’  Fügen Ünal Şen ‘in ‘Bir Avuç Mazi’ kitapları bu anlamda çok güzel eserlerdi.

Yine Zeynep Göğüş’ün göç üzerine yazdığı Yunus Nadi roman ödülünü alan ‘Işık Ülkesinden’ kitabı vardı. Kitabın her satırında insanın içini parçalayan şiirimsi anlatımlar vardı. Zaten kendisi de bir toplantıda bu satırları okurken ağlamıştı. Parçalanmış hayatlar, yarım kalan düşler bırakılıp kaçılan bir mazi. Kaçtıkça sırtınızdan inmeyen, gün geçtikçe daha da ağırlaşan anılar.

Göztepe’de bir konakta geçen olay, insanlık hallerini anlattığı kadar, kök salmanın ne kadar zor olduğunu da anlatıyordu. Ve kaderi insana tekrar tekrar sorgulatıyordu.

Coğrafya kader miydi? Bu kader bir göçle değişir miydi?

Yeni topraklara kök salmak kolay mıydı?

Bunu son olarak izlediğim, Can Yeleği oyununda daha iyi  anladım. Gönül Kıvılcım’ın yazdığı, yönetmenliğini Nihat Alpteki’nin yaptığı, Elçin Atamgüç’ün başarılı oyunculuğuyla sizi şaşkına çevirdiği, tek kişilik eserde göç kokusu hakimdi. Rolünü taşıyan oyuncu, ruh dünyanızı bir anda alt üst ediyordu.

Mutlu bir aileyle başlayan oyun, tepelerine yağan bombalarla bir anda alt üst oluyordu. Kaçmayı kafalarına koyup dikenli tellere aldırmadan yola çıkıyorlardı. Fakat hiçbir şey umdukları gibi olmuyordu. Geldikleri ülkede ne barınacakları bir yer, ne de iş imkânı bulunuyordu. Eski hayatlarıyla alakasız bir yaşam sürmeye başlıyorlardı.

Yokluk, yoksulluk.  çocuklarından ayrılmak zorunda kalan bir anne ve yok olan umutlar…

Hayatın bütün gerçekleri kısa bir süreye sığdırılmaya çalışılsa da anlatılanların hepsi gerçekti ve bizim sokağımızda da yaşanıyordu. Kiminin farkında olduğu ama umursamadığı kiminin de fark edemeden geçip gittiği.

Oyunda, insanların halleri, yaşam koşulları anlatıldığı kadar, dünya üzerindeki adaletsizlik de irdeleniyordu.

Bazı çocuklar rahat içinde yaşarken dolabının, yatağının her köşesinden oyuncaklar fışkırıkken, öyle ki kendine verilen hediyeleri beğenmezken, bazı çocuklar açlık içinde yaşamaya mahkûm bırakılıyordu.  Bu durumu en iyi  Pulitzer Ödülünü alan Kevin Carter’in fotoğrafı anlatıyordu.

Can Yeleği’ndeki en güzel vurgu sevgiydi, paylaşmaktı, merhametti. İnsanlar arasındaki adaletsizliğin temelini bu duygular oluşturuyordu.

Yaşamak için ölüme yürümek! Küçük botlarda ölen çocuklar bu durumu en dramatik şekilde anlatıyordu.

Sınırları insanlar kendi yaptı, araya telleri kendi çekti.

Oysaki yeryüzü insanın yaşayabileceği tek ve en güzel mekândı. Toprak, su, hava hepsi bütün insanlığa aitti. Tek bir topluma veya zümreye ait değildi.

Sosyal medya sayesinde insanlar duyarsızlaştı. Toplumda profil resmim diye bir beğenilme, iyi olma, mükemmel olma duygusu yaratıldı. Sürekli tüketmeye adapte olan toplum, kendinden başka kimseyi göremez oldu. Duyarsızlıktan etrafındaki insanların acılarını, ölümlerini anlamaz oldu. O anlamak istese de bu kanıksatıldı, zorla kanıtsattılar.  Medyada her gün yer alan cinayet haberleri, ölümü kolaylaştırdı, doğal bir şeymiş gibi göstermeye başladı.

Umarım toplum kendine gelir, yaşadığımız olaylar karşısında duyarlılığa kavuşur ve dünya eski güzelliğine tekrar kavuşur.

18 Aralık Göçmenler Günü’nüz kutlu olsun.

Neslihan Minel

Facebook Yorumları

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler