6.4 C
İstanbul
23 Kasım 2024, Cumartesi
spot_img

POLYANNA VE PİNOKYO 2

Oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim”
MURATHAN MUNGAN

 

 
Pinokyo Polyanna’nın eteğinden çekiştirdi:

“Hadi benimle oyun oyna”

Polyanna Pinokyo’ya baktı. Baktı… Baktı… Ve:

“Seninle oynamam” dedi.

Pinokyo sinirlendi. Pinokyo üzüldü. Ne yaparsa yapsın Polyanna’yı oyun oynamaya bir türlü ikna edemiyordu.

“Ne oyunları oynarsın?” diye sordu Pinokyo.

“Mutluluk oyunları oynadığımı söylerler” diyerek cevapladı Polyanna.

Bu cevap çok ilginç geldi Pinokyo’ya, merak etti:

“Başkalarının söyledikleriyle aynı mı düşünüyorsun?”

Pinokyo’nun cüreti de Polyanna’ya ilginç geldi. Önce “sana ne” diyecek oldu. Sonra vazgeçti. Cevap vermek itiraz etmekten daha zahmetsiz geldi. Zahmeti kendi içindekilere yöneltip, cevabı Pinokyo’da aradı:

“Düşündüklerimizle yaptıklarımızın aynı olduğunu mu sanıyorsun?”

Bu soru Pinokyo’ya sorulmayacak bir soruydu. Fark ettiğinde iş işten çok tan geçmişti. Pinokyo Polyanna’nın yüzündeki şaşkınlığı yakaladığında gülümsedi:

“Ben Pinokyo isem” dedi “Ve şimdi oyunları bildiğimiz kurallara göre oynuyorsak, bu sorunun bir tek cevabı var. Onu sen de biliyorsun. Ben bir Pinokyo isem, çoğu zaman düşündüklerim ve yaptıklarım aynı olmaz.”

Bu cevap Polyanna’nın beklemediği kadar uzun bir cevaptı. Hem de Pinokyo’dan beklenmeyecek kadar dürüstçe bir cevap gibi geldi. Yalanlar üzerine kurulu bir dünyada Pinokyo’nun dürüstlüğünü ciddiye almaya karar verdi. Bu düşüncesini onunla paylaştı:

“Yalanlar üzerine kurulu bir dünyada, senin bu dürüstçe tavrını ciddiye alıyorum” dedi.

Pinokyo yine gülümsedi:

“Peki sen bu yalan dolu dünyanın neresindesin Polyanna? Ben de yalanlar üzerine kurulu bu dünyada senin mutluluk oyunlarını ciddiye alıyorum.”

Pinokyo’yu umursamayan Polyanna için bu sarsıcı sorularla yeni bir oyun başladı. Çünkü Pinokyo bir kez daha ego sarmalına, Polyanna bir kez daha hüzün sarmalına dolanmıştı.

Polyanna’nın tüm umursamazlıkları takıldı Pinokyo’nun aklına. Ne yalanlar söylemişti oysaki. Hepsi boşlukta kalmıştı. Polyanna dönüp bakmamıştı bile. Şimdi ise “ciddiye aldım” diyordu. “Beni fark etti. Benimle oyun oynayacak. Ben yaptım. Benim nasıl birisi olduğumu fark etti. Ben… Ben…”

Pinokyo’nun gülümsemesi takıldı Polyanna’nın zihnine. Sinir bozucu, ukala… Ve en sonunda hüzünlere denk gelen… İçinden düşündü. Anlamaya çalıştı anlam veremedi. Tıpkı Pinokyo’nun kendi sarmalındaki anlam arayışı gibi cevapsız kaldı.

Oysaki ikisi de kendi gerçeklerini göremeyip birbirlerine bakıyorlardı. Yalanlar üzerine kurulu bir dünyada biri Pinokyo, öbürü ise Polyanna… Pinokyo egosuna yenik, egosunun ıslahında… Polyanna hüzünlere yenik, hüzünlerin ıslahında…

“Gel” dedi Polyanna “kabul ediyorum, seninle oyun oynayalım.”

Pinokyo mutluluktan havalara uçtu. Kabul etmişti onu Polyanna. Her şeyine rağmen kabul etmişti. Bir an zihnine “her şeyine rağmen” sözcüğü takıldı. Neydi ki şimdi bu? Bir anlık bir tereddüt geçti gözlerinden. Bu tereddüt elbette ki Polyanna’nın gözlerinden kaçmadı. Pinokyo ne kadar kendi “ben”inin peşindeyse, Polyanna da o kadar tereddütlerin, hüzünlerin peşindeydi.

Pinokyo sordu:
“Ne oyunları oynayacağız?”

Bu soru komik geldi Polyanna’ya:
“Tabii ki mutluluk oyunları” dedi.

Oynamaya başladılar. Polyanna oyunları oynarken bir an durdu. Polyanna’nın durgunluğunu anlamadı Pinokyo. Daha da fenası, anlamadığını da anlamadı. Bilinçaltı dünyasında kayboldu. Kaybolduğu o dünyada çözülemeyecek düğümlere dolaştı.

Zannetti ki Polyanna, onunla oynamak istemiyor. Hem de Polyanna, onun tüm oyunlarını öğrenmişken istemiyor. Zannetti ki Polyanna, ‘onun ne olduğunu’ artık anladı. Hem zaten Polyanna’yı da ikna etmemiş miydi oyun oynamaya? Etmişti. O halde daha ne uğraşıyordu ki onunla. O zaman başka biriyle oyun oynama zamanı gelmişti.

Başka birileriyle de oyunlar oynadı. Ama hep aynı yerde takıldı kaldı. Bir an, bir durgunluk… Adı hiç önemli değil. O bir anlarda, oyun oynadığı birilerinin aynalarında kendine bakınca korkuyordu Pinokyo. Sonra ufacık şeyleri kendi dünyasında çözülemeyecek düğümlere dolaşıyordu.

Bir gün Polyanna ile yine karşılaştı. Ona dedi ki, neden durdun? Biz seninle oyun oynuyorduk. Sonra sen birden durdun. Neden durdun?

Polyanna’nın da Pinokyo’ya sormak istediği sorular vardı?

“Ben durdum diye sen de gidiverdin. Sen neden gittin?”

İkisi de cevap vermek yerine soruları tercih ettiler. Çünkü kendi gerçekleriyle yüzleştikleri yerin tam üstünde duruyorlardı.

Soru sormaktan Polyanna vazgeçti. Çok etkilendiğim bir anıyı anlatmak istiyorum dedi:
“Bir gün Pinokyo’nun birisi bana bir soru sordu. Dedi ki, oyunlarını oynarken bir gün bir tercih yapmak zorunda kalsaydın neyi tercih ederdin, dedi. Şu hiç açılmayan kapı var ya. Onunla oynardım, dedim. Hep açıldığını farz edip ya da açılacağını bekleyip oynayıp dururdum. Kim bilir belki bir gün açılıverirdi. O an anladı Pinokyo benim neye özlem duyduğumu ve neden durmadan bu oyunu oynayıp durduğumu. Sonra da bir kez daha sordu: “Ya bir gün o kapı açılsaydı, o zaman da oynamaya devam eder miydin?”

Hiç beklemediğim bu soruyla düşünmeye başladım. Ya o kapı bir gün açılsaydı ne yapardım? Hep umduğum, beklediğim şey gerçek olsaydı? Binlerce kez önünde oyunlar oynayıp selam durduğum kapı bir gün açılsaydı ne yapardım? Sonra birden anladım. Aradığı cevabı bulmuştum. Artık oynamam ki, dedim. Oynamama gerek kalmaz, çünkü… dedim ve sustum. Çünkü’nün ardını Pinokyoya söyleyemedim. Söyleyemeden yürümeye başladım. Ardımdan bağırdı Pinokyo: “Nereye gidiyorsun? Çünkü… ne olurdu?” Ben sessizce uzaklaşırken, ardımdan uzun uzun baktı.

O günden sonra durmadan beni takip etti. Ben her şeyle herkesle oynuyor ama o kapının önüne geldiğimde sessizce bekliyordum. Önce bir süre düşünüyor ve sonra da oynamaya başlıyordum. Her oyunu bittiğinde kapıya selam vermeyi de unutmuyordum. Sonra da tekrar beklemeye başlıyordum acaba kapı açılır mı diye. Bekliyordum, bekliyordum ama kapı açılmıyordu. Ve sessizce ağlıyordum kapının önünde.

Sonra bir gün Pinokyo benim artık kapının önüne geldiğimde oynamadığımı fark etti. Kapının önüne geliyor ve sessizce bekliyordum. Dayanamayıp sormaya karar verdi: “neden bekliyorsun?”. Ben de cevap verdim: herkesle ve her şeyle oynuyorum, oynadıklarıma mutluluk veriyorum, onlar da mutlulukla oynamaya başlıyor ve bana da mutluluk veriyorlar. Ama bir bu kapı bana cevap vermiyor. Ben oynuyorum, oynadıkça değişmeyen bir suretle yüzüme bakıp duruyor. Bir ses, bir soluk, ufacık bir çıtırtı bile yok, artık oynayamıyorum dedim. Bu cevapla Pinokyo birden atıldı: “Hani” dedi “hani bir tercih yapmak zorunda olsaydın bu kapıyı tercih ederdin? Hani en çok onunla oynardın?”. “Zannettim ki” dedim, beni en çok o mutlu eder. Bir gün açılır ya da ben hep açılacağı günü beklerken en güzel mutluluk oyunlarımı oynarım. Ama açılmadı. Üzerine düşen rüzgar seslerinden, güneşin gölgelerinden başka hiçbir tepkisi yok. Anladım ki açılmayacak. Ben hep boşuna oyun oynuyorum. Pinokyo heyecanlandı birden “ama” dedi “nasıl olur, hani kapı açılırsa bir daha hiç oynamam, oynamama gerek kalmaz demiştin, şimdi de açılmıyor diye oynamak istemiyorsun?” Gözümde yaşlar birikti. Ona “çünkü” dedim o gün anladım ki oynamama gerek olduğu için oynuyorum mutluluk oyunlarını, kapı açılsaydı zaten mutlu olurdum, oynamama gerek kalmazdı! Ama şimdi başka bir şeyi anladım, ben bu sessiz kapıda oynadığım oyunların gerçek olmadığını değil, beklediğim umudun gerçek olmadığını anladım. İşte onun için artık oynayamıyorum.

Bu anı Pinokyo’yu etkilemişti. Kendisinin de buna benzer bir anısı vardı. O da anlattı:
“Bütün oyun arkadaşları onlara ulaşıncaya kadar cazip oluyor. Sonra ben onlara ulaşınca bütün büyüsü kayboluyor” dedi. “Bir gün hiç ulaşamadığım bir oyun arkadaşı buldum kendime. Durmadan yalanlar, durmadan burnum uzadı. Sonra o bana, senin burnun durmadan büyüyor, seninle artık oyun oynamak istemiyorum, dedi. Yine ona ulaşamamıştım.”

Polyanna Pinokyo’nun bu anısıyla her şeyi anlamıştı. Açılmayan kapı anısındaki gibi sordu: “Ya bir gün seninle yeniden oynamak isteseydi, o zaman ne yapardın? Yüzünde karanlık bulutlar dolaştı Pinokyo’nun. “Bilmiyorum” dedi. Öyle bir bilmiyorum dedi ki, bilinçaltının, varlığının taaa en derinlerinden çıktı geldi. Paramparça… Yüzünde en karanlık, ağlasa daha aydınlık olacak bulutlarla…

Sonra aynı soruyu bu kez Polyanna’ya sordu Pinokyo: “Ya o kapı bir gün açılırsa?” Mutluluk oyunlarına ölesiye sevdalı Polyanna, Pinokyo’nun tüm gizini çözerek “bilmiyorum” dedi. Çünkü ulaşılmaz olana ölesiye sevdalı Pinokyo için, bu oyun hep sürsün istedi.

Sonra Pinokyo bir şairin dizelerini anlattı Polyanna’ya:
“Ancak Bir Benzerim Öldürebilir Beni
O Vardı Ki Onu Ben Ölesiye Özlüyordum…
Bu şiirden sonra Polyanna Pinokyo’ya baktı. “Artık burnun uzamaz senin” dedi.
Gülümsediler ve birlikte hep oyunlar oynadılar. Yalanlar üzerine kurulu dünyada, tüm acılara inat mutluluğu aradılar.

Buket Çetin

Facebook Yorumları
Önceki İçerik
Sonraki İçerik

Diğer Yazıları

Bizi Takip Edin

232BeğenenlerBeğen
114TakipçilerTakip Et
349TakipçilerTakip Et
2,330AboneAbone Ol
- Reklam -

En Son Eklenenler