Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, 1970 yıllarında birbirini seven bir kadın ve bir adam varmış. Evlenmişler ve birlikte yaşamışlar. O zamanlar en iyi eğlence radyo sahibi olmak ve müzik dinlemekmiş, belki de dans etmek? Kadın ve adam, bir radyo satın almaya karar vermişler. Ancak çok paraları yokmuş ve radyonun fiyatı çok pahalıymış. Bir süre boyunca soğan, ekmek, peynir yemişler ve paralarını biriktirip sonunda radyoyu almışlar. Radyo ahşap kenarlı, frekans çizgileri renkli ve harika ses çıkarıyormuş. Üstünde de tutmak için demir kolu varmış. Antenini uzattıkça daha çok frekans çekermiş. Kadın ve adam, her gün işten gelince radyoyu açıp şarkı dinleyerek yemek yapar, evlerini temizler vakit bulurlarsa dans ederlermiş. Radyo eve neşe getirirmiş.
Gel gelelim kadın ve adamın kızları olmuş. Bu kız büyüdükçe babasının dinlediği radyoyu kurcalamaya başlamış, hoşuna giden müzikleri dinler, bazen de oyuncak bebeklerini kucağına alıp dans edermiş. Bazen de babasının yanına oturur, babasının memleket özlemi ile dinlediği Türkü’leri anlamaya çalışırmış. Öyle güzel Türk şarkıları çalarmış ki radyoda, bazen o da memleketi Türkiye’yi merak edermiş. Bilmediği Türkçe kelimelerle söylenen aşk türkülerine hayran kalırmış.
Bir gün büyük bir göç haberi duyulmuş, babasının memleket hayali gerçek olmuş. Bir gece eşyalar toplanmış, başka şeylerle radyo da… Küçük kız sadece bebeğini ve matruşkasını alabilmiş. Çocuk kitapları rafında dizili kalmış, çünkü geri dönmeyeceğini bilmiyormuş. Bilseydi, kitaplarıyla birlikte kırmızı parlak renkli Rus akordeonu da alırmış. Küçük kız odasında en sevdiklerini bırakmış, hayallerini ve çocukluğunu bile…
Komşudan ödünç alınan arabaya eşyaları doldurmuşlar, radyoyu da yanlarına almışlar. Uzun bir yolda giderlerken yağmur yağmış, güneş açmış, bir gün sis basmış, bir gün dolu yağmış ve bir gün çok sıcak olmuş. Nihayet yedi gün sonra gece vakti ışıl ışıl lambalarla aydınlanan yollardan geçerek memleketlerinde İstanbul’a ulaşmışlar. Sığındıkları şehirde yeni evleri olmuş, kadın ve adam iş bulmuş, kız da okula gitmiş, radyo evlerinde tıngırdamış. Kız büyüdükçe radyoda daha başka müzikler çalmış. Ama kıza yetmiyormuş. Kız kaset takıp müzik dinleyeceği bir şey istiyormuş. Babası yılbaşı hediyesi olarak bir gün eve simsiyah plastikten yapılmış, üzerinde birçok düğmesi olan bir cihaz getirmiş. Onun adı “teyp” imiş, aynı zamanda büyük hoparlörü olduğu için “müzik seti” de deniliyormuş. Camlı vitrinin ortasına konulan müzik setinin hem radyo düğmesi hem de kasetçaları varmış. Kız sadece ondan müzik dinliyormuş. Babasının radyosunu hiç açmıyormuş, işten yorgun gelen babası da renklenen televizyon karşısında uyuyup kalıyormuş. Radyo ilk önce vitrinin rafına, sonra yatak odasında bir köşeye konulmuş, tozlanmış, tozu alınmış. Daha sonra dolap içine poşetlenerek konulmuş, unutulmuş. Bir gün taşınırken atılacak eşyaların arasında radyo da varmış, hiç düşünülmeden çöpe atılmış. Kız buna o kadar üzülmüş o kadar üzülmüş ki zamanında arkadaşı olan radyoyu nasıl atabilirmiş? O günden sonra nerede eski bir eşya ile karşılaşsa, babasının radyosu aklına gelir pişmanlıktan çok üzülürmüş. Şöyle söylenirmiş: “Eskicide aynı radyoyu bulursam vallahi de alacağım!” ve buna karar vermiş.
Yıllar geçmiş, kız verdiği kararı bir türlü tutamamış ama babasının radyosu hep aklındaymış. Çok ilginçtir ki hasta olduğu bir gün hem de doğum gününde en sevdiği arkadaşları bu hikayeyi bilmeden ona radyolu bir çiçek göndermiş. Radyo görünümlü bir vazo içinde lavantalı çiçek… Kız bunu görünce o kadar sevinmiş ve o kadar duygulanmış ki elinde tuttuğu radyoyu öpmüş. Tüm anıları aklına gelivermiş. Radyoda babasıyla dinlediği türküler, çocukluğunda bebekleriyle dans edişi… Duygulanmış, vicdanı sızlamış: “Babam radyosunu soğan ekmek yiyerek satın almış zamanında, biz onun değerini bilmeden çöpe attık, oysaki ne de kıymetliymiş?” Anlamış ki elimizde olanın değerini varken bilmeliyiz, yok olduktan sonra özlemişiz, değer bilmişiz ne fayda? Bir de sonradan pişmanlık fayda etmezmiş. Yıllar sonra eline geçen bu manevi ve kıymetli hediye için arkadaşlarına sarılmış ve teşekkür etmiş.
Masal burada bitmiş. Gökten üç elma düşmüş, biri bana, biri okuyanlara, diğeri de bütün iyi insanlara verilmiş.
Sezin ve Dilan’a ithafen…
SON
Nevriye Gürel