İnsan bir su kaydırağından aşağıya uçarak metro istasyonuna varabilir mi? Bir rüyanın içinde savrulup duruyorsanız elbette olabilir. Üstüm başım sırılsıklam. Bir küçük kız yerde sırılsıklam yattığımı görüp bana güldü. Çok tatlı, küçücük, dünya güzeli bir şey… Elimi cebime atıyorum. Bir kibrit kutusu çıkarıyorum. Rüya işte, kibrit kutusu kupkuru… O dünyalar güzeli kıza veriyorum. Kutunun çekmecesini küçücük parmağı ile itiyor. İçerisinden mavilerin bulutlandığı cam bir bilye çıkarıyor. Bana da gösteriyor. Kutuyu neden ona veriyorum? İçinde küçük mavi bir bilye olduğunu neden bilmiyorum? Şaşırıp kalıyorum. Neden o küçük kıza bir şey vererek ilgisini çekmek istiyorum. Aramızda bir duygusal köprü kurmaya çalışıyorum. Beni azıcık aklında tutsun istiyorum belki de. Beş on dakika sonra yüzümü, ellerimi ve benimle ilgili bütün ayrıntıları unutacak. Yine de onun aklında kısa bir süre için de olsa olmayı istiyorum. Anlaşılmaz, içinden çıkılmaz bir şey işte.
Yabancı bir ülkedeymişim üstelik. Trenler okuyamadığım duraklarda duruyor ve okuyamadığım yerlere gidiyor. Ben neden bir trendeyim? Neden bu kadar az yolcusu var/ O Yabancı kentten ne zaman çıktık? Bağlar ve yeni filizlenmeye başlayan asmaların firuze yeşili yaprakları iki yanımızdan akıp geride kalıyor. Bağları tanırım ben. Çocukluğumdan, çok eskilerden… Tahliye kanallarını ve tarlaları birbirinden ayıran sınır setlerini de. Bu mevsimde ısparança (*) toplardım. Cebimde paslı bir bağ bıçağı… En sonuncusunda iki arkadaş beraber gitmiştik. Bulduklarımızı Kahveler Önünde satalım, demişti. İyi para verirler. Yumurtalı yapıp kerdim yerim, demiştim. Yılda bir kez olsun ağzımızın tadını bilelim.
Trenden ne zaman indim, ne zaman o uzun burunlu Magurus’a bindim. Bütün olaylar diğerinden kopuk parçalar halinde. Biraz gitmiştik ki şoför torpidodan eski bir kolonya şişesi çıkardı. Arkasında oturan yolcuya uzattı. Ben ikram edemiyorum, dedi. Herkes kendi döksün ve şişe geri gelsin. Askeri bir disiplinle herkes avuçlarına kolonya serpti. Ellerini ovuşturmadan şişeyi yanındakine uzattı. Bir tek ben teşekkür ettim. Öbürleri kendimiz aldık, kendimiz döktük, ne teşekkürü bu diye başını bana çevirip baktı. Benimle aynı koltukta yaşı geçkin ama kendisi dipdiri bir kadın oturuyordu. İri yarı, boylu poslu… Erkeklerin bir defa bakmakla yetinmediği kadar göze batan, gösterişli biri. Şoförün kırığıymış ve bunu herkes biliyormuş. Bunu ben de biliyordum. İlk kez bindiğim bir minibüste bunu ne zaman ve kimden öğrenmiş olabilirim? Hiç aklım almıyor. Bir kadına bakıyorum, bir erkeğe. Adam çöp gibi bir şey… Bu kadın diyorum ona şöyle sımsıkı sarılıverse paramparça eder.
Yamaçta bir zeytinlikte oturuyorum. Önümde on beş metrelik bir yar var. Aşağıda da geniş bir su çukuru. Etrafını sazlar kaplamış. Kaplumbağalar, su yılanları, küçücük binlerce balık falan. Benim yaşımda bir adamla birlikte oturuyoruz. Burada ne arıyorsun diye soruyor. Öylesine dolaşmaya çıktım. Geçiyordum azıcık soluklanayım diye oturdum, diyorum. Bu yanıtımı duruma uygun buluyor. Başka soru sormuyor. Cebinden bir pipo çıkarıyor. İçine deri keseden tütün dolduruyor. Sonra cebinden bir mercek çıkarıyor. Güneşe odaklayıp piposunu yakıyor. Güneş olmasa pipo içmeyecek misin?, diyorum. Cebimde çakmağım da var, diyor. Tütünü bitince bir ağacın gövdesine vurup piposunu silkeliyor. Aşağıya suyun kıyısına iniyor. Su motorunu çalıştırıyor. Mart ayında sulama yapılmaz ki diye düşünüyorum. Motor suyu bahçenin aşağısındaki mandalinalığa doğru akıtıyor. Hortumdan fışkıran su küçük bir dere olup akıyor. Hiçbir yerde göllenmiyor, tek bir ağacı bile sulamıyor. Bir süre sonra sıkılıyorum. O rüyayı o zeytinlikte bırakıp başka rüyalara gidiyorum.
Nisan 2023
Seyfullah